Hakikati bükecen de ne olacak? İsmail Kılıçarslan
Yenisafak sayfasından alınan bilgilere göre, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Geçenlerde dolaştığım bir şehir fuarında, fuardan stant kiralayan bir esnaf, fuar yetkililerine şöyle iletti derdini: “Bana stantta müzik açma, standın sana ait tarafından taşma, stantta tadilat yapma, sözleşmede sana tanımladığımız ürünlerin dışında ürün satma, SGK kaydı olmayan adam çalıştırma gibi maddeler sıraladınız burayı kiralarken. Ben de ilk günden beri bu kurallara harfiyen uydum. Fakat gördüm ki kurallara uymayan stant sahiplerine de bir şey olduğu yok henüz. Ben, kurallara uyduğum için cezalandırılmışım gibi hissediyorum kendimi.”
Bir bakıma içinde yaşadığımız süreci izah ettiğini düşündüğüm bu cümleleri düşünürken fuar yetkilisinin cevabı daha da düşündürücü oldu: “Merak etme abi. Türk devleti gibiyiz biz. Şimdilik gözlüyoruz ama kimsenin hakkını kimsede bırakmayız.”
“Bu böyle mi cidden?” diye sordum kendime. Gerçekten Türk devleti, kimsenin hakkını kimsede bırakmayan bir devlet mi? Dahasını da sorayım: Kurallara uymanın “cezalandırma” sayıldığı bir ülkede mi yaşıyoruz yoksa kuralsızlığın cezasının önünde sonunda kesildiği bir ülkede mi?
Ne düşündüğümü her zaman söyledim bu konuda. Adaletin tecelli etmesi için toplumlar tarafından ikame edilen yasalar ve yargı sistemi her zaman adaleti tesis etme gücüne sahip olmuyor. Bu hakikati eğip bükmenin, tevil etmenin bir yolu da yok. Hukuk ve yargı, adaletin gerçekleşmesini bütünüyle sağlamadığı için biz -elinden geldiğince kurallara uygun yaşamaya çalışanlar yani- genellikle kendimizi cezalandırılan tarafta hissediyoruz.
Bu, burada bir dursun.
Adaletin bu dünyada ve yüzde yüz şekilde tecelli edeceğine dair inancım olmasa da göz göre göre hukuksuzluk yapanların bu dünyada adaletle karşılaşmalarını da hep umarım.
Aslında işin orası da çetrefil. Misal çocuklarımıza uyuşturucu satan köpekler acılar içerisinde kıvranarak ölse, her gün bir parça etini keserek öldürsek o alçakları, adalet tecelli etmiş olur mu? Tabii ki olmaz. O köpeklerin aynı zamanda sonsuza kadar cehennemde acı çekmesini de isteriz. Ya da Gazzeli çocukları açlıktan öldüren Siyonist Yahudilerin soyunu bire kadar kırsak adalet tecelli etmiş olur mu? Asla olmaz.
Asla olmaz ama adaletin bu dünyada da tecelli ettiğini görmenin rahatlatıcılığı toplumsal sürdürülebilirliği sağlar.
İşin burası önemli ve ek yeri aslında.
Türkiye’de adaletin bir türlü tecelli etmediğine dair gün geçtikçe yaygınlaşan bir kanaat ve algı çalışması var. Daha doğrusu Türkiye’de adaletin olmadığına dair yürütülen algı çalışması bir toplumsal kanaate dönüştürülmeye çalışılıyor. Hedefse toplumsal sürdürülebilirliği bozmak, hiç olmazsa fesada uğratmak.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, rakamlarla, ispatlarla “kardeşim, AK Partili Belediyelere 30 tane yolsuzluk soruşturması açılmış, 13 belediye başkanı da bu kapsamda mahkûm olmuş” dese de sonuç değişmiyor mesela. “AK Partili belediyelere yolsuzluk soruşturması açılmıyor” şeklinde bir yalan, önce algıyla yaygınlaştırılıyor, ardından da bir toplumsal kanaate dönüştürülüyor.
Yunus Emre Enstitüsü’nün hırsız eski başkanı Şeref Ateş’in “hapis yatmayacağına dair” algı çalışması da böyle, sahte diploma davasında diploması sahte 400 akademisyenin olduğu yalanını yaygınlaştırmak da böyle.
Bu çabalar kısa vadede diyelim Ekrem İmamoğlu’nun, diyelim Özgür Özel’in falan işine yarayabilir ama hakikati bükerek yerinden edilen toplumsal sürdürülebilirlik bir kez elden gitti mi çabalasan da onarılması zor bir yara olarak kalır aramızda.
Yok. “İnsanlar biraz daha dikkatli olsa” diyecek değilim. İnsanlar artık bu hususlarda ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Yaptıkları şeylerin tehlikesinin de farkındalar. Ama hiç olmazsa kendimize dönük bir soruyla bitireyim yazıyı: “Hakikati bükerek elde edilen güç, güç müdür?”


