Gönlü geniş bir dava yoldaşı Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
NESLİHAN ÜNSAL
Hilmi Oflaz Söztut; adını kendi eliyle tamamlamış bir gönül adamı. Trabzonlu bir aileden gelen Oflaz, Büyük Doğu Hareketi’ne gönül vermiş isimlerden biri olarak, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in biricik sırdaşıydı. Üstad’ı tanıdıktan sonra bir daha yanından ayrılmadı. Necip Fazıl hapishaneye düşünce, o da peşine düştü. Mahmutpaşa’daki tezgahını bırakıp pılı pırtıyı Toptaşı Cezaevi’nin kapısına taşıdı. Geçimini temin etmek, bu arada üstadın ihtiyaçlarını karşılamak için tam bir buçuk yıl Toptaşı Cezaevi’nin kapısında zarf, kağıt satmaya başladı. Eşi Ayşe Oflaz Söztut ile beş evladından biri olan kızı Betül Oflaz, babasının Üstad cezaevinde yatarken onun kapısında beklediği günleri hatırladığını söylüyor. Babasının Üstad’a karşı çok büyük bir muhabbet beslediğini anlatan Oflaz, “Evimiz müstakil bir evdi, annemin tavukları vardı. O aralar Büyük Doğu’nun satışları düşmüş. Babam da Büyük Doğu dergisi satılsın diye 20-30 tavuğa birer insan ismi takarak tavukları Büyük Doğu’ya abone yapmış. Bizim evdeki tavuk sayısı kadar Büyük Doğu dergisi gelirdi evimize” diyor. Ticaretle uğraşsa da hayatını fikir ve vefa üzerine kurmuş Necip Fazıl’ın yol arkadaşı Hilmi Oflaz’ı kızı Betül Oflaz anlattı.
Hilmi Oflaz, İstanbul’a nasıl ve ne zaman geldi?
Babam, Düzce’den askerlik için İstanbul’a gelmiş. Dört yıl süren askerliğini Hadımköy’de tamamlamış. Askere giderken de kendini ziyaret edeceklere “Bana sadece bulduğunuz, alabildiğiniz kitapları getirin” diyormuş. Nöbet sırasında, boş zamanlarında kitap okurmuş hatta kitap okurken bir komutanı denk gelmiş. “Oğlum sigara da içiyorsun samanlık yanacak” demiş. “Yok komutanım, ben dikkat ediyorum” demiş. Tezkeresini aldığı zaman da bir tahta valizle çıkıp Çengelköy’e halasının yanına gitmiş. Bir daha da Düzce’ye dönmedi. Babam varlıklı bir ailenin çocuğuymuş. Düzce’de epey tütün tarlaları varmış. İstanbul’da, askerliğinden hemen sonra halasının yanında on beş kişilik aile olarak bir köşkte yaşamışlar.
İstanbul’da geçimini nasıl sağlamış?
Askerden geldikten sonra Mahmutpaşa’da uzun yıllar işportacılık yapmış. Eski bankanın önünde büyük bir tezgâh açmış. Bu tezgâhta tekstil ürünleri satmış.
Hilmi Oflaz ve Mehmet Niyazi Özdemir birlikte.
Cezaevi kapısında Üstad’ı bekledi
Üstad Necip Fazıl’la nasıl tanışmış?
Babam sık sık Cağaloğlu’na kitap almaya gidermiş. Zaten çoğunlukla Cağaloğlu taraflarında bulunduğu için Üstad Necip Fazıl’la orada tanışmış. Babam, Üstad’dan bahsederken onun da konaklarda büyüdüğünü, Arvasi ile tanıştığını ve yolunu bulduğunu, kitabı çok sevdiğini anlatırdı. Üstad’la Türkiye’nin siyasi gidişatı hakkında konuşurlarmış. Babamın Toptaşı Cezaevi’nin karşı kaldırımında Üstad’ı beklediğini hatırlıyorum, bunu rahmetli annem de söylerdi. Üç ay boyunca işini gücünü, her şeyini bırakıp orada beklemiş.
Hilmi Oflaz’ın Büyük Doğu dergisiyle münasebeti hakkında neler söylemek istersiniz?
Evimiz müstakil bir evdi, annemin tavukları vardı. O aralar Büyük Doğu’nun satışları düşmüş. Babam da Büyük Doğu dergisi satılsın diye 20-30 tavuğa birer insan ismi takarak tavukları Büyük Doğu’ya abone yapmış. Bu yola başvurmasının nedeni, bir şey olsa, birisi gelse o kişilerin burada yaşadığını söyleyebilmekmiş. Evimizde bir oda vardı, birisi gelse nerede kalıyor bu şahıs diye sorsa akrabam, tanıdığım diyerek o odayı gösterecekti. Bizim evdeki tavuk sayısı kadar Büyük Doğu dergisi gelirdi evimize.
Babanızın Türk Ocağı ve Marmara Kıraathanesi’yle ilişkisi nasıldı?
O dönem yayıncılık hayatının en canlı olduğu Cağaloğlu’nda vakit geçirirken zamanla Türk Ocağı ve Marmara Kıraathanesi’yle de haşır neşir oluyor. O mekânlara her gün giderdi. Sabah akşam orada olurdu. Birkaç sefer hepimizi götürmüştü. Orada mesela birkaç gün eve gelmeden takılırdı. Hep kalabalık bir topluluk olurdu. Marmara Kıraathanesi’nde 20-30 kişi otururlardı, oraya dair hatırladıklarım; çay, sigara dumanı ve ağzına kadar dolmuş küllüklerdir. Marmara Kıraathanesi’nde Mehmet Niyazi ağabey, Reşat Şen ağabey ve (İsmail) Ünalmış diye bir arkadaşları olurdu. Öğrenciler olurdu, birçok insan olurdu, Yumuşhan ağabey olurdu. Masalar birleştirilmişti hatta orası hatırladığım kadarıyla katlı bir yerdi. Büyük bir yerdi. En dipte bir yerde otururlardı. Çaycı da ha bire çay getirir götürürdü. Salon duman içindeydi. Babamın beni oraya yedi yaşındayken götürdüğünü hatırlıyorum. Bir şeyler de almıştı. Pamuk şekeri, akide şekeri falan babam akide şekerini çok seviyordu. Ama tabii akşam oldu. Hani eve gidelim gibisinden şeyler söyledim. “Gideceğiz, gideceğiz…” Onlar hararetli konuşuyorlar, anlatıyorlar.
Ne konuşuyorlar?
Siyaset konuşuyorlar. Ben de masada böyle, hani çocuğum ya uyuyakaldım. Bir de baktım sabah oldu. Ondan sonra eve nasıl geldim, kim getirdi, babamla beraber mi geldik yoksa beni eve mi gönderdi bilmiyorum.
Hilmi’nin ağzı kilitli derlerdi
Hangi evresine?
Her evresinde, mutlu bir çocuktuk. Evet, babam sinirli bir adamdı ama diyorum ya biz bir tokadını yemedik. Biz mesela açıktık, bize kapanacaksınız diye hiçbir baskıda bulunmadı, annem de tesettürlü bir kadındı. Allah rahmet eylesin. Yeme içme konusunda son derece cömertti mesela bize süt alırdı, sütçüsü vardı. On kilo süt alırdı. Gelene, postacıya, yolda çalışana, herkese ikram ederdi. Annemle babamın ilk çocukları yaşamamış. Bu sebepten Eyüp Sultan’a adaklılarmış. O zaman babam Mahmutpaşa’da çalışıyormuş. Eyüp Sultan’da elbiselik, eşarplık ipek kumaşlar dağıtmış. Yıllar önce annem ablamı alıp Adapazarı’na akrabalarına gitmiş. Babam da çok geç saatte eve gelmiş. Bakmış ki evde bir hırsız var, tahta kapılar ya o zaman. Annemin döşeğin altında biriktirdiği üç beş kuruş parayı bulmuş. Babam demiş ki, hemşehrim dur. Sen bunları bırak, karım gelince çok üzülür. Ben senden şikâyetçi olmayacağım, senin ne kadara ihtiyacın var diye sormuş. Adana’dan gelmiş o adam, hep anlatırdı babam, hiç unutmam bunu. Sen demiş al bu parayı, bu gece de burada benimle kal, benim evimde ye iç, bu paket de sigaran, bu da senin yol paran, bu iyi bir meslek, iyi bir şey değil, seni şikâyet etsem gelir cezaevine atarlar, gencecik adamsın. Sen var git memleketine, sonun iyi olmaz. Aldığını yerine koy, sana bunların tutarı kadar parayı vereceğim. Ben seni sabah bindirip göndereceğim, o hırsızı babam ikna etmiş. Ertesi gün Harem’den bilet almış onu memleketi Adana’ya göndermiş. Her sene gelirdi o adam bize, çok iyi yürekli bir adamdı.
Hilmi Oflaz’ın dikkat çekici başka özellikleri nelerdi?
Mesela babam asla dedikodu yapmazdı, gıybeti sevmezdi. İdama götürsen senin verdiğin sırrı kimseye vermezdi. Akrabalar arasında da söylenirdi, Hilmi’nin ağzı kilitli derlerdi. O denli hani, kesinlikle söylemezmiş kimsenin sırrını. Kimseyle de alıp veremediği olmadı, para hırsı yoktu.
Öğrencilere karşılıksız yardım ederdi
İşportacılık yaptığı dönemde de aynı şekilde cömert miymiş?
Tabii, ihtiyaç sahiplerine harçlık olarak da giyim olarak da yardımcı olurdu. Gömleği mi yok, ayakkabısı mı yok, çorabı mı yok, bir şekilde anlar tedarik ederdi. O zamanlar yatılı okullarda okuyan yurtlarda kalan gençlere hafta sonu yine gelin ben buradayım dermiş. Karşılıksız yardım edermiş.
Babanız olarak Hilmi Oflaz hakkında neler söylersiniz?
İnsanın tek özlediği çocukluğu, yoksa koltuk eskiyor alıyorsun işte fincan kırılıyor alıyorsun ama tek dönmek istediği çocukluğudur. Bana şimdi sorsalar. Ne isterdin Betül diye ben çocukluğuma dönmek isterdim.
“Hilmi Oflaz Sofrası” nedir?
Babam evine gelenleri tok olsalar da yedirip içirmeden kesinlikle salmazdı. Bir de şöyle bir huyu vardı; yer misin, içer misin diye asla sormazdı kimseye. Önüne getirtirdi. Halil İbrahim sofrası derdi, mutlaka tatman lazım. İkramda bulunmayı çok severdi. Aşırı derecede severdi. İşte bu, kahvede de öyle devam etti. Bugün de Hilmi Oflaz sofrası adıyla devam ediyor, ona dua ediliyor.


