Murat Ülker yazdı: Doppelganger: Ayna Dünyaya Yolculuk Aktüel Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi, pladis ve GODIVA Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker'in ''Doppelganger: Ayna dünyaya yolculuk' dijital dünyadaki biz ve gerçek kimliğimiz' başlıklı yazısı şöyle;
Günümüzde Dijital Çağ, kimliğin sadece biyolojik veya sosyokültürel bir olgu olmaktan çıkıp, manipüle edilebilir bir yansımaya dönüştüğü bir dönem oldu. Naomi Klein’ın “Doppelganger: Ayna Dünyaya Yolculuk” adlı eseri, bireylerin yanlış kimliklendirilmek sürecine maruz kalmasının toplumsal ve psikolojik etkilerini sorguluyor.
Doppelganger kavramı, psikolojide, felsefede ve edebiyatta uzun süredir var. Almanca kökenli bu kelime, “çift, gölge benlik” anlamına gelir ve bireyin tanıdık olduğu halde yabancı hissettiren bir versiyonunu temsil eder. Freud’un “The Uncanny” (Tekinsiz) Teorisi, Jung’un “Gölge Benlik” Kavramı ve Baudrillard’ın “Simülasyon” Teorisi, bu fenomenin psikolojik ve felsefi temellerini açıklayan önemli referanslardır.
Sigmund Freud’un “The Uncanny” (Tekinsiz) kavramı çerçevesinde ele aldığı doppelganger, bireyin kendi kimliğinden şüphe duymasına neden olan bir olgu olarak değerlendirilir. Bireyin karşısına çıkan kendi karanlık yansımasını anlamlandırmaya çalışırken yaşadığı rahatsızlığı açıklar. Carl Gustav Jung’un ‘Gölge Benlik’ Teorisi de, bireyin bilinçdışı olarak bastırdığı yönlerin bazen dışsallaştırılmış bir figür olarak ortaya çıkabileceğini savunur. Jean Baudrillard, ‘simülasyon’ ve ‘hiper-gerçeklik’ kavramlarıyla, modern dünyada gerçeğin nasıl kopyalarla yer değiştirdiğini tartışır.
Klein, kendi başına gelenlere bakarak, gerçekle sahte arasındaki sınırın giderek belirsizleştiği bir dünyada kimlik krizinin nasıl derinleştiğini inceliyor. Bireylerin kimliklerinin dijital çağda nasıl manipüle edildiğini, toplumun nasıl yanlış yönlendirildiğini ve alternatif kimliklerin bireysel ve toplumsal sonuçlarını ele alıyor.
Naomi Klein, kendisi ile karıştırılan Naomi Wolf ile benzer kariyer başlangıçlarına sahip iki yazar ve aktivist; her ikisi de Yahudi, ancak düşünce ve stratejileri belirgin şekilde farklı. Klein, kişisel deneyimi üzerinden bireylerin, medyanın ve siyasetin kimlik üzerindeki etkilerini analiz ediyor. Bu eser, modern toplumda kimlik, algı ve gerçeklik kavramlarını derinlemesine inceleyen çarpıcı bir çalışma olmuş. Klein, kişisel deneyimlerinden yola çıkarak, dijital çağın karmaşık bilgi ekosisteminde yanlış kimliklendirmelerin toplumsal etkilerini ele alıyor. Klein, “ayna dünya” kavramını kullanarak, bireylerin gerçeklik algısının nasıl çarpıtıldığını ve bu çarpıtmanın toplumsal ve politik sonuçlarını ele alıyor. Dijital çağda, gerçek ile sahte arasındaki sınırların nasıl belirsizleştiği ve bunun bireyler üzerindeki etkilerini inceliyor.
Naomi Klein, eleştirel küreselleşme ve iklim aktivisti olarak küreselleşme karşıtı hareketin önde gelen isimlerinden biri olarak tanınıyor. 1999 yılında yayımlanan “No Logo” adlı eseri, tüketim kültürü ve büyük şirketlerin dünya genelindeki etkilerini eleştiriyor. Klein, kapitalizmin çevresel ve sosyal etkilerine dikkat çekerek, iklim değişikliği ve sosyal adalet konularında aktif bir rol üstleniyor. Onun stratejisi, kapsamlı araştırmalara dayalı eleştirel analizler sunmak ve kolektif eylem çağrıları yapmak. Kanadalı Klein, aynı zamanda Kanada’daki University of British Colombia’da Profesör.
Naomi Wolf ise feminist başlangıçtan komplo teorilerine uzanan bir kariyere sahip, 1990’larda “The Beauty Myth” adlı kitabıyla feminist hareketin önemli figürlerinden biri haline geliyor. Başlangıçta kadın hakları ve eşitlik konularına odaklanan Wolf, zamanla çeşitli komplo teorilerine yöneliyor. Özellikle COVID-19 salgını esnasında aşı karşıtı söylemleri ve dezenformasyon içeren iddialarıyla dikkat çekiyor. Wolf’un stratejisi, ana akım medyaya alternatif platformlarda sesini duyurmak ve bireysel özgürlükler üzerine vurgu yapmak.
Klein, yıllardır aktivist kimliğiyle tanınan bir yazar olarak, sık sık Naomi Wolf ile karıştırıldığını fark ediyor. Naomi Klein ve Naomi Wolf örneği, doppelganger olgusunun modern çağda nasıl yeni bir anlam kazandığını gözler önüne seriyor. Sonuçta Naomi Klein, ekonomik eşitsizlikler, küresel kapitalizm ve iklim değişikliği üzerine yaptığı eleştirel analizlerle tanınan bir yazar. Naomi Wolf ise feminist söylemleriyle bilinen bir yazar olmasına rağmen, son yıllarda aşı karşıtı hareketleri desteklemesi ve aşırı sağ görüşlere yakınlaşmasıyla kamuoyunda tartışmalı bir figür haline gelmiş.
Klein, bu yanlış kimliklendirmek nedeniyle kendi itibarını ve akademik kimliğini korumak zorunda kalıyor. Bu durum, bireylerin dijital çağda kendilerini nasıl temsil ettikleri ve başkaları tarafından nasıl algılandıkları konusundaki hassasiyetin arttığını gösteriyor.
Bu bana Can Yılmaz’ın Google’da kendisini ararken, “Cem Yılmaz’ı mı kastettiniz?” sorusuna sıkça muhatap olmasını hatırlattı. Hatta ailemiz üyelerinin yeğenim Ali ve oğlum Yahya haricinde sosyal medyada hiç yer almamalarına rağmen diğer aile üyelerinin algoritma yakıştırması fotoğraf ve kimlik bilgileri ile sunulması benzer bir sorun! Ama gerçek derdimiz bu değil!!!
Yine Klein ikizlerinin sorununa dönersek, Naomi Klein ve Naomi Wolf, benzer başlangıç noktalarından farklı yönlere evrilmiş iki düşünür: Klein, sistematik ve kolektif çözümler arayışındayken, Wolf bireysel özgürlükler ve hükümet karşıtı söylemler üzerine yoğunlaşıyor. Wolf sermayeyi hiç eleştirmemiş bir liberal ve yalnızca kendisi gibi kadınların bireysel olarak yükselebilmesi için sistemdeki önyargı ve ayrımcılıktan kurtulmasını istiyor.
Liberal meritokrasi yani herkese daha iyi bir hayat güvencesi sunan vaatler insanlara bireysel olarak yükselmelerini sağlayacak araçlar verilmesine dayanıyor. Rutgers Üniversite’sinde komplolara odaklanan iletişim dersleri veren Jack Bratich bunu şöyle açıklıyor: “Bireyciliğe yapılan liberal yatırımlar, gücün yapılardan ziyade bireyler ve gruplarda olduğunun düşünülmesi sonucunu doğurur. Bir sermaye ya da sınıf analizi yoksa varılacak yer, Batı’nın bireyin gücünün dünyayı değiştirebileceği hakkında kendi kendisine anlattığı hikayelerin kabul edilmesi olur. Komplo kültürü ise, toplumun rahatsızlıklarının sorumluluğunu, tıpkı Fauci, Gates, Schwab, Soros gibi kırılma noktasına ulaşan birçok krizin kalbinde yatan hiper bireyciliğe yani güçlü bireylerin üstüne atar.
Klein, “Ayna Dünyası” terimini kullanarak, gerçek dünya ile dijital dünyada yaratılan alternatif gerçek kimlik algıları arasındaki farkı vurguluyor. Bu kavram, bireylerin dijital yansımalarının nasıl manipüle edildiğini ve gerçeğin nasıl çarpıtıldığını gösteriyor.
Klein, doppelganger fenomenini günümüz dünyasında yeniden yorumlayarak, bireylerin yalnızca kendilerine benzeyen insanlar tarafından değil, dijital manipülasyonlar ve yanlış bilgiler aracılığıyla da taklit veya temsil edildiğini öne sürüyor. Ayna Dünyası’nın temel özelliklerinden biri dijital imajın önem kazanmasıdır. İnsanlar artık yalnızca gerçek hayatta değil, dijital ortamda nasıl algılandıklarıyla da tanımlanmaktadırlar. İkinci bir önemli husus gerçekliğin yeniden kurgulanmasıdır. Komplo teorileri, siyasi manipülasyonlar ve sosyal medya algı yönetimi, bireylerin gerçek dünyadaki kimliklerini değiştirmektedir. Bir başka husus ise yanlış bilgilerin yayılmasıdır. Twitter, Facebook ve YouTube gibi sosyal medya platformları, yanlış bilgilerin hızla yayılmasına neden olmakta ve bireylerin gerçeklikle olan bağlarını zayıflatmaktadır.
COVID-19 pandemisi, dünya genelinde düzenli bilgi akışının sağlanmasını zorlaştıran bir kriz meydana getirmiştir. Virüsün kökeni, yayılma biçimi ve alınması gereken önlemler konusunda birçok komplo teorisi üretilmiş, bu teoriler milyonlarca insan tarafından paylaşılmıştır. Özellikle sosyal medya platformları, yanlış bilgilerin hızla yayılmasına ve bireylerin gerçeklik algılarının manipüle edilmesine neden olmuştur. Naomi Klein’in Doppelganger kitabında vurguladığı gibi, kriz dönemlerinde insanlar genellikle alternatif, alışılmadık izahlara yönelme eğilimindedir. Bu dönemde örneğin Bill Gates’in pandemiyi planladığı ve küresel nüfusu kontrol etmek için aşılarla insanlara çip yerleştirdiği iddiası, sosyal medyada geniş yankı uyandırmıştır. 5G teknolojisinin COVID-19 salgınının yayılmasına neden olduğu iddiaları birçok insanı paniğe sürüklemiş ve bazı ülkelerde 5G iletişim vericilerine saldırılar düzenlenmiştir. İlginç bir şekilde ABD’de pandemide izolasyon önlemlerine karşı çıkan iki grup toplu ibadete devam etmek isteyen aşırı dindarlar ve spor salonu müdavimleri olmuş.
2011’de akademik bir çalışmada “conspirituality” olarak tanımlanmış bir zihniyet türünün gelişimi söz konusu oldu.
Diğer taraftan aşırı sağ ve bu kesimler aşıların bedava dağıtılmasını sabote etmekte muazzam bir siyasal avantaj gördüler. Söz konusu programa karşı çıkarak Trump’ın 2020 seçimini kaybetmesinde özenli bir devlet işleyişi örneği ortaya konamadığının gösterilerek Demokratların hanesine başarı yazılmaması sağlanmadı mı? Dolayısıyla Covid salgınında sağlıklı yaşam uzmanları ile bilim adamları arasındaki rekabet yeni bir seviyeye taşındı. Wolf aşı karşıtı sahnede maske ve aşı zorunluluğunu Nazi işgalinde Yahudilerin takmak zorunda oldukları sarı yıldızlara benzeten ilk isimlerden biri. Macron Hitler’e, Fauci Mengele’ye, karantina otelleri toplama kamplarına benzetiliyordu. Hatta Tennessee’de Davut’un yıldızı şeklinde sarı yıldızların üstüne “Aşılanmadı” yazıp satmaya başladılar.
Naomi Wolf, pandemi sürecinde yanlış bilgiler yayarak aşıların insan DNA’sını değiştirdiğini öne sürmüş. Bu tür teoriler, sadece bilgi kirliliği yaratmakla kalmamış, aynı zamanda bireylerin kimliklerini ve sosyal konumlarını da yeniden şekillendirmiştir. Wolf’un da içinde bulunduğu bir dizi Covid-QAnon’u, Dijital Nefrete Karşı Koyma Merkezi Covid ve aşılar hakkında asılsız iddiaların kabaca %65’inin kaynağı olarak tespit ederek “Dezenformasyon Düzinesi” listesine almıştır. Wolf’un COVID-19 ve aşılarla ilgili paylaşımları, sosyal medyada geniş yankı buluyor ancak aynı zamanda yoğun eleştirilere de maruz kalıyor. Özellikle, yanlış bilgi yaydığı gerekçesiyle Twitter hesabı Haziran 2021’de kalıcı olarak askıya alınıyor. Bu durum, Wolf’un ifade özgürlüğü ve sansür konularında da tartışmalara katılmasına neden oluyor. Ancak, dile getirdiği bazı iddiaların bilimsel temele dayanmaması ve yanlış bilgi içermesi nedeniyle hem akademik çevreler hem de medya tarafından eleştiriliyor. Naomi Klein, bu tür komplo teorilerinin ve yanlış bilgilerin toplumda nasıl yayıldığını ve bireylerin algılarını nasıl şekillendirdiğini analiz ediyor. Özellikle sosyal medya platformlarının, bu tür yanlış bilgilerin hızla yayılmasına zemin hazırladığını ve toplumda kutuplaşmayı artırdığını vurguluyor. Ayrıca, bu tür inanışların halk sağlığına zarar verdiğini ve aşı tereddüdünü artırarak pandeminin kontrol altına alınmasını zorlaştırdığını belirtiyor.
Klein medyanın bir ayna işlevi görerek, dijital evrende nasıl yansımalar oluşturduğunu ve bu yansımaların bireylerin algılarını nasıl şekillendirdiğini inceliyor. Sosyal medyanın derinliklerinde kaybolan, siyasetin gün geçtikçe kirlenmesini dert edinen ve kafa karışıklığı yaşayan bireylerin, bu “ayna dünyası”’nda nasıl yönlendirildiğini ve manipüle edildiğini gözler önüne seriyor.
Ayna Dünyası’nda insanlar, gerçek dünyada yaşanan olayları anlamlandırmak yerine, kendi algılarına uygun olan alternatif gerçeklikleri seçme eğilimi göstermiştir.
Başka bir alana yönelirsek, çocuk sahibi olmak özellikle zengin ailelerde zamansal bir ikizleşme olarak görülüyor. Çocuğa ebeveynin mirası ile servetini geleceğe taşıması için anne babasının ismi verilir.
Yazara göre öyle görünüyor ki ebeveynlerin bir çoğu çocuklar üzerinde mutlak kontrol sahibi olmayı bir hak görüyor: Maskeleri ve aşıları bir tür çocuk tecavüzü olarak göstererek onların bedenlerini kontrol etmeyi yani ırkçılık karşıtı eğitimi çocuklarının kafasına yabancı fikirlerin sokulması olarak göstererek, zihinlerini kontrol etmeyi, olası cinsiyet ifadeleri ve cinsel yönelimler yelpazesini tartışmaya yönelik her girişimi “cinsel ilişkiye hazırlamak” olarak göstererek, cinsiyetlerini ve cinselliklerini kontrol etmeyi hakları olarak görüyorlar.
Çocukları özerk varlıklar olarak görmeyen bu bakış, engelli çocukların çok uzun zamandır acımasız kurumlarda gözlerden uzak tutulmasının da bir nedeni midir? Eğer birçok ebeveynin istediği şey, kendilerini iyi yansıtan bir ikizse bu durumda engellilik o güzel planlarını bozan, tatsız bir kader mi oluyor? Çocuğunuz markanızın bir uzantısıysa sosyal normallik standartlarına uymayan bir çocuğunuzun olması kişisel markanızın krizde olduğu anlamına mı geliyor?
Zaten sorun da ebeveynlerin bu tutumunun sınırının ne olacağıdır. Bu din, gelenek, sosyal yapı ile ilgilidir. Hatta devletin bu konuda hangi sınırları benimsediği de tayin edicidir.
Klein’a göre bazı komplolar elbette ki gerçek! Komployu bir grup mensuplarının bir tür kötücül planı gerçekleştirmek için gizlice anlaşması olarak tanımlarsak sermayenin temsilcileri hükümette ve şirketlerde elbette komplolara girişmiştir. 1970’lerde Allende Şili bakır madenlerini kamulaştırmasının ardından CIA destekli bir komployla devrilmiştir. 1953’te sonradan BP adını alacak petrol şirketini kamulaştıran İran Başbakanı Muhammed Musaddık’ın devrilmesi gibi. Volkswagen dizel araçlarının saldığı kirletici karbon miktarını örtbas etmek için komplo kurdu. Ancak QAnon’nun resmettiği şeytani imgelerin aksine bu komploların amaçları gayet sıradandı: Karı en yüksek seviyeye çıkartmak, ki kapitalizmin yaptığı şey zaten budur.
Yazarımız, bugün siyasetçilerin de doppelganger fenomeninden etkilendiğini söylüyor: “Sosyal medya, deepfake teknolojisi ve yapay zeka destekli manipülasyonlarla bireylerin ve politik figürlerin kimlikleri çarpıtılmaktadır. Yanlış kimliklendirme sadece bireyleri değil, siyasi liderleri ve toplumsal hareketleri de etkilemektedir. Donald Trump’ın ‘alternatif gerçeklik’ söylemi, QAnon hareketinin dezenformasyon temelli kampanyaları ve Brexit sürecinde kullanılan bilgi savaşları, bu kavramın siyasal düzlemde nasıl kullanıldığını göstermektedir. Dijital medya ve yapay zeka teknolojileri, kimlik manipülasyonlarını artırarak gerçekliği yeniden inşa etmektedir. Deepfake videolar, sahte sosyal medya hesapları ve bilgi savaşları, bireylerin yanılsamalar içinde yaşamasına neden olmaktadır. Örneğin, Joe Biden hakkında üretilen deepfake videolar, onun gerçekliğini sorgulayan bir kitle yaratmıştır. Şirketler de bu süreçten etkilenmiştir. Örneğin, bazı büyük markalar yanlış bilgiler nedeniyle boykot edilmiş, gerçek kimliklerini yeniden inşa etmek zorunda kalmıştır.”
Naomi Klein, Doppelganger kitabında bireylerin, markaların ve toplumların kendi kimliklerini koruma yolları hakkında bazı öneriler sunuyor. Klein’a göre en önemli önerisi medya okuryazarlığını artırmaktır. Bireylerin, yanlış bilgiyi tespit edebilmeleri için eğitim almaları gerekiyor. Klein, dijital kimlik yönetimine yatırım yapmanın altını çiziyor. Markaların ve bireylerin dijital itibarlarını kontrol etmeleri şart. Son olarak da gerçek bilgiyi yayma stratejileri oluşturmanın önemini vurguluyor. Doğru bilgiyi güçlendiren mekanizmalar geliştirilmelidir.
Klein, son bölümde kitabın kapsamını daha da genişleterek ‘etnik ikilik’, ırkçılık, sömürgecilik, antisemitizm ve Yahudi kimliğini tartışıyor. Sadece Holokost’un mirasını değil, aynı zamanda Avrupa ülkelerinin kolonilerinde işlediği ve çok daha önce kolonilerde gerçekleşip daha sonra Nazi politikalarına ilham veren soykırımları araştırıyor. Avrupa’nın gölge benliği, ikizi olarak kolonilerdeki bu faşist uygulamalar, Avrupa’da da uygulanıyor ve Avrupa Yahudilerine yöneltiliyor. Klein, ya canavar evin içindeyse, canavar içimizde ise hatta ataları soykırım kurbanı olan bizlerin bile, diye soruyor.
Klein, Kanada’daki çocukluğundan ve sınıf arkadaşlarının ‘Yahudi’ kelimesini hakaret olarak kullandığı İngiltere, Oxford’da geçirdiği bir yıldan bahsediyor. Kendi Yahudiliğini gizlemeye çalıştığını anlatıyor. Montreal’e döndüğünde, öğretmenlerin sınıfa Holokost hakkında eğitim verdiği, istatistikleri, olayların zaman çizelgesini ve dönemin neredeyse sayısız dehşetini öğrettiği bir İbranice gündüz okuluna gittiğinden bahsediyor.
Klein’ın İsrail’den Gazze’ye sınırdan geçerken yaşadığı deneyimlere dayanan, İsrail ve politikalarının analizi de okumaya değer. Bir Yahudi yazar olarak İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği geçmiş ve devam eden insan hakları ihlalleri hakkında doğrudan konuşması, kitabını güncelde önemli kılıyor. Klein: Irksal profil nedir? Devlet tarafından yaratılmış bir doppelganger değil midir? diye soruyor,
Güncel bir alegori olan China Mieville’in spekülatif romanı The City & The City’den yararlanıyor. Bu romanda iki şehir yan yanalar, sakinlerinin yolları kesişiyor ancak birbirlerini tanımayı reddediyorlar. Ardından Klein, İsrail’de, herhangi bir Yahudi’nin olmak veya yapmak istediğine göre değil, Yahudi olmayan insanların onlara ne yapacağına dair derin ve kalıcı bir korkuya dayanan kolektif kimliği meydana getiren antisemitizmin yankılanan etkilerini ortaya koyuyor, İsrail’in Hitlervari bir şekilde haksız bir şekilde Filistinlilere acı çektirdiğini vurguluyor.
Sonuç olarak, dijital çağda kimlikler giderek daha fazla dışsal faktörler tarafından şekillendirilmekte ve bireyler, gerçek kimliklerini koruma mücadelesi vermektedir. Naomi Klein’in Doppelganger kitabı, bu mücadelede bize rehberlik eden önemli bir eser olarak öne çıkmaktadır.“Doppelganger”, sadece bir yanlış kimliklendirme hikâyesi değil, aynı zamanda modern dünyanın karmaşık bilgi ağında bireylerin nasıl kaybolabileceğini ve bu süreçte kendi yansımalarıyla nasıl yüzleşmeleri gerektiğini anlatan bir analiz olmuş. Naomi Klein, bu eserinde, okuyucularını kendi “ayna dünyaları”nı sorgulamaya ve gerçeklikle yüzleşmeye davet ediyor. İkizleşmenin çeşitli biçimleriyle dolu, çevrimiçi bir kimliği olan, yani bir avatar sahibi herkesin, bizleri başkalarına temsil eden sanal versiyonlarımız şeklinde, kendi doppelgangerlerimizi yarattığımız bir kültüre evrildiğimizi söylüyor. Birçoğumuzun kendimizi kişisel marka olarak görmeye başladığı, doymak bilmez bir ilgi ekonomisine girişin bedeli olarak hem biz olan hem olmayan parçalı bir kimliğin güçlendiği bir kültürü anlatıyor. Sadece bireysel anlamda değil, siyaset de giderek bir ayna dünya hissi veriyor. Örneğin toplumun ikiye bölünmesi, biri ne diyor ve neye inanıyorsa diğerinin tam tersini söyleyip buna inanmakla yükümlüymüş gibi görünmesi gibi. Artık düşünmenin yerini ikilikler alıyor. Kötücül ikizlere sahip olanlar sadece bireyler değil, uluslar ve kültürlerin de kötücül ikizleri olabiliyor.
Naomi Klein’in Doppelganger kitabı, bireylerin ve toplumların kimliklerini nasıl koruyabileceğine dair önemli dersler vermektedir. Dijital çağda kimliğin korunması için medya farkındalığının artırılması, dezenformasyonla mücadele edilmesi ve bireylerin kendi avatarlarına sahip çıkmaları gerekmektedir. Doppelganger fenomeni, bireylerin kendilerini nasıl gördüğü ve nasıl temsil edildiği arasındaki farkı vurgulayan kritik bir kavramdır. Naomi Klein, yanlış bilgilendirmek ile mücadelede medya okuryazarlığının önemine dikkat çekmektedir. Dijital medya okuryazarlığı, bilgi doğrulama teknikleri ve eleştirel düşünme becerileri, dezenformasyonun yayılmasını engellemede kritik öneme sahiptir.
Gıda ve beslenme alanında dünyada olduğu gibi Türkiye’de de inanılmaz bir dezenformasyon var. Hep vardı ama sosyal medya katlayarak artırdı. Biz bu konuda Sabri Ülker Gıda Araştırmaları Vakfı olarak Bilim İletişimi’nin doğru yapılması adına birçok toplantı ve konferans düzenliyoruz. ”Bilim Bunu Konuşuyor” platformu altında karışan kafalara doğru kaynakları ulaştırmaya, doğru kaynaklara nasıl ulaşıp doğru iletişim kurulacağının yollarını göstermeye çalışıyoruz. Sonuç olarak beslenme konusunda herkes konuşuyor, herkes farklı şey söylüyor. Uluslararası alanda referans kabul edilen kaynaklardan alınan bilgilerle yayınlanan sağlıklı yaşam ve beslenme odaklı makaleleri, bilimsel yayınlar ve araştırmalar çerçevesinde kaleme alıyor, doğru bilgilendirme görevi yapıyoruz. Hatta global bir sorun haline gelen bu yeni dünyada Harvard ile akademinin, sanayinin kamu ile bilim iletişim şekli ve içeriği hakkında atölyeler yapmak arzusundayız. Yakında hayata geçireceğimiz bir projemiz de her yıl haberciler tarafından yazılan ve bilimsel araştırmaları en iyi aktaran makaleleri seçerek kitaplaştırmak ve örnek olmak…
Hepimizin farkında olduğumuz gibi sosyal medya iletişimi için gerekli düzenleme ve kanunlar ne yazık ki hala yok; mesela müstear yani sanal takma isim kullanımı ile sanki siz değilmiş gibi her konuda sorumsuzca her şeyi söyleyebiliyorsunuz. Ama toplum ve Yaradan karşısında mesuliyetimiz her zaman var!
Neyse ben kendime dönecek olursam, her önüne gelen bizi ve ürünlerimizi istediği gibi yaftalıyor, hatta bir takım fotoğraflar bile ekleyerek… Ne yazık ki bugünkü teknolojide bunların hiçbirinin sahici olması ihtimali yok. Amma bizim kuşak tüm bunlara kolaylıkla kanıyor ve hatta bana soruyorlar; mesela Godiva’yı sattınız mı, feşmekanlarla ortak oldunuz mu ve daha neler ?!? Bunlardan söz eden hesapların kim olduğu ve bu bilgilerin nereden, nasıl elde edildiği göz ardı edilerek asla akıl ve muhakeme süzgecinden geçirilmeden soruluyor. Halbuki bazı şeyler söylendiğinde kim demiş, ne demiş evvela bir düşünüp, tartmak gerek değil mi? Yani bu şekilde troller sizi dijitalde nasıl etiketliyor ve nasıl anılıyorsunuz!
Halbuki dijitalde bunu önlemek çok basit; evvelen sistem kamu ahlakına uygunsuz hitap ve tabirlerin neşrine (yayınına) müsaade etmemelidir. Milletin malı haline gelmiş bu sosyal medya platformlarında yerel halkın gelenek ve göreneklerine aykırılıklar kesinlikle önlenmelidir. Bizim bilabedel (ücretsiz) kullandığımız bu platformlar aslında kaynakların aşırı kullanımı ile aşırı enerji maliyetleri oluşturmaktadır. Hatta bunun global etkilerini azaltmak için yapay zeka geliştirmelerinin kısıtlanması söz konusu olmaktadır. Halbuki asıl mesele teknolojiyi sınırlamak değil, onu ahlaka, sürdürülebilirliğe ve insana hizmet edecek şekilde yönlendirmektir.


