Korku Agos
Agos sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Okul müdürünün küçük odasında 4-5 kişiydik. Hepsi müdür düzeyinde kıdemli öğretmenlerdi. İsteğimi sevgi ve takdirle karşıladılar hatta “Bize onur getirdiniz, fotoğraf çekme isteğinizle” dedi içlerinden biri. Sonra bir duraklama… Bir sessizlik bürüdü odayı.
Yarım asır önce orta okul sıralarında yazdığım bir hikayede dile getirmiştim ‘Korku’ duygusunu. Küçük bir çocuğun gelgit sırasında sahilde yürürken ağır ağır kuma saplanışını ve duyduğu korkuyu anlatıyordu hikaye.. Karşısında engin bir okyanus, sonu belirsiz uçsuz bucaksız bir ufuk, çevresinde kendisine yardım edecek kimsenin bulunmaması, her adım atışta ayaklarının biraz daha kuma saplanması çocuğun korkusunu artırıyordu. Nedenini bilmediği, açıklayamadığı bir duyguydu korku.
1893 yılında Norveçli ressam Edward Munch “Çığlık” (The Scream) adlı tablosunu dünyaya sunmuştu. Korkunun resmiydi tablo.
İki nesil ve uzantısını yaşadım gazetecilik hayatımda. Bir uçtan öteki uca arşınladım dünyayı. Olamazların olduğunu, imkansızların imkanlı olduğunu, “Yok yahu bu kadarı da olur mu?” denilenlere “ Valla oluyor işte” dendiğini gördüm ve yaşadım bu uzun sanal yaşantımda.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Burhan Felek Basın Hizmet ödülünü aldığım gün sevgili dostum rahmetli Niyazi Dalyancı’nın okuduğu teşekkür konuşmamda da anlattım KORKU’yu. İngiliz Gazeteciler Cemiyeti (NUJ) ödül törenlerinde, üniversite konuşmalarımda, yazılarımda anlatmaya çalıştım gazeteci, yazar, sanatçı, okur yazar ve de duyarlı insan olmanın getirdiği ‘yanlışlara karşı durma’ KORKU’sunu.
Birkaç ay önce benim ve Gültekin Çizgen- Sarkis Baharoğlu’nun birlikte çalışması olan “3 bakış, 3 İstanbul” konulu fotoğraf sergisi çekimleri sırasında da yüzyüze geldim bu anlatılması güç duyguyla.
Ne garip bir rastlantıydı ki saygın İngiliz gazetesi The Guardian’a New York’tan yazan Arwa Mahdawi de aynı günlerde Trump yönetimine karşı hissettiği güvensizliği ve ‘Korku’yu dile getirmişti köşe yazısında. “Acaba Avrupa’ya tatile gitsem ömür boyu yaşama ve çalışma hakkına sahip olduğum ABD topraklarına geri dönebilecek miyim? Trump yönetimi engeller mi ülkeye girişimi?” sorusunu soruyordu korku dolu yazısında.
Okul müdürünün odasında
Gençlik dönemi eğitimimde çok büyük katkısı olan Viyana kökenli Mıkhitarian Lisesi’nin 200. yıl kuruluş döneminde okulda çekmek istediğim birkaç sanatsal fotoğraf neden oldu bu yazıya.
Okul müdürünün küçük odasında 4-5 kişiydik. Hepsi müdür düzeyinde kıdemli öğretmenlerdi. İsteğimi sevgi ve takdirle karşıladılar hatta “Bize onur getirdiniz, fotoğraf çekme isteğinizle” dedi içlerinden biri. Sonra bir duraklama… Bir sessizlik bürüdü odayı.
-“Nasıl söylesek acaba?…İsteğinizi gerçekleştirmek için izin almamız gerekir.”
-“Ne izni? Siz yetkili değil misiniz bu okulda? Kimden izin alacaksınız?”
-“Üst makamlardan” dedi içlerinden biri.
-“Peki sizler en üst makam değil misiniz?”
-“Milli Eğitim’e sormamız gerekir. O nedenle bir dilekçe yazmanız gerekiyor” dedi bir başka ses.
-“Ben dilekçe falan yazmam siz ne gerekiyorsa yazın ben altını imzalarım”
Dilekçe faslı
Yazdılar dilekçeyi. ‘Fotoğraf çekecek kişi okulumuzun eski mezunlarından’ vs.
İmzaladım. En fiyakalı şekilde.
Sınıfların birinden, devirlerin ötesinden, beni öğrencilik yıllarıma götüren sanal bir çocuk şarkısı geliyordu İlham Gencer’in sesinden..
“Damdan düştü bir kurbağa
Titretti kuyruğunu
Onu gören bir jandarma
Aldı götürdü onu…”
Gelen cevap
Cevap tez geldi. Fotoğraf çekmemde bir mahzur yoktu ama yayınlanamazdı ve de sergilenemezdi çektiğim fotoğraflar.
Büyük ve zaptı zor bir güç, oturduğum yerde sarstı beni.
-“Nasıl yani bu normal bir yanıt mı?” diye sordum şaşkınlıkla.
Cevap vermediler soruma.
Soluğu en yakın Türk okulunun müdür odasında aldım. Hüviyetimi ve de basın kartlarımı masanın üzerine sıraladım. “Fotoğraf çekmek istiyorum okulunuzda. Aralarında iyileri olursa ve elemeyi geçerse belki İstanbul sergisinde ve sergi kitabında kullanılabilir. Hatta dünyayı da dolaşabilir kitap ve sergi. Elbette velilerin ve okul yönetiminin onayıyla” dedim bir solukta.
-“Yaz bir dilekçe yönetime sunalım ama bence bir sakıncası yok” dedi sert ama mert bakışlı müdür.
-“Yazıcınız var mı?”
-“Ne yazıcısı?” Bir kalem ve kağıt uzattı. "Yaz şuraya isteğini, imzala altını, kimlik kartı numaranı da eklersen en alta, yazı tamamdır” dedi.
-“Emin misiniz müdür bey Milli Eğitim’e sormayacak mısınız?”
-“Okulun müdürüyüm. Ben kabul edersem isteğinizi ve okul yönetimi de evet derse başka kimseye ve merciye sormam gerekmez” dedi KORKU’suz müdür.
Müdürün ikram ettiği demli çaya ve gösterdiği misafirperverliğe teşekkür ettim.
O gün 3 okula daha gittim. Hepsi de aynı yanıtı verdi.
Peki neydi 200 yıllık bir geçmişi olan Viyana kökenli Mıkhitarian Okulu’nun farklılığı?


