Modernite büyümeyelim istiyor Düşünce Günlüğü Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak duyuru yapıyor.
Doç. Dr. Hüseyin Onur Ercan / Türk-Alman Üniversitesi
Rengi, dili, milleti ne olursa olsun her halde her çocuğun tabiatı, isteklerinin bitmemesidir. Bu çocuk (Alman pedagojisine göre yürümeye başlayan her bebek buluğ çağına kadar çocuk sayılır) çevresini, başka bir ifadeyle dünyayı ve tabii ki kendini tanımak için evvela gördüğü sonra da hayal ettiği her şeyi denemek ister. Umum pedagoglar bu temayülün, gelişmenin doğal bir parçası olduğunu söylerler. Yine çocuğun tabiatında ifrat derecesinde bir şeyi istemek olduğu gibi tefrit derecesinde ondan sıkılmak da vardır. Bu sırada meyyal olduğu deneyimin/nesnenin pahasının hiçbir rol oynamadığını ebeveynler çok defa gözlemlerler. Üç kuruşluk bir kâğıttan uçak, saatler süren bir oyuna araç olabiliyorken, bir yarım memur maaşı nispetindeki bir oyuncaktan çabucak sıkılması mümkündür. Bu türden davranışlara şahit olan, mesela tarihte unutulmazlar arasında yer alan kralların, sultanların hatta imparatorların genellikle torunlarıyla olan münasebetlerinde, muktedir ve şedid dedenin müsamaha göstermiş olması gibi, hemen hemen her ebeveyn de “çocuğun çocukluğunu” çoğu defa anlayışla karşılar. Bu bir nevi “çocuğun hakkı” sayılır. Fakat aynı davranışı bir yetişkinin sergilemesi durumunda iş değişir ve tarih boyunca da değişmiştir.
ÇOCUK KALAN YETİŞKİNLER
2025 Avrupa'sının belli başlı büyük şehirlerinin merkez bölgelerinde bulunulduğunda görünen çarpıcı bir manzara, aşağı yukarı şu şekilde resmedilebilir: Yürüyüşüyle, kılık-kıyafetiyle, saçıyla, makyajıyla, oturuşu ve kalkışıyla ama özellikle konuşmasıyla -ister İngilizce olsun, Almanca, İspanyolca, İtalyanca olsun ya da Türkçe veya Hırvatça hiç fark etmez- çocuk kalmış yetişkinler, toplumun çoğunluğunu oluşturur. Bakışları, tepkileri, hayretleri, sevinçleri, üzüntüleri biraz daha konuşturulduklarında da ortaya çıkacağı veçhile ilkeleri ve hayattan beklentileri en iyi ihtimalle ergenlik düzeyindedir. Rahatlıkla, mesela Kuzey Avrupalı 50’li yaşlarda bir kadının “Kızımla düğününde aynı elbiseyi giymek istiyorum.” veya Londra’da yaşayan yine benzer yaştaki bir adamdan, akademik bir toplantı sonrasında ve toplu akşam yemeği sırasında “Karımla beraber en büyük hayalimiz balonla Manş Denizi’ni geçmektir.” şeklinde mâlâyâni isteklere denk gelmek mümkündür. Üstelik belki kuzeyli kadın üst düzey bir yöneticidir; Londra’ya yerleşmiş olansa dünyanın en saygın müzelerinden birinde emektardır. Üç nesil boyu bir ailenin baştan aşağı aynı formayı giyip, statta artık Allah bilir kaç paraya bir final maçını seyretmeleri de mümkündür; yahut dünyanın en eski üniversitelerinin lisans öğrencilerinin kitap okumak yerine kimsenin ilgilenmediği bir diziyi en ince ayrıntısına kadar ezbere anlatmasına şahit olmak da.
ÇAĞIMIZIN SORUNU
Ezcümle çok yaygın bir örüntü olarak karşımıza çıkan ve esasen memleketimizde de ciddi bir biçimde işaretler taşıyan, kanaat-ı âcizaneme göre insan onurunu, aklını, vicdanını ve haysiyetini zedeleyip onu bir tüketim nesnesi ve tükettikleriyle/satın aldıklarıyla iftihar etme budalası haline getiren bu varoluş biçimi asrımızın en büyük sorunlarının üst sıralarında yer alır. Zira bu büyümemiş ve çocuk kalmış modern insan tipi, insanlığın ve tabiatın, kısacası tüm canlıların aleyhinde şu dezavantajlara sahiptir: Bencildir, hafızası zayıftır, kıskançtır, yetki ister sorumluluk almaktan kaçınır, bir işi beceremediğinde yüzsüzlüğe vurur, bahane üretme ustasıdır, başkalarını suçlamaktan ve başkalarına çektirmekten haz alır, korkaktır, alın teri emekleri har vurup harman savurmakta hiçbir sakınca görmez, vefasızdır, -özellikle ailesine karşı- nankördür, kendisini dünyanın merkezinde gördüğünden dünyanın kendisi etrafında dönmesini ister, tatminsizdir, huzursuzdur, saldırgandır, nobrandır, çabuk küser, çok alıngandır, nefsinin emrettiği tüm isteklerinin adeta kölesidir, bütün bunların üstünde ve/veya bunlara bağlı olarak profandır. Profan olduğu için de en büyük nankörlüğü kendisine can, kalp, beden, akıl ve ruh bahşetmiş olan Yüce Yaradan’a karşıdır (bu cümledeki istihdam bilinçli olarak yapılmıştır).
Bu noktadan hareketle şu soru, karşımıza kendiliğinden çıkmaktadır: Böyle bir insan tipi en çok kimin işine yarar/ekmeğine yağ sürer? Biraz tarih ve ekonomiye âşinâ ve biraz da ferâset sahibi biri, bu tipin aynı zamanda bireyselci olmasını ve en fazla tüketim yapabilme potansiyeline sahip bulunmasını göz önünde bulundurarak cevabın arkasında yatanın, sözü edilen modern insana müzâhir, medyayı da elinde tutan küreselciler ile çok-uluslu şirketlerin, demek ki modernitenin ana taşıyıcılarının olduğunu fehmedecektir.


