Modernleşmenin çelişkileri kadın üzerinden tartışılıyor Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Giyim tarzları, kadınların toplumsal rolleri, eşler arası uyum veya uyumsuzluk, evlenme biçimleri, kadınların çalışması hatta çocukların eğitimi… Bugün dijital çağın getirdiği modernleşme sürecinde ele aldığımız birçok konunun kökeni aslında Tanzimat dönemindeki modernleşme adımlarına dayanıyor. Bu gündelik ama bir o kadar elzem tartışmalar; bugün sosyal medya, TV dizileri ve filmler üzerinden ilerlerken geçmişe dair bu tartışmaların izleri dönem romanları ve hatıratlar üzerinden sürülebiliyor. “Tarih, daima bugünden geriye güncellenir” diyen Yazar Fatma Barbarosoğlu, okuyucuyla buluşturduğu son kitabı Yeni Hayatın Yeni Kadınları ile “edebî kamu”nun yüzyılı aşkın tecrübesinin ışığıyla dünün edebiyatından, bugünün anlam haritasını çıkarmaya davet ediyor. Matbuat modernleşmesinden dijital modernleşmeye kadar geçen sürede kadınların toplumsal hayata katılmaları konusundaki erkek kararsızlığının devam ettiğini ifade eden Barbarosoğlu, kitabında “yeni kadın” temsilini Tanzimat sonrası erkek yazarların kafa karışıklığı ve ikircikli tutumlarını en iyi temsil eden metinler üzerinden ele alıyor ve “Erkek yazarların kaleminde okuyarak ihya olmuş kadın karakterleri niye göremiyoruz?” sorusunu soruyor. Fatma Barbarosoğlu ile okurla buluşan son kitabı Yeni Hayatın Yeni Kadınları’nı konuştuk.
İlk olarak, yeni kitabınızın sunuşunda dikkat çektiğiniz bir konuyla başlamak istiyorum; “Bugün konuştuğumuz, tartıştığımız pek çok meselenin ilk nüvelerini Tanzimat modernleşmesinde bulmak mümkündür” diyerek gündelik hayatın her safhasını ilgilendiren konuların Tanzimat modernleşmesi ile doğrudan ilgili olduğunu söylüyorsunuz... Sosyal meseleleri konuşmak için Tanzimat’tan başlamak gerekli mi?
Tarih daima bugünden geriye güncellenir. İçinde yaşadığımız dijital modernleşmenin izini sürebilmek ancak matbuat modernleşmesini bütün hatlarıyla tasvir etmek ve kuşatmak ile mümkün. Matbuat modernleşmesini anlayabilmek için de Fransız İhtilali, Sanayi İnkılabı, Aydınlanma felsefesini kavramak gerekiyor. Ancak bu dönüşümlerin izinde Tanzimat Modernleşmesini tasvir ve tahlil ederek tarihin içindeki sürekliliği ve kopuşu aynı zaman diliminde görmek mümkün olabilir. Tanzimat Modernleşmesi genellikle siyasi ve sosyal olaylar üzerinden çalışılmıştır. Mesela İngiltere ile yapılan 1838 Ticaret Anlaşması’na bağlı olarak kadınların ucuz iş gücü olarak devşirilmesi üzerinde fazla durulmamıştır. Dolayısıyla Tanzimat Modernleşmesine dair konuşacağımız çok konu var.
Erkeklerin kararsızlığı devam ediyor
Kadınlar, geçmişte “alaturka-alafranga” olarak ayrıştırıldığı gibi bugün “seküler-muhafazakâr” olarak tanımlanıp, tabiri caizse etiketleniyor. Siz de gündelik hayatı kadınlar üzerinden tartışma hususunda başka hiçbir konuda olmadığı kadar toplumsal istikrar gözettiğimizi ifade ediyorsunuz. Bu istikrarın sebebi nedir?
Alaturka-alfranga ayrımı sadece kadınlar dünyasına ait kavramlar değil. Alafranga kadınların eşleri ya da babaları da alafranga. Osmanlı kadın modernleşmesinde “ailesine rağmen” alafranga olan öznelerle sık karşılaşmak pek mümkün değil. Bu anlamda ilk aklıma gelen örnek Namık Kemal’in torunu Selma Ekrem. Halide Edip mesela mütedeyyin anneanne ile Batıcı baba arasında salınan bir değerler çatışması altında yetişiyor. Ama Batıcı baba çok eşlilik söz konusu olduğunda derhal Şark’ın tanıdığı “imkânlar”a sığınıyor. Nitekim Halide Edip’in ilk eşi Salih Zeki de çok modern görüşlere sahip olduğu halde çok eşliliği savunan ve bunu Halide Edib’in üzerine kuma getirerek pratiğe dökmek isteyen biri. Matbuat modernleşmesinden dijital modernleşemeye kadar geçen sürede kadınların toplumsal hayata katılmaları konusundaki erkek kararsızlığı devam ediyor. Neden devam ediyor? Sosyal meselelerin analizi siyasetin gölgesinde kaldığı için daima güdük, “Hem karnım doysun hem somunum bütün olsun” diyen bir anlayış hâkim, erkekler cephesinde.
İkircikli tutumun temsili metinler
Sosyal bilimlerin roman gibi kurgusal metinler üzerinden toplumsal okuma yapmaya çok sıcak bakmadığı düşünülür. Siz ise Yeni Hayatın Yeni Kadınları’ında kadını Felsefe-i Zenan, Ankara, Fon Sadriştayn gibi edebi eserler üzerinde inceliyorsunuz. Bu eserleri nasıl belirlediniz?
Toplumun duygularını tasvir ve tahlil etmek için edebî metinler, müzik, resim, mimari önemlidir. Ormanı tasvir etmeden önce ormandaki bir ağaca sarılmayı, onun güneşi ve rüzgârı nasıl muhafaza ettiğini görmeyi önemsiyorum. Toplumu orman, bireyi de ormanı oluşturan ağaçlar olarak düşünüyorum. Kitapta yer alan metinler, o metinleri yazan erkek yazarların kafa karışıklığını, ikircikli tutumunu en iyi temsil eden metinler. Ahmet Mithat Efendi, Felsefe-i Zenan’ın Fazıla’sı ile okuyan ama evliliğe karşı olan bir karakter inşa etmek istemiştir. Babasından kalan mülkü satıp senet alan Fazıla, iki yetim kızı evlat edinmiş, onlara da asla evlenmemelerini vasiyet etmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı edebî kamusunda çok okunan bir yazar olarak kendini kabul ettirmiş olan Ahmet Mithat Efendi esasında okuyan kadının kimliğine, kişiliğine dair bir şey söylemez metninde. “Çok okuyan kadın karakter”in okuduğu metinlere dair de bir şey söylemez. Yemek dahi yapmayan, yemekleri dışardan söyleyen Fazıla karakteri, okuyarak benliğini inşa eden biri olarak tecessüm etmez, cam önünde gergef işleyen bir karakter izlenimi bırakır okuyucuda. Felsefe-i Zenan’ı kaleme aldığında diyelim ki “okuyan kadın” konusunda yeterli bir bilgiye, gözleme sahip değildi Ahmet Mithat Efendi. “Filozof ve Fazıl kızım” diye hitap ettiği Fatma Aliye Hanım ile teşriki mesaisinden sonra hakiki bir okuyan kadın inşa etmesini bekliyoruz. Ne ki son romanı Jöntürk’te de okuya okuya ifsat olmuş bir karakter inşa ediyor Ahmet Mithat Efendi. Benim temel izleğim şu: Erkek yazarların kaleminde okuyarak ihya olmuş kadın karakterleri niye göremiyoruz?
Ömer Seyfettin’in “Fon Sadriştayn” öyküsünün Alman kadınına methiye düzen satırları da çok ilginç geldi bana…
İlginç hakikaten. Milli edebiyatın öncüsü kabul ettiğimiz yazar, ilk öyküsünde Türk erkeğini ancak bir Alman kadın mutlu edebilir önermesi ile hikayesini kotardıktan sonra bu hikayedeki görüşlerini adeta restore etmek istercesine “Fon Sadriştayn’ın Oğlu” adını taşıyan ikinci bir hikaye yayımlıyor. Bu defa önerme şuna dönüşüyor: Erkeği anlamak konusunda Alman kadın iyidir ama çocuk yetiştirmek konusunda asla bir Türk annesi gibi olamaz.
Değişimler kadın üzerinden veriliyor
Yakup Kadri’nin Ankara romanını Selma üzerinden anlatması kadınların erkeklerden beklentisini başka bir açıdan gözler önüne seriyor sanki...
Romanın kadın karakteri Selma üç defa evlenir. Okuyucu Selma’nın yeni evlendiği kocası üzerinden dönemin şartlarını görmeye davet edilir. Selma’nın ilk kocası fazlasıyla korkak bir banka memurudur. İkinci eşi askerdir ve Selma ona ortak bir ülkü etrafında birleştikleri için âşık olmuştur. Ama asker koca vatan kurtarılınca hayatında paradan başka tutunacağı hiçbir değer kalmayan birine dönüşür. Üçüncü kocası gazeteci-yazardır. Bu gazeteci yazar biraz da Yakup Kadri’nin kendisidir. Siyasi gerilimi ve değişimi Selma karakteri üzerinden anlatan yazar esasında ne demek istemiştir? Ne demek istediğini kendisinin de çok farkında olduğunu zannetmiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Yazarın kendi yazdıklarını idrak etmesi için metin ile arasına zamansal bir mesafenin girmesi gerektiğine inandığım için böyle söylüyorum. Biz bugün o çok idealist adamların güç ellerine geçince nasıl teneke bir şahsiyete dönüştüğünü görüyoruz ama bunları pek de roman kahramanı olarak düşünmüyoruz. Sanki makbul erkek kahramanların zaman içinde teneke karakterlere dönüşmesi normal bir şeymiş gibi hiç üzerinden durmuyoruz bile. Ankara romanını bir ütopya olarak düşünmüştür yazar. Ama Mustafa Kemal’in “erken ölümü” Yakup Kadri’nin Ankara ütopyasının ölü doğması ile neticelenmiştir. Biz bugün distopik görsel metinlerle çevrili bir dünyada Ankara romanını tekrar okuyunca ne görüyoruz? Ben kendi gördüklerimi anlattım. Kendi gördüklerim üzerinden okuyucuyu metne davet etmiş oldum bir anlamda. Ama her okuyucu için metin yeni anlam haritaları sunmak üzere tekrar tekrar okunmayı bekliyor.

Kitabınızın son bölümünde Tanzimat yazarlarının ‘ideal kadın’ını masaya yatırıyorsunuz. Dijital modernleşme çağında halen “Türk erkeği ne ister” sorusunun bu denli popüler olmasını nasıl değerlendirmeli?
Dijital modernleşme çağında sadece “Türk erkeği ne ister?” sorusu değil, “Erkekler ne ister?” sorusu bütün gezegeni kapsıyor. Z kuşağı erkeğinin, makul isteklerinin olabileceğine dair ümidini yitirmiş durumda kendinden önceki kuşaklar ve aynı kuşağın genç kızları. Çünkü erkeklerin mesuliyetten kaçtığı, kızların ise kendisini yetiştirme konusunda sınır tanımadığı gibi bir anlayış var. Rastlamışsınızdır muhakkak, sosyal medyada bir çizim dolaşıyor son günlerde. Bedeninden eller fışkıran ve her elin başka bir şey icra ettiği, on parmağında on marifetin on elinde on maharete evrildiği bir durumu resmeden muhafazakâr kız “duruşu” görselinden bahsediyorum. Esasında bu sadece muhafazakâr kız duruşu değil. Bütün dünyada idealist kadınlar kendilerini geliştire geliştire, arttıra arttıra hayata tutunurken, “bir elinde cımbız bir elinde ayna” olan kadınlar evleniyor, çocuk sahibi oluyor ve onların yetiştirdikleri, daha doğrusu yetiştiremedikleri çocuklar dünyanın ve iyi yetişmiş diğer çocukların başına bela oluyor. Kadınlarla kadınlar, erkeklerle diğer erkekler arasındaki mesuliyet farkı üzerine düşünmedikçe, bu konular minimal düzeyde çalışma konusu yapılmadıkça hakikatin ölçüsü olamayacak genellemelerle ve klişelerle, olmakta olanı kavrayamayacağız. “Ailemiz değerlidir”in tekrarından arınmış çalışmalara ihtiyacımız var.

Naylon karakterler bugün de gerçeğe yaklaşamadı
Geçmişte özellikle erkek kalemlerin elinden çıkan ‘naylon’ kadın karakterlerin benzerlerini bugün dizilerde, filmlerde izliyoruz. Bir Başkadır’la başlayan ‘furya’ Kızılcık Şerbeti, Kızıl Goncalar, İstanbul Ansiklopedisi gibi yapımlarla devam ediyor. Bu yapımlar içerisinde, belki süreçle beraber ‘naylon’ karakterlerin gerçeğe yaklaştığını düşünüyor musunuz?
Naylon kadın karakter meselesi Tanzimat romanına kadar gidiyor. Erkek yazarlar alafranga kadınları kanlı canlı tasvir ederken romanın olumlu kahramanını asla tasvir edemiyorlar. Kıyıda köşede kalmış “kurban karakter”ler olarak alafranga kadın karakterin sahnesini aydınlatmak üzere birkaç cümle ile anlatılırlar yazarın “erdem timsali” olarak anlattığı söz konusu karakterler. Cumhuriyet döneminde aynı klişeleri gerici-ilerici ayırımında görürüz. “İlerici” karakterler kanları, canları ve ruhlarının bütün renkleri ile metinde yer alırken “gerici” tipler, “ilericiler”in ne kadar iyi olduğuna okuyucuyu ikna etmek için yer alır romanda. Bu, Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak romanında da böyledir, Orhan Pamuk’un Sessiz Ev’inde de. Bahsettiğiniz dizilerde karakterler geçmişe göre daha estetik boyutlarda sunuluyor seyirciye. Fakat naylon karakterlerin estetize edilmiş olması, gerçeğe yaklaştıkları anlamına gelmiyor maalesef. Sorun şu ki, “gerçek” dediğimizin ne olduğu konusunda mütedeyyin kadınların da kendi aralarında bir uzlaşmaya, ortak bir temsil üzerinde anlaşmaya varmaları pek mümkün değil artık.


