İkinci mesleğiyle Arif Hikmet Koyunoğlu Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, erken Cumhuriyet’in önemli mimarlarından Arif Hikmet Koyunoğlu’na ithafen “Maceraperest Bir Mimarın Fotoğrafhanesi: Arif Hikmet Koyunoğlu 1893–1982” başlıklı yeni sergisini sanatseverlerle buluşturuyor. Sergi, Türk Ocağı Binası ve Etnografya Müzesi gibi simge yapılar tasarlayan, yeni başkent Ankara’nın çehresinde unutulmaz dokunuşları olan ve 2 Nisan 1980’de Devlet Sanatçısı ünvanı alarak bu ünvana sahip ilk mimar olan Koyunoğlu’nu, “ikinci mesleğim” dediği fotoğrafçılığıyla ele alıyor. Suna ve İnan Kıraç Vakfı Arif Hikmet Koyunoğlu Fotoğraf Koleksiyonu’ndan derlenen sergide, Arif Hikmet Koyunoğlu’nun mimarlık eğitimi aldığı Sanâyi-i Nefîse Mektebi’ndeki öğrencilik yıllarından İstanbul ve Anadolu’daki mesleki ve kişisel uğraşlarına, Balkan Savaşı’ndan I. Dünya Savaşı’na uzanan bir dönem yer alıyor. Yaşamı boyunca 30’dan fazla işle uğraşmış bir seyyah, asker, galerici, gazeteci, fotoğrafçı ve mimar Koyunoğlu, yeri geldiğinde hayatta kalmak için hamallık, aşçılık, sigorta eksperliği gibi işlerle de uğraşmış. Bu anlamda Koyunoğlu’nun hayatı, imparatorluk sonrası Türkiye’nin inşa süreciyle de paralellik kuruyor.
İlk makine ilk heyecan
Koyunoğlu, henüz 10 yaşında babasıyla Beyazıt Meydanı’nda yaptığı bir kırtasiye alışverişi sırasında Sadık Kehnemuyi’nin dükkânının vitrinin de gördüğü bir “karakutu” ile bu sihirli aletle tanışıyor. Bugünü anılarında, “Sadık Bey makineyi vitrinden çıkardı, bunu satışa çıkaran müessesenin adamının kendisine anlattıklarını tekrar etti. Bu 9x12 ebadında cam üzerine resim çekilen bir makine idi. Makineyi aldım bir düzine de cam. Broşürdeki eczaları İstanbul ve Beyoğlu’ndaki bütün eczanelerde aradım, kısmen buldum. Bir fener aldım ve camcıya giderek koyu kırmızı camlar taktırdım. Tarif mucibince iki resim aldım. Bunları banyo etmek için geceyi sabırsızlıkla beklemiştim. Nihayet gece olmuştu. Mutfağa girdim fenerimi yaktım. Camları banyo ettim, bayağı güzel çıkmıştı. Çok sevinmiştim” diyerek anlatıyor.
Fotoğraf makinesiyle cephede
Koyunoğlu, Mekteb-î Osmanî’den sonra Vefa İdadisi’ne ardından da Sanâyi-i Nefîse Mektebi’ne giriyor. Babasının vefatından önce başlayan ailenin maddi sıkıntısı, babasının 1907 yılındaki vefatıyla daha da artıyor. Bu yıllarda ailesine destek olmak için bir süre dönemin ünlü Phebus Fotoğrafhanesi’nde çırak olarak çalışıyor. Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde mimarlık okurken okul arkadaşlarının sıkça fotoğrafını çekiyor. Bir dönem Resne Fotoğrafhanesi’nin kurucusu Bahaettin Bey ile çalışıyor. Aynı zamanda Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde önemli mimari eserleri yerinde tetkik etmek gerektiğini söyleyen hocalarının sözünü dinleyerek, Anadolu kentlerini geziyor, fotoğraflıyor. Hatta bu geziler sadece Anadolu ile sınırlı kalmıyor ve yaya olarak Balkanlar’ı seyahate çıkıyor. 1912’de Balkan Savaşı baş gösterince gönüllü olarak savaşa katılıyor. Bu tarihten sonra savaşlar, cepheler, işgal güçleri Koyunoğlu’nun hayatının uzun bir dönemini kapsıyor. Sayısız kez ölümle burun buruna geliyor; idamla yargılanıyor, mülteci kampında hastalanıyor, Kafkas cephesinde donma tehlikesi geçiriyor. Sarıkamış’ta sağ kalan birkaç yüz kişiden biri olan Koyunoğlu, unutulmaz tüm anılarını hem fotoğraf makinesiyle hem de kaleme aldığı anılarıyla kayda geçiyor.

İşgal İstanbul’unda zor şartlar
1919’da evlenen Koyunoğlu, annesinin isteğiyle işgal İstanbul’una dönüyor. İstanbul’da ne iş yaparım diye düşünürken yedek sanatı fotoğrafçılık aklına geliyor. Bâbıâli Caddesi üzerinde bir bodrum katında “Yeraltı Fotoğrafhanesi”ni kuruyor. Birkaç ek inşaat işi yaparak bu fotoğrafhaneyi elektrikle resim çıkaran ilk fotoğrafhane haline getiriyor. Ancak işgal yıllarında İstanbul’da yaşamanın zorlukları Koyunoğlu’nu da es geçmiyor. Fotoğrafhanenin Milli mücadele için bir cephanelik olarak kullanılmasına izin veriyor. Sık sık işgal subaylarıyla kapışıyor. Dolayısıyla Yeraltı Fotoğrafhanesi’nin ömrü çok uzun olmuyor. Nihayet sahte bir vesika ile Ankara’ya gitmeye karar veriyor. Bu süreçten sonra yeni başkentin inşasında Koyunoğlu’nun kayda değer etkileri oluyor. Özellikle Mustafa Kemal’in görevlendirmeleriyle başkent civarındaki pek çok ilde yapılar inşa ediyor, tamirler yapıyor. Bu yapılara dair çektiği detay fotoğraflar da serginin önemli bir bölümünü oluşturuyor.
Koyunoğlu Ailesinin Suna ve İnan Kıraç Vakfı’na bağışladığı kişisel arşivden derlenen cam negatifler, asetatlar ve baskı fotoğraflarla kurgulanan sergide şehir manzaraları, mimari detaylar, portreler, sokaklar ve gündelik yaşam sahneleri hem bireysel bir anlatının hem de Türkiye’nin modernleşme sürecinin görsel tanıklığı olarak yer alıyor. Maceraperest Bir Mimarın Fotoğrafhanesi: Arif Hikmet Koyunoğlu 1893–1982 başlıklı sergi, 17 Mayıs 2026 tarihine kadar ziyarete açık olacak.

Osman Hamdi keşfediyor Hoca Ali Rıza eğitiyor
Arif Hikmet, Sultan Abdülaziz’in validesi Pertevniyal Sultan’ın yanında yetişen Fatma Virditer Hanım ile bir dönem kadılık yapan İsmet Bey’in çocuğu olarak payitahtta dünyaya geliyor. Henüz iki yaşında iken babası İsmet Bey’in görevi nedeniyle aile Gebze’ye gönderiliyor. Arif Hikmet burada mahalle mektebinde eğitimine başlasa da ailesi onu çok yönlü yetiştirmeye gayret ediyor. Örneğin, babasını ziyarete gelen Osman Hamdi Bey onun resme yeteneğini fark ediyor ve Mekteb-î Osmanî’de okurken onu Hoca Ali Rıza’ya yönlendiriyor. Sanat ve zanaatla erken yaşlarda tanışan Koyunoğlu, her hafta Hoca Ali Rıza’dan özel ders alıyor. Kendisini mimarlığa yönlendiren de Hoca Ali Rıza oluyor.


