Kırkpınar pehlivanı/ Lensler konuşabilseydi Agos
Agos sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos'un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı 'lensler konuşabilseydi' başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.
Stadyumda, saha içinde olmaktan nihayet yorulmuştum. Kırkpınar Yağlı Güreşlerine ilk gidişimdi. Sabahın erken saatlerinden beri güreş meydanında fotoğraf çekiyordum – sırasını bekleyen pehlivanlar, üniformalı bando üyeleri, izleyiciler, biraz da güreş karşılaşmaları... Fakat çektiğim kareler birbirini tekrar etmeye başlamıştı, sıkılmıştım; bir de, çok fazla fotoğrafçı vardı. İşin aslı, benim ilgimi her zaman, olaydan ziyade, o olayın yanında yöresinde, öncesinde sonrasında olup bitenler çekmiştir. Örneğin sahne üstündeki bir müzik ya da tiyatro performansı, sahne arkasında yürütülen hazırlıklar kadar cazip değildir benim için. İlginç kareleri, sanatçıların herkesten uzakta, kendi iç dünyalarında oldukları sahne arkasında bulurum hep. O gün de, stadın girişindeki kalabalığın içinden zar zor sıyrılıp dışarı çıktım, etrafta yürümeye başladım.
Ve öyle bir dünya keşfettim ki! Çimenlerin üzeri tıklım tıklımdı – oturanlar, seyyar satıcılar, stadyumun içinde ne kadar pehlivan varsa, genciyle yaşlısıyla, bir o kadarı da dışarıda... Kimi antrenörüyle idman yapıyor, kimi masaj yaptırıyor, çoğu ise arkadaşlarıyla birlikte oturmuş, dinleniyordu. Neredeyse her güreşçinin etrafında, onu yani idolünü heyecan içinde izleyen hayranları vardı. Stadın dışında en çok dikkatimi çeken görüntü, arkalarında antrenörleri ve hayranlarıyla, yan kapıdan hızla çıkan güreşçilerdi. Bağırışlarından ve çıkan gürültü-patırtıdan, hangisinin kazandığını, hangisinin kaybettiğini anlayabiliyordum. Galip gelenler, genellikle bir hayranının omuzlarının üzerinde çıkıyordu stadyumdan. Mağlup olanların antrenörleri ise hep yanlarında oluyordu; onları teselli etmek için sarıp sarmalıyor, bağırlarına basıyor, gözyaşları içindeki yüzlerini neredeyse göğüslerine gömüyorlardı.
Ama çıkanlardan biri, diğerlerinden farklıydı. Yenmiş mi yoksa yenilmiş mi, anlaşılmıyordu. Arkasında onu tezahüratlarla takip eden kalabalık bir grup vardı ama o yavaş adımlarla, sessizce yürüyordu. Kimse ona dokunmuyor, antrenörü de sessizce onun ardından geliyordu. Bir yere oturana kadar, onu fotoğraf makinemle takip ettim. Herkülvari vücudu yağ ve ter içinde parıl parıl parlıyor, o münzevi bir keşiş gibi oturuyordu. Galip mi gelmişti yoksa mağlup mu olmuştu, bunun hiçbir önemi yoktu. Ortalığın aniden sessizleştiğini hatırlıyorum. Herkes biliyordu ki, yalnız kalmaya ihtiyacı vardı.
Çeviri: Altuğ Yılmaz


