İran ve ABD arasındaki Soğuk Savaş’ın sonu mu? Yasin Aktay
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Kurulduğu günden beri varlığını ABD ve İsrail düşmanlığına dayandırmış olan İran’ın şimdiye kadarki tarihinde ilk defa İsrail ile gerçek bir savaşın içine girmiş olduğuna şahit oluyoruz. Tabii ki söz konusu tarihten bu yana gelen düşmanlık tek taraflı değildi. ABD’nin Ortadoğu içindeki bütün güvenlik söylemleri İran’ı bir tehdit olarak görmek üzerine kuruluydu.
İsrail’in İran’ı tehdit ve düşman olarak gören söylemleri ise çok daha güçlüydü.
Bununla birlikte bu düşmanlık söylemlerine rağmen şimdiye kadar aralarında ciddi hiçbir karşılaşmanın olmaması, hatta karşılıklı siyasetlerinin birbirine yarayacak şekilde uygulanmış olması bu düşmanlıkla ilgili soru işaretleri oluşturuyordu.
Mesela ABD’nin Irak’ı iki trilyon dolara ve binlerce askerinin hayatına mal olan işgali sonrası ortaya çıkan tabloda Irak adeta altın tepside İran’a hazırlanarak hediye edilmiş oldu. İran ve ABD Irak’ta uzun yıllar beraber birbirlerinin çıkarlarına hiç zarar vermeden var olmaya devam ettiler.
Aynı durum Suriye’de de tekrarlandı. İ
ran’ın fiilen bütün güçleriyle bulunduğu Suriye’ye ABD rejimi düşürmek üzere geldikten sonra tam 12 yıl boyunca birbirleriyle hiç çatışmadan tam bir uyum içinde işgal ortağı olarak yaşamaya devam ettiler.
Söylemsel açıdan aşırı radikalliğe rağmen fiilen karşılıklı saygı ve tanımaya dayalı ilişki bir açıdan soğuk savaş yıllarındaki dünya düzeninin kötü bir tekrarı gibiydi aslında.
Doğrusu soğuk savaş şartları düşmanlığı karşılıklı olarak iki tarafın da faydalandıkları işlevsel bir siyasete dönüştürür. İran’ın düşmanlığı İsrail açısından sınırsız ABD ve Avrupa yardımlarını, desteklerini celbetmenin işlevsel bir bahanesini oluşturuyordu.
İran’ın Körfez ülkeleri için oluşturduğu tehdit de Körfez ülkeleri üzerinde ABD kontrolünü, silah satışını İsrail’le normalleşme zeminine de çekerek sürdürmesini sağlıyordu.
ABD’nin bir faydalı düşman olarak İran’ı soğuk savaş düzeyinde tutarak hiçbir zaman onunla bir savaşa girişemeyecek olması İran için de birçok açıdan, her şeyden önce kendi rejimini içerde konsolide etmek ve sürdürmek açısından ve Ortadoğu’daki yayılmacı politikalarına göz yumulması açısından işlevsel bir durum oluşturuyordu.
ABD açısından Ortadoğu politikası bir tarafında bu soğuk savaşın olduğu dört ayaklı bir dengeye oturuyordu
ve kaotik görünümlü bu dengenin bir şekilde sürdürülmesi ABD’ye bölgedeki statükoyu devam ettirmesini ve her durumda kendisinin kazançlı çıkmasını sağlıyor. İsrail, Körfez ülkeleri, İran ve Türkiye arasında kendine göre gözettiği bu dengenin devamı hepsinin de belli bir güçte ve etkinlikte kalmasını gerektiriyor. Tabi birilerinin, hele ABD’nin dengesinin bir parçası olarak görünmek milli duygularımıza ters düşebilir ama bu ABD’nin dış politikası söz konusu olduğunda bahsettiğimiz bir dengedir.
Elbette Türkiye’nin de İran’ın da İsrail’in de bu dengeyi kendi açılarından bir anlama, karşılama ve kurgulama biçimleri vardır.
Ona girmiyoruz şimdi.
Ancak şimdi geldiğimiz noktada bu dengenin ciddi bir biçimde sarsılmaya yüz tuttuğu bir durumda olduğumuzu söyleyebiliriz. İran ve İsrail arasında ilk defa gerçek bir savaşa şahit oluyoruz. Şimdiye kadar olmaz olamaz diyerek kimsenin inanamadığı savaş ihtimali gerçekleşmiş durumda. Trump ABD’nin bu işin içinde olmadığını söylese de diğer beyanları ve fiili destekleri bu savaşın bir tarafı olduğunu gösteriyor.
İran’ı bu savaşın başında nükleer programla ilgili anlaşmaya geri dönmeye çağırması bile İsrail’in ABD adına hareket ettiğini itiraf ediyor.
Ancak başlamış olan savaş, şimdiye kadar bir gerçek savaştan alıkoyan çekincelerin de yavaş yavaş devreye girmesini beraberinde getiriyor. Tahminler, beklentiler ve korkuların gerçeğe dönüştüğü durumlar ortaya çıkıyor. Şimdiye kadar İsrail saldırganlığına en pervasız ve en küstah biçimde çok yerde şahit olduk. Ama şimdiye kadar bu saldırganlığa gerekçe olarak bilinen İran’ın nelere kadir olabileceğine dair ilk defa bazı işaretler ortaya çıkmaya başladı. İran’ın şimdiye kadar maruz kaldığı bütün saldırılara rağmen bir türlü göstermediği caydırıcı gücü bir sürpriz gibi ortaya çıkmaya başladı.
Sürpriz gibi çünkü son birkaç yıldır İran’ın maruz kaldığı birçok ABD ve İsrail saldırısına karşılık söylemden öteye gitmeyen intikam girişimleri İran’ın imkanları konusunda ciddi bir hayal kırıklığı da yaratıyordu
. Oysa Tel Aviv’e, Hayfa ve İsrail’in birçok bölgesine birkaç gündür isabet eden İran füzelerinin yol açtığı yıkım İran’ın hiç de boş olmadığını gösteriyor. İşin ilginç tarafı İran’ın şu andan itibaren İsrail’e karşı gücünü gerçekten göstermekten başka bir seçeneği de kalmamış durumda.
Maruz kaldığı bu saldırganlığa karşı kendi caydırıcı gücünü son safhaya kadar göstermediği taktirde boyun eğmekten başka yolu kalmayacak ve bu da içeride rejimin düşmesi anlamına geliyor
. Yani İsrail saldırganlığının başlattığı bu savaş ABD’nin Ortadoğu ile ilgili bütün dengelerini altüst etmekle kalmamış oluyor, aynı zamanda İran’ı da elindeki bütün imkanlarla savaşmaya mecbur bırakıyor ki, böyle bir savaşa her şeyden önce İsrail’in ne kadar dayanabileceği sorusu daha anlamlı hale geliyor.
Hiç kuşkusuz savaş bu aşamada sadece bölgedeki bütün dengeleri değil başta ABD olmak üzere bütün dünyadaki dengeleri etkileyecek sonuçlara gebedir.
Netanyahu’nun biraz daha iktidarda kalmak için, Gazze’deki sıkışmışlıktan kurtulmak için giriştiği bu macerada en fazla zarar vermiş olacağı şey ABD çıkarları olacaktır.
İkinci seçiminde İsrail söz konusu olduğunda bile “Önce ABD” ilkesini gözeteceğini vaat etmiş olan Trump’ın çok da fazla ileri gidemeden tekrar “Önce İsrail” çizgisine dönmüş olması ABD açısından trajik bir durumdur.
Gazze’deki soykırımcı politikaları konusunda İsrail’i terk etme noktasına gelmiş olan İngiltere ve Fransa’nın İran karşısında insanlık suçlarıyla ilgili rezervlerini kolayca terk etme noktasına gelmiş olmaları da kayda geçecek bir tutum olacaktır.
Bugün kanıtlanmış insanlık suçlarıyla, soykırımcılığıyla, saldırganlığıyla insanlığa tehdit olan öncelikle İran değil, İsrail’dir
ve ABD’nin yanı sıra İngiltere ve Fransa bu tehdidi görmekten çok uzak, çünkü suçluya çok yakınlar.


