Post endüstriyel ruhun otopsisi Özgür Bayram Soylu
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Post-endüstriyel ekonomilerde para, artık yalnızca bir değişim aracı olmaktan çıkmış; dijitalleşme, otomatik ödeme sistemleri, temassız alışveriş ve sanal cüzdan uygulamalarıyla birlikte soyut bir varlığa dönüşmüştür. Vatandaş, maaşının yattığına dair bir bildirim alsa bile, parayı fiziksel olarak deneyimleyemediği için ekonomik doyum hissi eksik kalıyor. Artık insanlar, parayı elinde tutmaktan çok, onun temsil ettiği statü göstergeleriyle ilişki kurmayı normalleştirmiş benziyor. Bizler sürekli dönen ekonomik çarkın içinde kazandığımızı sansak da çoğu zaman harcamalarımızın hatta harcandığımızın farkına bile varmıyoruz.
MODERN ZAMANLARIN İLLÜZYONU
Bu harcamalarımızın en işlevsel aracı kredi kartı, modern finansal sistemin en yaygın mikro borçlanma enstrümanıdır. Ortaya çıktığı 20. yüzyıl ortalarından bu yana, tüketim kültürünü derinleştiren psikolojik bir konfor alanı inşa etmiştir. Kredi kartı, “zamanlar arası tüketim tercihini” kolaylaştırırken; biz, bugünkü gelirimizle değil, gelecekteki kazancımız üzerinden harcama yapıyoruz. Böylece gelecekteki refah beklentimiz, bugünkü tüketim davranışımıza kolaylıkla yön veriyor. Bu durumu yüzyıllardır dile getirilen rasyonel birey varsayımını zayıflatıyor. Bugün kart sevdalısı bizler ödeme anı ertelenmiş bireylere dönüş durumda, harcama kararını verirken acıyı hissetmeyen ertelemeyi deneyimlemeyi doruklarda yaşıyoruz. Nakit para harcanırken yaşanan fiziksel ve duygusal kayıp hissi, kartla yapılan ödemelerde neredeyse tamamen ortadan kalkıyor.
Artık biz, kazandığıyla değil; harcadığıyla kim olduğumuzu tanımlıyoruz. Bu noktada modern ekonominin en büyük başarısı, borcu bile bir özgürlük hissi olarak pazarlayabilmesinde yatıyor.
TAKSİTLİ HAYATLAR MANİFESTOSU
Taksitli alışveriş sistemi, modern tüketim toplumunun en işlevsel psikolojik icatlarından biridir. Ekonomik olarak “erişilebilirlik” kavramını genişletirken, sosyolojik olarak “geleceği bugünden tüketme” alışkanlığını normalleştiriyor. Taksitle esneyen gelir sınırlarımız gerçek alım gücümüz ile algılanan alım gücümüz arasındaki mesafeyi bulanıklaşıyor. Bugün elde ettiğimiz tatminler gelecekte katlanacağımız maliyetlerden daha değerli hale gelebiliyor. Böylece tüketim davranışımız, ekonomik rasyonellikten çok anlık haz ekonomisi üzerine kuruluyor. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde “taksit kültürü” bir ödeme yöntemi olmaktan çıkıp bir yaşam biçimine dönüşmüştür. Ödeme küçük dilimlere bölündükçe, harcamanın ağırlığı da zihinsel olarak hafifliyor. Borcumuzu yönettiğimizi zannederken aslında zamanını yöneten bir karar birimine dönerken buluyoruz kendimizi. Kentin daralan teneffüs aralıklarında birey, artık yalnızca “çalışan” değil; yaşamını sürdürmek için kendi varlığını finanse eden bir organizmaya dönüşmüştür. Gelir planlaması yapılırken tasarruf değil, hayatta kalma öncelik kazanıyor. Her ayın sonunda ortaya çıkan tablo, bir finansal bilançodan çok bir yaşam stratejisi haritasını andırmaya başlıyor. Modern insan artık “hayatta kalmak” ile “geçinmek” arasındaki farkı faturalardan öğrenmenin acı tadını deneyimliyor.
KAHVEYLE GELEN FİNANSAL AYDINLANMA
Kahve, modern insanın kendini kandırmak için başvurduğu en hatırlı bahanedir. Artık yalnızca bir içecek değil; şehirli kimliğin, üretkenlik mitinin ve sosyal statü arayışının somut simgesine dönüşmüştür. “Dinlenme” ile “çalışma” arasındaki gri alanda konumlanmış bu içecek, bireye hem sosyalleşme hem de üretkenlik illüzyonu sunuyor. Kahve zincirleri, “çalışıyor gibi hissetme” atmosferini satarak tüketim eylemini üretkenlik hissi ile birleştiriyor. Böylelikle tüketirken üretken hisseden bir özneye dönüşüyoruz. Böylesine bir döngü kapitalist üretim döngüsünün duygusal yeniden üretimi olarak değerlendirilebilir. Tatil deneyimi harcanan parayla değil, paylaşılan karelerle ölçülüyor; kahve, tadından çok markası ve mekân estetiğiyle anlam kazanıyor. Bu sanal zenginlik, çoğu zaman yalnızca “pikselleştirilmiş bir refah”ın sahte parıltısına dönüşüyor.
PARAYI HARCADIK, BARİ HİKAYEYİ KURTARALIM
Paranın yalnızca bir değişim aracı değil, bir yaşam anlatısının başkarakteri haline geldiği çağda, “hikâyeyi kurtarmak” bir tür sembolik yeniden doğuşu simgeliyor. İnsanlar artık zenginleşmeyi değil, hikâyeleriyle ayakta kalmayı acı bir şekilde öğreniyorlar. Bugün biz, parayı nerede değil, nasıl ve niçin harcadığımızla; toplumsal sınıfımızı, estetik tercihimizi ve değer sistemimizi dışa vuruyoruz. Kimimiz parayı konfor için, kimimiz görünürlük için, kimimiz de yalnızca günü kurtarmak için parayı “yiyoruz.” Sonuçta para, yalnızca bir harcama nesnesi değil; bireyin varoluş biçimini temsil eden bir anlatı aracına dönüşüyor. Klasik iktisat, ekonomiyi “kıt kaynakların sınırsız ihtiyaçlara dağıtılması” olarak tanımlasa da; modern insan için asıl mesele, kaynakların değil, anlamın kıtlığında vücut buluyor. İşte tam da bu yüzden, harcadığımız paranın ardından kalan sessizlik, post-endüstriyel ruhun otopsisinde yankılanan en derin hikâyeye ev sahipliği yapıyor.
Bizde modern insanın en büyük borcu, kendine ödeyemediği zamandır.

