PKK hangi zeminden çıktı hangi zemine döndü? Yasin Aktay
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
PKK’nın kendini feshetmesi yönünde beklenen kararı hiç kuşkusuz Türkiye’nin yüzyıllık tarihinin en önemli olaylarından biridir. Yüzyıl önce bu sorunu var eden bütün koşulları da birlikte değerlendirmemizi gerektiren bir etki yapması da kaçınılmaz.
PKK bu yüzyıllık tarihin son 47 yılında, o sorunun bağrından, o sorunun atmosferinden çıkmış bir sorundur ama muhtemelen en uzun sürmüş, ülkenin insan kaynağını, enerjisini ve maneviyatını en fazla tüketmiş bir sorun.
47 yıl ortalama bir insan ömrü.
Ancak bu sorun esnasında nice insan ortalama 20 yaşını görmeden dağlarda heba olup gitti.
47 yıllık süreç içinde bile soruna yaklaşım açısından devletin kendisi birkaç esaslı evre geçirdi.
En son AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte açıktır ki bu soruna yaklaşım açısından gerçek anlamda paradigmatik bir değişim yaşandı.
Tam da budur aslında sorunun zeminini aşındırmaya başlayan, PKK gibi bir örgütün varoluş zeminini, nedenini tüketen.
PKK’nın kendini feshetmesine hiç de sevinmediklerini belli etmekten kendilerini alıkoyamayanlar arasında sol-Kemalist çevrelerin tepkileri aslında yerli yerine oturuyor.
Çünkü sorunun bu finalle çözümü yüzyıl önce Türkiye’ye atılmış bir düğümün de çözülmesi bir yanlışın düzeltilmesi anlamına geliyor.
Uğur Dündar
, mesela PKK’nın kendini fesih beyanında sorunun kaynağı olarak Lozan’a atıf yapmış olmasına takılmış. İster ki, terörsüz Türkiye de olsun, ama Kürt sorunu da tam da yüz yıl önce kurgulandığı şekliyle devam etsin, Lozan’a da hiç dokunulmasın.
LOZAN DEDİĞİNİZ BİR KUTSAL METİN Mİ?
Bugünün ilahiyat tartışmalarında bile kutsal metinlerin dokunulmadık-tartışılmadık hiçbir tarafları kalmamış, bize yüzyıl önce bir alay sorun üretip kucağımıza bırakmış ve altı yüzyıllık devletimizi yıkıp topraklarını işgal etmiş düveli muazzama tarafından
bize dayatılmış bir metni bu kadar tartışılmaz kılan hassasiyet nöbeti kimin adına tutuluyor olabilir?
Bu tartışmanın
Sevr özlemiyle kaleme alınmış bir dayatma olduğunu söylemesi
bir şey değil de onun bu ifadelerinin altına bunu büyük bir hınçla-iştahla teyit eden yorumlar apayrı bir vahameti işaret ediyor. Türkiye’de Kürt sorunu zaten çözüldü, çözülür de bu kafanın ürettiği sorun kolay çözülür gibi değil.
Sağolsun
Yıldıray Oğur
bu kafaya tenezzül etmiş cevabı yapıştırmış: “Akıllara durgunluk verici akıl yürütmeler okuyoruz. PKK’dan Anadolu’dan Görünüm programında teslim olan militanlar gibi konuşmasını mı bekliyordunuz? Bu bir anlaşma metni değil ki, dayatma olsun. Örgüt final kongresi sonuç bildirgesinde tarihini anlatmış. Kendini fesheden örgüt neyi dayatabilir? Lozan Anlaşması’nı ve 1924’ü Kürt sorununun başlangıcı olarak anlatmışlar. İlk defa mı duydunuz bunu? Kürt sorunuyla ilgili her metinde bu bir milat olarak gösterilir. Ne Sevr’i? Sevr isteyen silah mı bırakır? Sevr için PKK’ya değil, yedi düvele ihtiyaç var. Silahlıyken 50 yıl yapamamış örgüt, silah bırakınca mı ülkeyi bölecek?”
Türkiye Lozan’da ortaya konulan ufku aşabildiği için ve aşabildiği ölçüde sadece kendi sorunlarını çözecek kapasiteye ulaşmıyor, aynı zamanda dünya siyaset sahnesinde olabildiğince muteber, etkili ve belirleyici bir aktör haline geliyor.
Suriye’den, Filistin’den başlayın, Ukrayna-Rusya, Hindistan-Pakistan arasındaki meselelere kadar uzanan bir dünya turu atın isterseniz.
Görülen Türkiye, Lozan ufkunda kalmış bir Türkiye midir
? Sevr fobileriyle bütün psikolojisi bozulmuş ve Lozan’da sıtmaya razı edilmiş bir toplumsal-milli psikoloji ile hiçbir sorun çözülemeyeceği gibi hiçbir atılım da yapılmaz.
Üstelik
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
dediği gibi,
terörsüz Türkiye sürecinde PKK’nın beyanı bir final değil kritik bir aşamadır.
Bu aşamayı aşmış olmamız bile başlı başına büyük bir olay. Bu sürecin öncekiler gibi akamete uğrayacağını söyleyenler bir analiz yapmıyorlar, duygularını-korkularını veya güvensizliklerini ifade ediyorlar.
Oysa içinde bulunduğumuz durum bu duyguları boşa çıkaracak yeterli nesnel koşullar içeriyor.
Bir defa mevzunun Lozan’ı veya yüzyıllık tarihin tamamını bir şekilde gözden geçirmeye çağırması kaçınılmaz. O metinler veya o olayların dünyanın ve Türkiye’nin bu yeni konjonktüründe yeniden okunması gerekecektir.
İkincisi, Suriye’de artık Türkiye’ye düşmanca duygular besleyen ve kuruluşundan itibaren PKK’ya her türlü desteği veren bir rejim yok.
Bilakis Suriye’deki rejim şu anda Türkiye’ye olabildiğince dost ve PKK veya uzantısı hiçbir örgütün varlığına izin vermeyecek bir rejim. Üstelik Suriye’deki yeni rejimin Kürtlere sunacağı yeni vatandaşlık kalitesi ve katılım imkanları eski rejiminkiyle karşılaştırılamayacak düzeyde. Yani Türkiye’nin iç barışı ile Suriye’nin kendi iç barışı ve entegrasyonu birbirine çok paralel işleyecek gibi. Irak’ta ise hem merkezi yönetim hem de Kuzey Irak yönetimleri süreci sonuna kadar destekliyor.
Diğer yandan her ikisinde PKK yapılanmasını şimdiye kadar desteklemekte olan İsrail’in tek başına desteği de hiçbir anlam ifade edemeyecek.
Şu anda hem kendi derdiyle yeterince meşgul, hem şimdiye kadar verdiği desteğin bütün lojistiğini ve finansını ABD ve Suriye rejimine borçluydu, şimdi her iki destekten yoksun.
Üçüncüsü,
bu konjonktürde Kürt halkı da bu süreci büyük bir coşkuyla karşılamış ve benimsemiş durumda.
Bu saatten sonra bu süreci baltalayacak olanlar karşılarında herkesten önce Kürt halkını bulacaklardır.
Türkiye Kürtlere daha fazla hak vererek, onları daha fazla tanıyarak bölünmez çok daha fazla bütünleşir, kaynaşır. Çünkü birlik ve beraberlik farklılıkları inkâr üzerinden değil, onları görüp tanımakla gerçekleşen bir süreçtir.
Not: Beyan Yayınlarında
bugünlerde yayınlanan
“Tarihin Gerçek Yüzü
” Serisinde
Prof. Mustafa Aydın
Hoca’nın “Lozan: Başarı mı Taviz mi?” isimli kitabı, Lozan’ın getirdikleri ve götürdüklerinin çok güzel bir özetini veriyor. Tam bu bağlamda okunası.


