İsrail’in Suriye’yi istikarsızlaştırma oyunu: Kırılgan ateşkes Düşünce Günlüğü Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Ahmet Arda Şensoy / Doktorant, Nottingham Üniversitesi
Suriye’nin güneyinde Bedevi aşiretlerle Dürzi milisler arasındaki gerginliğin çatışmalara dönüşmesiyle başlayan olayların birinci haftası biterken kriz bambaşka bir şekle büründü. Şam’ın çatışmaları durdurma çabasına İsrail Dürzileri koruma bahanesiyle hava saldırıları düzenleyerek cevap verdi. Sonrasında ise İsrail destekli Dürzi milislerin Bedevilere karşı katliam görüntüleri düştü. Buna tepki olarak harekete geçen aşiretler ise Süveyda’ya yönelerek Dürzi milislere karşı kapsamlı bir mücadeleye girişti. 19 Temmuz günü itibarıyla ise aşiret güçleri Süveyda kapısına dayanmışken Türkiye, Ürdün ve ABD’nin çabalarıyla ortaya çıkan bir ateşkes ilan edildi. Tarafların ateşkese uyup uymayacağı belirsizliğini korurken tüm bu 1 haftalık süreçte yaşananlar, Suriye’nin devrim sonrası içinde bulunduğu kırılgan durumun son yansıması olarak öne çıktı.
Tüm bu gelişmelerin ışığında çatışmaların temel sebeplerini, İsrail’in Suriye’de ne yapmak istediğini ve Türkiye ile ABD’nin kriz eksenindeki yaklaşımlarını incelemek, meselenin geleceği ve çözüm senaryoları hakkında analiz yapmayı mümkün kılacaktır.
ŞAM’IN OTORİTE İNŞA ÇABASI ENGELLENİYOR
14 Temmuz’da, Dera merkezli Bedevi aşiretlerle Süveyda merkezli Dürziler arasında başlayan gerginlik kısa sürede bir çatışmaya dönüştü. Bunun üzerine harekete geçen Suriye ordusu Süveyda’ya intikal ederek asayişi sağlamayı hedefledi. İlk aşamada şehre girip düzeni sağlayan Şam güçleri, bu sırada İsrail’in hava saldırılarına hedef oldu. Daha sonra Dürzi milislerle bir ateşkes yaparak şehirden çekilen Şam güçlerine, Dürzilerin en önemli dini liderlerinden biri olan Hikmet el Hicri’nin kontrolündeki milisler tarafından saldırılar düzenlendi. 16 Temmuz itibarıyla ise İsrail Şam’da Suriye Başkanlık Sarayının yakınlarına ve Savunma Bakanlığı binasına düzenlediği hava saldırıları ile Şam’a ağır bir mesaj verdi. İsrail’in saldırılarına hedef olmamak için bölgeden çekilen Suriye ordusundan doğan boşluğu fırsat bilen İsrail destekli Dürzi milisler ise şehirdeki ve kırsaldaki Bedevi sivillere karşı katliamlara girişti. Bölgeden gelen haberler ve katliam görüntüleri sonrası ise yalnızca Dera merkezli Bedeviler değil, Suriye’nin muhtelif kesimlerinden Arap aşiretler de hızlı şekilde mobilize olarak Dürzi katliamcılara karşı Süveyda şehrine doğru harekete geçtiler.
Bu durum çatışmaların seyrini bir kez daha değiştirerek yerel aşiret güçlerinin Dürzi milisleri baskı altına almasına sebep oldu. 18-19 Temmuz itibarıyla Şam yönetimine yeni bir çatışma ve katliam döngüsünü önlemesi için konuya müdahil olma çağrısı yapılırken Şam yönetimi ABD’den İsrail’in saldırmayacağına dair bir garanti almadan harekete geçmeyeceğine dair sinyaller verdi. Bedevi aşiret güçlerinin Süveyda şehrinin kapılarına dayandığı noktada gelen ateşkes anlaşması ise krizi dondurmayı ve Suriye ordusunun bölgeye girerek asayişi sağlamasını öngörüyor.
Dolayısıyla şu aşamada Şam yönetimi, ilk denemesinde İsrail’in saldırılarına maruz kalarak ağır kayıplar verdiği ve nihayetinde çekilmek zorunda kaldığı Süveyda şehrine yeniden girme ve devlet otoritesini inşa edebilme fırsatı elde etmiş gibi görünüyor. Ancak İsrail destekli Hicri kontrolündeki Dürzi milislerin ateşkesi bir kez daha bozup bozmayacağı bir soru işareti olarak duruyor. Öte yandan İsrail’in de bölgeyi tekrar ateşe sürükleyecek adımlar atmaktan çekinmeyecek olması, durumu oldukça karmaşık bir hale getiriyor.
TEL AVİV İÇİN TEHDİT UNSURU: AHMED ŞARA
Dürzilerin hamisi olma iddiasındaki İsrail, Süveyda’ya giren Suriye ordusunu ve Şam’da Savunma Bakanlığı binasını hedef alarak zaten yerel dinamikler çerçevesinde de oldukça karmaşık olan meseleyi uluslararası bir krize dönüştürdü. Ancak İsrail’in bu tavrı çok da şaşırtıcı değil. İsrail’in Dürzileri destekleme politikası ve her fırsatta Şam yönetimini hedef almasının birçok sebebi bulunuyor. İlk olarak İsrail, Suriye devrimi sonrasında eski muhalif grupların Şam’da yönetimi ele geçirmesinden çarpık bir şekilde tehdit algılıyor.
Esed rejiminin yıkılması İsrail için, İran ve Rusya’nın desteğiyle ayakta kalabilen ve bu yüzden İsrail’e herhangi bir tehdit oluşturmayan rejim yerine halkın çoğunluğuna dayanan, kesin bir zafer ile yönetimi devralmış ve devrim sonrası ülkenin tanınması ve dünyaya yeniden entegre olması konularında ciddi adımlar atmış bir yönetimin gelmesi sebebiyle bir rahatsızlık unsuruna dönüştü. Bu yüzden Esed döneminde halkı katletmek için kullanılması sebebiyle İsrail için sorun olmayan mühimmatlar ve üsler yeni yönetimin elinde İsrail için bir riske dönüştü. Bu açıdan İsrail’in bu askeri kabiliyetleri bombaladığı, ayrıca tıpkı iç savaştaki gibi Şam’ın güneyine Suriye ordusunun girmesini keyfi olarak zorla yasakladığı bir statüko oluşturdu.
NETANYAHU NEDEN DÜRZİLERİN HAMİLİĞİNE SOYUNDU?
Dürzilerin hamisi olma iddiası ise İsrail’in çevre doktrini olarak adlandırılan politikasından kaynaklanıyor. Bu doktrine göre İsrail’in, bölgede Arap Müslüman nüfusla çevrili bir ülke olarak, Ortadoğu’da Müslüman Arap olmayan azınlık unsurlarıyla ilişkilerini geliştirerek bölgede yalnız kalmayı önlemesi mümkündü. Son yıllarda ise bu doktrin İsrail›in bölge ülkelerinde kendine sadık unsurları güçlendirerek o ülkelerde istikrarsızlıklar üretme politikasına dönüşmüş durumda. İsrail›in Dürzilerin hamisi olma iddiası ve Suriye Dürzilerinin dini liderlerinden Hicri›yi desteklemesi de bu doktrinin bir parçası olarak anlam kazanıyor. Böylece İsrail Dürziler eliyle Suriye›de karışıklıklar çıkarmak ve Şam›ın otoritesine darbe vurma fırsatı elde ediyor.
İkinci olarak İsrail, Suriye›de artan Türkiye etkisine karşı da Şam›ı zayıflatacak adımlarla dolaylı olarak Türkiye’nin etkisini de kırmayı hedefliyor. Yine aynı şekilde PKK/YPG›ye verilen destek de hem çevre doktrini hem de Türkiye’nin sınıflandırılması çerçevesinde anlam kazanıyor. Öte yandan Netanyahu 7 Ekim’de düzenlenen Aksa Tufanı’nda otoritesinin aldığı darbeyi İsrail’i sonsuz savaşlar döngüsüne sokarak aşmaya çalışıyor. Bir yandan Gazze’de soykırım sürerken Lübnan ve Yemen’e saldırılar da devam ediyor. Geçtiğimiz ay ise doğrudan İran’a saldırarak bu yüksek gerilim ve savaşma halini sürdürüyordu. Suriye’ye saldırmak da benzer bir amaca hizmet ediyor.
İSRAİL ABD’YE MEYDAN OKUYOR
Öte yandan İsrail›in Suriye›ye yönelik saldırıları, ABD ve İsrail’in Suriye’ye yönelik vizyonlarının çeliştiğini de göstermiştir. ABD başkanı Donald Trump her ne kadar seçim süresince verdiği savaş başlatan değil bitiren lider olma sözünü Ukrayna ve Gazze’de tutamamış olsa da Suriye’de yeni bir Amerikan politikasının temellerini atmayı başardı. Körfez ziyareti sırasında Suriye’ye yönelik ekonomik yaptırımları kaldırması ve hatta Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile görüşmesi Trump’ın Şam’da terör ve istikrarsızlık üretmeyi engelleyecek düzeyde istikrarlı bir yönetim istemesinin doğal sonuçlarıdır. Trump’ın vizyonuna göre istikrarlı bir Şam yönetimi, Türkiye’nin de desteğiyle DEAŞ terörünün tekrar ortaya çıkmasını engelleyebilir ve bu da ABD’nin Suriye’den asker çekmesi için gereken ortamı sağlayabilir. Yani Trump yönetimi için Suriye’de istikrar hem ABD’nin bölgeden çıkmasını sağlaması açısından hem de Türk Amerikan ilişkilerinin en büyük kriz noktası olan PKK/YPG›ye verilen desteğin bitmesi bakımından oldukça makul bir politika.
Bu doğrultuda Trump yönetimi SDG’nin Şam’la anlaşarak entegre olması için baskı yaparken örgüt ise aşırı taleplerinde diretiyor. İşte bu noktada İsrail’in Suriye politikası devreye giriyor. Çevre doktrini gereği Dürziler gibi PKK/YPG’yi de destekleyen İsrail, Şam’da zayıf bir yönetim talep etmesiyle ABD’nin vizyonuyla tamamen çelişiyor. ABD’nin görece istikrarlı ve bir noktada İsrail’e tehdit oluşturmayacağı garantisi alınmış bir Şam yönetimine bakışı pozitifken İsrail ise zayıf, mümkünse bölünmüş ve azınlıklar eliyle etki gücünü artırdığı bir Suriye hayal ediyor. Böylece İsrail’in Dürzilere ve terör örgütüne verdiği destek ABD’nin Suriye politikasına meydan okuyor.
KRİZ NASIL ÇÖZÜLÜR?
Peki tüm bunların ışığında krizin geleceğini öngörmek mümkün olabilir mi? Öncelikle belirtmek gerekiyor ki Süveyda ve Dürziler tarihsel olarak karakteristik bazı özelliklere sahip. Dürzilerin dini ve toplumsal olarak kapalı yapısı ve kim yönetimde olursa olsun Şam’daki merkezi otoriteye karşı mesafeli duruşları sebebiyle Dürziler üzerinde tam bir merkezi otoritenin inşa edilmesi pek muhtemel görünmüyor. Şam için ideal senaryo, ateşkesin uygulanması ve Şam güçlerinin şehre girmesi, sonrasında Dürzi unsurlar yerel güvenlik birimlerine entegre ediliyorken Dürziler içerisindeki İsrail destekli unsurların temizlenmesi, bu yapılırken bir İsrail saldırısına hedef olunmaması ve dış destekli yapılar temizlendikten sonra Şam’ın otoritesinin tanındığı ancak yerelde kısmi bir Dürzi hakimiyetinin de kabul edildiği bir statükonun kurulması olacaktır.
ESED DESTEKÇİSİ HİCRİ’NİN POLİTİK HIRSLARI
Ancak bu tarz bir çözümün önünde birden fazla engel bulunuyor. İlk olarak, Dürzi milislerin yaptıkları katliam sonrası Bedevi aşiretlerin adalet ve intikam talep etmeleri, sürecin yerel dinamikler açısından bir zorluğu olarak devam edecektir. Ancak aşiretlerin Şam’ın otoritesine saygılı yaklaşımı, Şam ateşkesi uyguladığı müddetçe aşiretlerin de ateşkese büyük oranda uymasını mümkün kılabilir. Ancak aşiretler bu krizin belki de en sorunsuz kısmını oluşturuyor. Ateşkesin devamı ve Süveyda’da bir merkezi otoritenin kurulmasının önündeki en büyük engel İsrail destekli Hicri grubunun saldırıları olacaktır. Hicri, her ne kadar ilan edilen iki ateşkese de imza atmış olmasına rağmen hemen sonrasında yeni talepler getirmesiyle ateşkese uymayacağını göstermektedir. Ayrıca sürekli İsrail’i ve uluslararası güçleri bölgeye müdahale etmeye çağıran Hicri, yapılan katliamları da düşününce bölgede derin bir Dürzi nefretini körüklemeye devam ediyor. Hicri’nin, iç savaşta büyük bir Esed destekçisi olması, devrim sonrası ise İsrail›e yakınlaşması düşünüldüğünde, politik hırslarının kolay kolay sönmeyeceği de söylenebilir. Bu da Suriye ordusu ve güvenlik güçlerinin şehre girmesine karşı saldırılar gerçekleştirmelerine ve sonrasında İsrail saldırılarına kapı aralamalarına yol açabilir.
Öte yandan İsrail, bu krizi körükleyen politikalarından geri adım atmış değil. Yaptığı saldırılar ve yapılan açıklamalar düşünüldüğünde Netanyahu hükümeti Suriye›nin güneyine dair hedeflerinden vazgeçecek gibi görünmüyor. Her ne kadar vizyonları çelişse de ABD›nin bu noktada İsrail›i açıktan karşısına alması ve sınırlandırmaya çalışması de pek muhtemel görünmüyor. Dolayısıyla İsrail›in ateşkesi ihlal etmesinin önünde herhangi bir engel bulunmuyor.
Sonuç olarak 1 haftayı geride bırakan olaylarda Suriye’nin iç savaştan bakiye kalan sayısız sorunlarından biri daha gün yüzüne çıkmış oldu. Şam’ın dünyayla diplomatik ilişkiler kurması ve ekonomik yaptırımların kalkmasıyla elde ettiği politik zafer kısa vadede yerel sorunların çözümüne doğrudan katkıya dönüşmüyor. Şam’ın merkezi otoritesini güçlendirmesi, devlet birimlerinin yeniden inşası ve siyasal düzenin tesis edilmesi gibi adımlar mevcut yerel krizlere doğrudan etki edebilme şansı sağlayacaktır.
YPG OLANLARDAN DERS ÇIKARACAK MI?
Süveyda’da yaşanan katliamların soruşturulması ve suçluların cezalandırılması, taraflarda oluşan intikam duygusunun bastırılıp devlet otoritesine güveni artıracak en önemli adımların başında gelmektedir. Son olarak, Şam yönetiminin Süveyda, Dürziler ve Bedevilerle ilgili krizde göstereceği performans ve elde edeceği başarıların, gelecekte Fırat’ın doğusunda SDG varlığının dağıtılması ve entegre edilmesi meselesi için ciddi bir tecrübe ve örneklik teşkil ettiği de unutulmamalıdır. Ana yapısını PKK/YPG terör örgütünün oluşturduğu SDG’nin tüm bu yaşananlardan çıkarması gereken ders ise, İsrail veya başka bir dış güce yaslanarak yerel unsurlara veya Şam’a karşı girişilecek eylemlerin toplumsal düzeyde büyük bir güvensizliğe, devlet düzeyinde ise ciddi bir askeri tepkiye sebep olacağıdır. Önümüzdeki günler tarafların gereken dersleri çıkarıp çıkarmadığını test etmek için Suriye’nin geleceği adına kritik zamanlar olacak.


