İsrail’in bölgeyle savaşı Amerika’nın çıkarına mı? Kadir Üstün
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
İsrail, Hamas’ın 7 Ekim saldırısını Ortadoğu’daki mutlak hareket özgürlüğünü tesis etmek için fırsata çevirmeye çalıştı. Son iki senedir Gazze’de soykırım ve Batı Şeria’da yerleşimci politikalarıyla Filistin’in işgalini nihai bir fethe dönüştürmeye çalışan İsrail, Amerika’nın yardımı ve sponsorluğu sayesinde bölgedeki savaşının angajman kurallarını da güncelledi. Lübnan, Suriye, İran ve Yemen’den sonra Katar’da da sert güç kullanma hakkını bölge ülkelerine kabul ettirmeye çalışıyor. Amerika’nın koruması sayesinde bu ülkelerin İsrail’e caydırıcı bir cevap verememesi, bölgedeki güç dengeleri ve uluslararası hukuk açısından yeni bir realitenin oluşmasına neden oldu. İsrail’in istediği herhangi bir hedefe karşı istediği zaman ve mekânda saldırma hakkını kabul ettirme çabası, bölge ülkelerinin ulusal egemenliklerinin ve uluslararası hukukun hiçe sayılması sonucunu doğurmakla kalmayıp en büyük koruyucusu Amerika’nın çıkarlarına da zarar veriyor. İsrail’in saldırganlığı karşısında hem bölge ülkelerinin hem de Amerika’nın acziyet görüntüsü eşi görülmemiş bir ironi yaratıyor.
KATAR’IN SUÇU NE?
Amerika’nın Ortadoğu’daki en büyük askeri üssüne ev sahipliği yapan Katar, 7 Ekim’den beri Hamas’la yapılan müzakerelerin yürütülmesinde kritik bir rol üslendi. İsrail’e yakın isimlerin Amerikan medyasında zaman zaman Hamas’ın siyasi bürosuna izin verdiği için mahkûm etmeye çalıştığı Katar, Trump’ın ilk döneminden beri Washington’la ilişkilerini güçlendirmeye devam etti. Amerika’ya trilyon dolarlık yatırım sözlerinin yanı sıra Başkan Trump’a hediye ettiği 400 milyon dolarlık uçakla ses getiren Katar, birçok bölgesel meselede güvenilir bir arabulucu ve kolaylaştırıcı olarak öne çıkmaya çalıştı. Katar, Trump’ın ilk döneminde Amerika’nın Afganistan’dan düzenli çıkışını sağlamak için Taliban’la yapılan müzakerelere ev sahipliği yapmıştı.
Hamas’la rehine takası ve ateşkes görüşmelerinde de mekik diplomasisiyle kalıcı bir çözüme katkıda bulunmaya çalışan Katar’ın bu çabalarının İsrail’in saldırısıyla ‘ödüllendirilmesi’ Amerika’nın güvenirliğine de zarar veriyor. Amerika’nın El Udeid askeri üssünü barındırdığı için fiili olarak güvenlik şemsiyesi altında bulunan Katar’ın İsrail’in bölgesel savaşının hedeflerinden biri haline gelmesi Washington’ın müttefiklerinin güvenliğini garanti etme kapasitesinin de Tel Aviv’in tercihlerine bağlı olduğunu gösterdi. Netanyahu hükümetinin başından beri rehine takası ve ateşkes konusunda iyi niyetli müzakere etmediğini tekrar ispat eden bu saldırı, Amerika’nın bölgedeki müttefiklerine verdiği söz veya güvencelerin İsrail tarafından baltalanabileceğini gösterdi.
İSRAİL’İN YENİ ANGAJMAN KURALLARI VE SİYASİ MEŞRUİYET SORUNU
7 Ekim sonrasında Hamas, Hizbullah ve İran’a karşı önemli bir fırsat yakaladığını hesap eden Netanyahu hükümeti, Gazze’deki etnik temizlik harekâtını bölgesel savaşa dönüştürdü. İran’la uzun süredir devam eden bölgesel savaşını İran’ın bölgesel vekillerini içine alacak şekilde genişleten İsrail, Hamas’ın hiçbir ülkede kendini güvende hissedemeyeceğini ilan ederek angajman kurallarını değiştirdi. İçerde sıkıştığı her an çatışmayı Lübnan, Suriye, İran ve Yemen gibi ülkelere taşıyarak Washington’u da sürekli bölgesel savaşının içine çekmeye çalışan İsrail, bu çabasında büyük oranda başarılı oldu. Ancak Ortadoğu’da yeni bir savaşa girmeye karşı direnen Amerika, İran’a karşı askeri güç kullanmak noktasına geldiği için son derece rahatsız oldu. Trumpçı tabanın dahi tepki gösterdiği bu denklem, Amerikan siyasetinin mesele İsrail olunca ne kadar işlevsiz hale gelebildiğini bir kez daha gözler önüne serdi. İsrail’in Katar’a saldırısıyla artık Amerika’nın düzen verici gücünün tamamen altının oyulduğu bir kez daha görülmüş oldu.
İsrail’in bölgede askeri güç kullanımında uyguladığı angajman kurallarını son derece hukuksuz ve keyfi bir biçimde yeniden düzenlemesi bir başarı olarak görülebilir ancak bunun İsrail’in siyasi meşruiyet krizini tarihinde olmadığı kadar derinleştirdiğini söylemek abartı olmayacaktır. Etnik temizlik, soykırım ve ilhak girişimlerini devlet yönetiminin sıradan yöntemleri haline getiren İsrail, bölgede istediği yere saldırabilen profiliyle Amerika’nın müttefiklerine güvenlik sağlama iddiasını da hiçe sayıyor. Sadece Arap dünyasında değil, bütün Batı başkentlerinde tarihinin en ağır meşruiyet krizini yaşayan İsrail kaba kuvvetle kazanmanın orta ve uzun vadede sürdürülebilir bir sistem kurmasını imkânsız kılacağını kabullenmek istemiyor. Sürdürülebilir istikrarsızlık ve sürekli savaş halinin modern bir ulus devlet inşasını mümkün kılmayacağını kabullenmek istemeyen İsrail, Washington’ın bölgede Çin veya Rus etkisinin artmasına engel olma isteğinin de altını oyuyor. Katar gibi ülkeleri alternatif arayışlara itecek yeni bölgesel realitenin Amerikan çıkarlarına uymadığı da kesin.
Uluslararası sistemin krizini ve Amerikan siyasetinin işlevsizliğini son iki yıldır sürekli yüzümüze vuran İsrail’in işgal ve savaş politikaları, Batı’nın siyasi meşruiyet krizini de derinleştirdi. Demokrasi ve insan hakları gündemlerinin geri dönülemez biçimde arka plana itilmesine neden olan İsrail’e destek politikaları, artık sıradan bir Ortadoğu politikası meselesi değil. Batılı siyasetçileri etkisiz kılan ancak Batı kamuoyunu kaybeden İsrail, uluslararası kurumların zaten eskiden beri kendisine düşman olduğunu söyleyerek kendini avutmaya çalışıyor. Uluslararası meşruiyetini yitirmiş bir devlet mefhumunun uzun vadede istikrar ve barış sağlaması mümkün olmadığı için, İsrail’in uluslararası sisteme ve özellikle Amerikan siyasetine maliyet üretmeye devam edeceği kesin. Trump yönetiminin gerçekten ‘Önce Amerika’ ideolojisine sadık olup olmadığını ve İsrail’i dizginlemenin getireceği siyasi maliyeti göze alıp almayacağı Amerikan çıkarları açısından belirleyici olacak. İsrail mevzubahis olduğunda verdiği sözleri yerine getiremeyen, müttefiklerini koruyamayan ve uluslararası normları uygulayamayan bir Amerika’nın bölgeden kopuşu hızlanacaktır.


