Oyunculuk benim için varoluşsal bir laboratuvar Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Sibel ve Çukur gibi yapımlardaki performansıyla hafızalara kazınan, Güllerin Savaşı, Sen Aydınlatırsın Geceyi, Saygı, Kurtuluş, Son Durak ve 7 Yüz gibi projelerle de geniş bir hayran kitlesine ulaşan 38 yaşındaki oyuncu Damla Sönmez, 16 yaşında başladığı oyunculuk serüveninde Altın Koza’dan Altın Portakal’a pek çok prestijli ödülün sahibi oldu. Çerkes kökenli bir ailenin tek çocuğu olan Sönmez, İstanbul’da doğup büyüdü. Babası mimar, annesi ise bilgisayar mühendisi. Küçük yaşlarda tiyatroya ilgi duyan Sönmez, ilkokul yıllarında Mimar Sinan’da keman ve piyano eğitimi aldı. Lise eğitimini St. Joseph Fransız Lisesi’nde tamamladıktan sonra Paris Sorbonne Üniversitesi’nde dramaturji eğitimi almaya başladı ve bir yıl sonra Türkiye’ye dönerek Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde burslu olarak eğitimini tamamladı. Mezuniyetinin ardından televizyon dizisiyle sektöre adım atan Damla Sönmez, kısa sürede ekrandaki başarısıyla dikkat çekti. Uluslararası pek çok ödüle layık görülen Sönmez, tiyatro oyunları ve televizyon dizilerinin yanı sıra Seni Bıraktığım Yerdeyim, Mahpeyker: Kösem Sultan, Deniz Seviyesi gibi projelerdeki rolleriyle beyaz perdede de adından söz ettirdi. Farklı karakterlere hayat vermekle kalmayıp her projede oyunculuk anlayışını geliştiren Sönmez, şimdi de TRT’nin uluslararası dijital platformu tabii’de yayınlanacak Temiz Para dizisinde Hande Yılmaz karakteriyle izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Yeni Şafak Pazar olarak; geçtiğimiz günlerde Temiz Para dizisinin setine konuk olduk ve Sönmez ile konuştuk.
İlk izlediğim tiyatro oyunları Şeker Portakalı ve Küçük Karabalık’tı
Mimar bir baba ve bilgisayar mühendisi bir annenin tek çocuğusunuz. Nasıl bir aile ortamında büyüdünüz? Çocukluk ve gençlik yıllarınız nasıl geçti?
Ben 5 yaşındayken babam Rusya’ya gitti ve farklı ülkelerde inşaat sektöründe çalıştı. Bu yüzden 5 yaş ile 13 yaş arasında daha çok annemle vakit geçirdim. Annem beni büyüttü. O da çalışıyordu, yani çalışan bir anneydi. İlkokulda özellikle okuldan sonra annemin yanına, çalıştığı şirkete giderdim ve oradan eve geçerdik. Hayatım biraz faks kâğıtları arasında, ofis ortamında geçti diyebilirim. Ayrıca bilgisayar oyunlarıyla da çok erken tanıştım, ofiste beni oyalamak için bilgisayar açıyorlardı. Annem, yoğun çalışma hayatına rağmen hafta sonlarını dolu geçirmeye çalışıyordu. Bana “Hafta sonları ne yapmak istersin?” diye sorduğunda, ben tiyatroya gitmek istediğimi söylüyordum.
Aslında tiyatroyla erken yaşlarda tanıştınız. Oyunculuğa merakınız da küçük yaşlarda başlamış...
Sosyal medyanın olmadığı bir dönemde büyüdük. Biz tuhaf bir jenerasyonuz, çok teknolojik atlamalarla büyüdük. Annem beni çocuk oyunlarına gönderiyordu. İlk izlediğim iki oyunu çok net hatırlıyorum. Şeker Portakalı ve Küçük Karabalık. Oyuncu olacağımı, böyle bir yola gireceğimi fark ettiğim anı ama hatırlamıyorum. Çocukluğumdan beri ilgim tiyatro oyunculuğundaydı. Yapmak istediğim şey buydu. Annem hatta hep şöyle derdi: “Sanırım bana baktın, babana baktın… Biri mimar, biri mühendis, ciddi insanlar. Sahnedekiler de yetişkin tavşan olup zıplıyor, oyunculuk yapıyor. Demek ki sen de onlar gibi olmak istiyorsun.”
Biraz önce “Sosyal medyanın olmadığı bir dönemde büyüdük” dediniz. Mahallede çok vakit geçirdiniz mi, o dönemi gerçekten doyasıya yaşadınız mı?
İşte bizim çocukluğumuzda galiba sokaklar daha güzeldi. Çocuklar bilgisayar, telefon veya tabletle oynamazlardı. Biz sokakta, hakikaten topla oynardık. O dönemi yaşadım ve bu yüzden çok şanslıydım. En çok sokakta oynama dönemini Levent’te, Levazım Sitesi’nde yaşadık. Annem plazalar bölgesinde çalıştığı için normalde hep Anadolu Yakası’ndaydık, ama o dönem okulu ve evi Levent’e taşımıştık ki daha fazla vakit geçirebilelim. Orada bir sokağımız vardı. Geçenlerde oradan geçtim, şu an her yere araba park etmişlerdi. Normalde o sokakta hiç araba olmazdı. Çünkü iki tarafı da yokuş olan bir sokaktı; inip çıkarken yokuşlardan geçiliyordu. Yağmurda orası dolardı. Sokakta bir de kamelya vardı. Mesela top oynarken veya yakar top oynarken çok yorulsak bile kimse evine gitmezdi. Akşam geç saatlere kadar o kamelyada oturur, kelime bulma oyunu oynardık. Bazen de bir arkadaşımız çıkamazdı, ödev yapması gerekirdi. Herkesin penceresini bilirdik. Öyle ki, arkadaşımızı dışarı çıkartana kadar pencere altında uğraşırdık.
Karakterle birlikte yaşıyorsunuz
Peki, oyunculuğa başladığınızda ilk sahneye çıktığınız anı hatırlıyor musunuz? O heyecanlı anları anlatabilir misiniz?
Ben, oyunculuğa aklımı verdikten sonra sürekli kurslara gitmeye başladım. Hatta Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ndeki eğitime, aynı hocaya üç kez katıldım. Yani eğitim birbirini takip etmese de her sene gidiyordum. Çok seviyordum çünkü. İlk sahne deneyimim, okul müsamereleri ve gösterilerle oldu. Onlar dışında ilk oyunum, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde Küçük Prens’in Gül’ünü oynamamdı. O dönemde kendime bir de rol edinmiştim: Sahnedeki aksesuarları yazıyor, onları bir yerden buluyor ve oyunun aksesuarcısı oluyordum. Tiyatro eğitimine başladıktan sonra, genellikle hocaların oynadığı oyunlarda asistanlık yapmaya başladım. Okul zamanı kısa filmlerde oynardım, sinema öğrencilerinin sürekli film çekmesi bana çok iyi tecrübe sağladı. Bu yüzden, bana oyunculuk yapmak isteyen birine ne önerirsiniz diye sorulsa, ben şunu söylerim: Ajans bilginiz olmasa da mümkün olduğunca okul ve kurslara gidin. Oyunlardan sonra mutlaka kulise gidip sorular sorun, oyunculukla ilgili aklınıza takılan her şeyi sorun. Hep merak edin ve kendinizi gösterin. Ben de hep girişken oldum bu konularda ve öğrencilere, çocuklara da bunu tembihliyorum. Zerrin Yanıkkaya teorik hocalarımızdan biriydi. Şöyle derdi hep: “Talep, talepten gelir, talebe talep edendir.” Yani hep talep etmek gerekiyor. Benim de dönemim hep öyle geçti. Nerede ne bulsam okudum, hep bir yerlerde oynamaya çalıştım ve oynadım. Anladığım kadarıyla, hep böyle desteklendim de.

Televizyondaki ilk kamera deneyiminiz peki?
Televizyonla ilgili olarak ise, oyuncu Ayhan Kavas akrabamız. Tiyatro okumak istediğimi söylediğimde, beni o yönlendirdi. Ayhan abinin eşi Filiz Kaynak da çok iyi bir yönetmendir. Onun çektiği bir işte benim yaşlarımda bir kıza ihtiyaç vardı. Çok bilinmez ama benim ilk kamera deneyimim Camdan Papuçlar. Aslında bakarsanız başta çok idealisttim. Reklam çekmeyeceğim, çünkü reklam oyuncuların inandırıcılığını azaltıyor. Televizyon işi yapmayacağım, sadece sinema yapacağım gibi fikirlerim vardı. Ama çalışma hayatına atılınca tabii her şey değişiyor.
Peki bugün geriye dönüp baktığınızda, “Ben ne yapıyorum?” dediğiniz bir an oldu mu?
Oyunculuk bana çok şey kazandırdı. Evet, götürdüğü şeyler de oldu, ama başka bir hayat yaşamak istemezdim. Ben, çocukken oyunculuk okumaya karar verdiğimde bütün kursları, atölyeleri takip ederken çok romantik bir şekilde şöyle düşünüyordum. “Oyunculuk benim hayatım. Ben onsuz yapamam. Vallahi ölürüm. Evden kaçarım, izin vermezlerse…” Oyunculuk, benim için farklı. Oyuncunun kendisini de çok etkileyen projeler olduğu için, hayatta öğrendiğim birçok şeyi oynadığım karakterlerden öğrendim galiba ben. Bu yüzden beni çok geliştiren bir şey oldu. Her projeye başlarken, özellikle duygusal yükü ağır bir iş olacaksa, “Bakalım şimdi de başımıza ne gelecek?” diye giriyorum o işin içine. Hep böyle, gönlüm genişleye genişleye çıkıyorum. Şu an, oyunculuk bana varoluşsal bir laboratuvar gibi geliyor.
Peki hem komedi hem dram hem de mafya dizilerinde yer aldınız. Bu karakterler size neler katıyor?
Çok şey katıyorlar bana, her seferinde. Çünkü yeni bir duyguyu analiz ederken ve seyirciye aktarabilmek için uğraşırken, kendimle ilgili de yeni şeyler keşfediyorum. Ama hep şunu söylüyorum: “Bu karakterde bana benzer yönler var mı, farklı yönler var mı?” diye soruyorlar. Tabii ki ikisi de var, ama hepimiz biricik insanlarız. Bazen karakterin gerçeğini çıkarmaya çalışırken, sadece benzer yönlerine tutunursam, karakterin özünü göremeyebilirim. Çünkü Damla olarak bir yandan hayatımda başıma gelenleri yorumluyorum. Bir yandan da bu meslek çok organik, yaşayan bir meslek. Karakter sizinle birlikte yaşıyor. Geri dönüp baktığımda, “Keşke bunu böyle yapmasaydım, şöyle oynasaydım” dediğim anlar olabiliyor. Ama o dönemde sahip olduğum birikim, tecrübe ve duygu birikimi ile onu o şekilde yapabilirdim, sadece devamını bilmiyordum. Hayatta yeni şeyler öğrendikçe, karakterlere katkım artıyor. Aynı şekilde, karakterlerin de bana etkisi oluyor, bana da bir şeyler katıyorlar.
Canlandırdığınız karakterlerde kendinizi tanıdınız diyebilir miyiz?
Evet, belki canlandırdığım karakterlerde kendimi de buldum.

Hande’nin kendini ispatlama çabasını izleyeceğiz
TRT’nin uluslararası dijital platformu tabii’de yayınlanacak olan “Temiz Para” dizisinde de sizi Hande karakteriyle izleyeceğiz. Dizi yayına girmeden Hande’yi sizden dinlemek isteriz. Nasıl bir karakter?
Hande Yılmaz karakterini canlandırıyorum. Zamanında çok iyi işler yapmış, tanınmış ve sevilen bir oyuncuyken evleniyor. Ama evlendikten sonra kocasının baskısıyla hem işlerden hem de kendi yakın çevresinden uzak kalıyor. Bir süre sonra kendini biraz narsistik bir ilişki içinde buluyor ve doğal olarak boşanma süreci başlıyor. Boşandıktan sonra da kocası oğlunun velayetini alıyor ve Hande’ye oğlunu göstermemeye başlıyor. Bütün bunlar onun psikolojisini etkiliyor. Öfke problemleri yaşamaya başlıyor ve setlerde çok zor bir oyuncu hâline geliyor. Hakkında dedikodular çıkıyor, tercih edilmeyen biri olarak konuşuluyor, arkasından çeşitli şeyler söyleniyor. Bizim hikâyemizde ise Soner ve Fatih, çekmeye karar verdikleri filmde Hande gibi zor bir oyuncuya ihtiyaç duyuyorlar. Hande’nin de oğlunu ve kendi kariyerini geri almak gibi bir motivasyonu var. Bu yüzden hem filmi iyi yapmak istiyor hem de kendini ispat etmeye çalışıyor. Tabii, olaylar da böyle gelişiyor.

Sibel karakteri zorlukların üstesinden gelebileceğimi gösterdi
Şu ana kadar canlandırdığınız karakterlerden sizi çok etkileyen, daha fazla içselleştirdiğiniz bir karakter oldu mu?
Aslında hepsi beni çok etkiliyor. Ama özel bir örnek vermem gerekirse… Çukur’da Füsun karakteri benim için çok özel bir geçiş dönemine denk geldi. Ben çok erkek çocuğu gibi giyinirim, davranışım da öyledir. Füsun’da ise o güzel elbiseler, topuklu ayakkabılar… Kadın olma halini daha fazla hissettirdi bana. Sibel karakteri ise fiziksel olarak çok zorlayıcı bir işti. Böyle bir deneyimi yaşamak iyi hissettirdi. Damla olarak bana, bazı zorlukların üstesinden gelebileceğimi gösterdi. Bazı karakterler, size sahip olduğunuz ama fark etmediğiniz yönleri de gösteriyor.


