İstanbul Mushafı: Zihniyet çatışmasının yeni bir işaret fişeği Ömer Lekesiz
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Hattat
Hüseyin Kutlu
ile ekibi tarafından yazılan, tezyin ile tezhip edilen
İstanbul Mushafı
hakkındaki genel bilgileri önceki yazımızda iletmiştik.
Okurumuzun bilgi düzeyini gözeterek, kitaplaştırılmış
Kur’an
anlamına gelen mushaf kelimesiyle, Kur’an’ın mushaflaşma süreci üzerinde ayrıca durmadık. Yine de bu süreci işleyen şu iki kıymetli eseri onlara hatırlatmakta yarar görüyoruz:
-Tayyar Altıkulaç,
Günümüze Ulaşan Mesâhif-i Kadîme – İlk Mushaflar Üzerine Bir İnceleme, IRCICA, 2015
-İbn Ebî Dâvûd,
Kitabü’l-Mesâhif – Kur’an’ın Kitaplaşması, trc.: Abdülkadir Karakuş, Ankara Okulu, 2018
Artık İstanbul Mushafı tamamlanmış ve iş onu ilgilileriyle okurluk, sanatkarlık, zanaatkarlık ve zevk düzeylerine göre
buluşturma
ya
gelmişti. Bu düzeyler ise mushafın doğrudan okunmaya açık tutulmasıyla, hat tarzlarının, tezyin ile tezhiplerinin inceden inceye seyredilmesini gerektiriyordu.
Yanılmıyorsam bundan üç yıl önceydi, Kutlu Hocamız bu çoklu sunumun nasıl gerçekleştirileceğini dostlarıyla ve ehliyle istişareye başlamıştı. Bunların dar çerçeveli istişarelerinden birine dinleyici olarak katılmış, Kutlu Hocamız’ın bakış açısıyla, hazirunun bakış açısı arasında dağlar kadar fark olduğunu bizzat görmüştüm. Ayrıca bir yazımda da bu durumu Kutlu Hocamızın,
İsmal Güleç
’in bir tv programındaki sözleriyle de teyit etmiştim.
Kutlu Hocamız felsefî bir eğitime sahipti ancak Hüsn-i hat sanatkarlığı onu Müslüman sanatlarının icrası ve ifası esasında –doğal olarak– İslam zihniyetinin içinde tutuyordu. Hocamızın felsefeciliğini zikretmemin nedeni, bu bahiste felsefenin zihniyet farklılığının ilk zeminini oluşturmasındadır.
Şöyle ki hemen her felsefeci Batı’da modern sanatın, dinin geriye itilmesiyle doğan boşluğa yerleştirildiğini, yeni sanat tarihinin de onu “her şey için bir mülkiyet unvanı kaydetmek adına her şeyi törensiz bir şekilde sanat olarak ilan” ettiğini bildiği gibi, Roma mirasına sahip bir devlete din olması bakımından Hıristiyanlığın inanç ve kültür olarak sanatının pagan imgelerini de kendi içine çektiğini, bu manada Kibele ve İsis ile Meryem kült ve imgelerindeki sürekliliği sağlaması nedeniyle inanç açısından bir kırılmayı ifade etmediğini ve bunun sekülerleşme sürecinde ilgililerince tepe tepe kullanıldığını da bilir.
Dolayısıyla bu zihniyetin arketiplerin, idollerin, kültlerin ve imgelerin ikonlaştırılması esasında
seyre tabi
olduğu, yani ikonun (eikon) özünde
görünmeyeni gösterme
maksadıyla kendi sürekli
görünürlüğe
sunulan şey (mucizevi imgeler, aziz ve azize portreleri, Yeni Ahit’ten görsel hikayeler vb.) olarak modern zamanlardaki müzeciliğe,
sanatevlerine
, sair
teşhir
yol ve araçlarına
meşruiyet
sağladığı da malumdur. (Bkz.: Ervin Panofsky, İkonoloji Araştırmaları – Rönesans Sanatında İnsancıl Temalar, tr.c.: Orhan Düz, Pinhan, 2012; Hans Belting, İmge ve Kült – Sanat Çağı Öncesi İmgenin Tarihi, trc.: Sedef Açıkgöz, Ketebe, 2025; Brian O’Dohrety, Beyaz Küpün İçinde – Galeri Mekânının İdeolojisi, trc.: Ahu Antmen, Sel, 2010)
Kutlu Hocamız’ın felsefeciliği nedeniyle, İslam zihniyet ve temeddününe tabi bir hattat olarak kendi zihniyetiyle Batı sanat zihniyeti arasında önemli bir mesafe oluşturduğunu –aynı bakış açısını paylaşıyor olmakla– bizler bildiğimize göre, söz kendisinin ve ekibinin müşterek eseri olan İstanbul Mushafı’na geldiğinde onun Kur’an’ın sergiye konu olması ihtimaline karşı çok özel bir hassasiyeti yüklendiğini de biliyoruz.
Son tahlilde Kutlu Hocamız, İstanbul Mushafı’nı aynı zamanda bir sanat eseri olarak gerçekleştirmede yaşadığı teknik problemlerin çok çok fevkinde bizzat zihniyete taalluk eden büyük bir problemle baş başa kalmıştı. Yoksa mesele İstanbul Mushafı’nın –daha önce de bilgilendirdiğimiz üzere– şu ya da bu şekilde sergilenmesi meselesi değildi zira gerekiyorsa o öyle de yapılabilirdi.
Ama asıl mesele Batılı usulde sergilemenin neden olduğu zihniyet çatışmasını, İstanbul Mushafı’nı da teşhire ve dikizlenmeye açık bir sanat nesnesine dönüştürmesi ihtimaliyle dert edinmekti.
İslam’ın idol, suret/ikon ve teşhir karşıtı olarak görmeyi salt retinal görmenin ötesinde nazar, basiret ve kalp ile tahkim etmekle kalmayıp, okumayı da yine retinal okumanın ötesinde idrak, şuur, akletme, tefehhüm, tezekkür, tecessüs… ile hakikatin keşfine tahsis ederek onu tüm zamanlara ve nesillere yayması, böylece Hıristiyanlığın aksine, kendinden önceki arketiplere, idollere, ikonlara ve imgelere göre gerçek bir kırılmayı gerçekleştirmesi, Kurlu Hocamızın mezkur derdini daha da yoğunlaştırıyordu.
Bu gerilimden beslenen
sergileme problemi
çözümsüzlüğe havale edilemeyeceğine göre ne yapılmalıydı?


