Problemler sadece düşünerek çözülemez Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Bazen siz de kendinizi uzun uzun düşünürken, analizler yaparken, ötekiyle kıyaslarken ya da kendinize kızarken buluyor musunuz? Kurduğunuz cümleler arasında “Niye öyle yaptım ki? Keşke şöyle davransaydım.” geçiyor mu? Problemlerin çözümünde hep aynı yollardan geçtiğinizi ve sonucun hiç değişmediğini fark ediyor musunuz? Düşünüp durmaktan harekete geçemeyenlerden misiniz? Klinik Psikolog Esra Oras’ın Timaş Yayınları’ndan çıkan kitabı Takılı Kalan Zihin tam bu sorunların cevabını ve sürdürülebilir çözümlerini içeriyor. Kitap vesilesiyle Esra Hanım’la İyi Gün Psikoloji’de bir araya geldik ve düşünüp durmayı konuştuk.
İnsanoğlu olarak sürekli bir cevap verme hâlindeyiz
Kitap bir alıntıyla açılıyor: Hz. Ali, Peygamberimize “Vaktimi boşa harcamamak için ne yapmalıyım?” diye sorduğunda Peygamberimiz “Kendini bilmeyi öğren” diye cevap veriyor. İnsan kendini bilmeyi nasıl öğrenir?
Efendimiz’in (sav)hangi kapsamda ve neyi kastederek söylediğini tam anlamıyla bilmem ve hissetmem mümkün değil ama ben onun tavsiyesini şöyle anlıyorum: İnsanın seçimlerinin, hissettiklerinin, zihninden geçenlerin farkında olması ve yaptığı seçimlerin sonuçlarıyla ilgili de sorumluluk hissetmesi; etrafında neler olup bittiğini bunların onun üzerindeki etkilerini, hangi davranışlara yöneldiğini fark etmeye gayret etmesi kendini bilmenin ilk adımı. İnsanlar kendini tanımayı, bilmeyi; kendisiyle ilgili teşhisler, analizler yapmak zannediyor. Ben bunun bir yanlış anlaşılma olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü insanoğlu statik bir varlık değil. Kendimizi bir kalıbın içine soktuğumuzda hayatımız boyunca öyle devam etmeliymişiz, ona uygun yaşamalıymışız gibi bir sınır getiriyoruz kendimize. Oysa insanın her gün yeniden seçmesi gereken bir şey fark etmek. “Benim bugün başıma bu geldi. Ben neyi seçtim de bununla karşılaştım?” diye kendine nazikçe sorabilmek kendini bilmek.
Hadis-i şerifte kendini bilmekle vaktini boşa harcamak arasında da bir bağlantı kurulmuş.
İnsanoğlu olarak sürekli bir cevap verme hâlindeyiz. Günlük hayat içerisinde bazen karşımızdakine cevap verdiğimizi zannediyoruz oysa kafamızdaki kurallara cevap veriyoruz. Gerçek dünya ile kafamızdaki kural uyuşmadığında ortaya uyumsuz sonuçlar çıkıyor, vakti boşa harcamış oluyoruz. Bir örnekle ne demek istediğimi açıklayayım. Mesela sizinle yakın bir dostluğumuz var ve sizi kırdığımı düşünüyorum. Beni o yüzden aramadığınıza, hasta olduğumda geçmiş olsun demediğinize dair zihnimde bir kurgu oluştu. “Onunla konuşursam onu daha çok kıracağım, o beni daha çok kıracak ve dostluğumuz bitecek.” Kafamdaki senaryo bu. Bunun arkasında da “Duygularını açıkça söylersen zorluk yaşarsın, o yüzden duygularını açıkça konuşmamalısın, zayıf gözükmemelisin.” kuralı yatıyor. Ben bunun üzerinden günlerce düşünüyorum. Arayıp size ne yaşadığınızı sormuyorum, kafamdaki senaryonun peşinden gidiyorum. Ben sizinle konuşmayı denesem belki tartışacağız ama tatlıya bağlayacağız ya da helalleşip ayrılacağız. Nihayetinde bu konu zihnimden çıkacak ve gerçek bir deneyime dönüşecek. Kafamdaki kurala cevap vererek, hiç yaşanmamış bir şey için dakikalarımı, saatlerimi zihnimde geçirerek devam ettiriyorum. Dünyanın gerçekliğinde değil kafamdaki kurala cevap veriyorum ve vaktimi enerjimi böylece boşa harcıyorum. Oysa kendimi bilseydim, “Esra, sen hep bunu yapıyorsun ve hep aynı sonuçlar alıyorsun. Yalnız kalmamak için kendini geri çekiyorsun ama sonunda daha da yalnız kalıyorsun. Korkun burada bir çatışma yaşamak. O zaman gel, çatışma yaşamayacağın bir diyalog oluştur ama çatışma yaşama ihtimalinden de bu kadar korkup kaçma.” diyebilirdim.Kendimi bilsem alternatif çözümler üretebileceğim ama kendimi bilmediğim için vakti boşa harcamakla ilgili de farkındalığım maalesef gelişmemiş oluyor.
Kabul ve kararlılık terapisi (ACT) çalışıyorsunuz. Alandaki farklı ekoller arasında ACT’i tercih etmenizin özel bir sebebi var mı?
Kabul ve kararlılık terapisi davranışçı ekoller dediğimiz ekollerin en son geliştirilmiş modellerinden bir tanesi. ACT, dünya gerçekliğine çok uyumlu şeyler söylüyor. Benim ruhuma hitap ediyor ve bilimselliği, etkinliği neredeyse 1.300 kontrollü araştırmayla kanıtlanmış bir ekol. Hem bilimsel olması hem bir felsefesinin olması hem de dünya gerçekliğine bu kadar uyumlu şeyler söylemesi beni çok cezbetti. Soyut, spiritüel, mistik, tuhaf çalışma metotlarındansa bu kadar ayakları yere basan ve matematiksel bir açıklama yapabildiğim bir ekolün içinde bulunmak güvende hissettiriyor. Müslüman bir psikolog olarak kabul ve kararlılık terapisinin inancımla da uyarlanabilir olması beni çok etkiliyor. Bu da Türkiye insanına benim anlattıklarımın çabuk geçmesini sağlıyor. ACT’in bize söyledikleriyle İslam’ın bize tavsiye ettikleri arasındaki uyumluluğu seviyorum ve kendi kültürümün getirdiği birikimleri burayı geliştirmek için kullanabiliyorum. Son olarak da danışanlarıma yardım edebildiğine yıllardır tanıklık ediyorum.
Toplumda kendini etiketleme alışkanlığı oluştu
Takılı Kalan Zihin’de “ruminasyon” üzerinde duruyorsunuz. Ruminasyon kısaca “bilişsel geviş getirmek, kara kara düşünmek, düşünüp durmak” olarak tanımlanıyor. Neden bu konuyu ele alma ihtiyacı hissettiniz?
Psikoloji; bir insanın bir davranışı nasıl seçtiği, ne gibi sonuçlarla karşılaştığı, o sonuçların hayatına neleri davet ettiği gibi insana dair çok güçlü hikâyeleri olan bir alan. Ruh sağlığı profesyonelleri olarak bizlerin ortak bir dile, daha ekonomik anlatıma ihtiyacımız var. İki uzmanın karşılıklı konuşurken koca bir paragraf metin sıralamak yerine “Danışanda şöyle bir kişilik örgütlenmesi var,” demesi daha kolay. Fakat sınıflandırmanın popüler olduğu bu çağ, bize söylemde tasarrufu hediye etse de beraberinde bir ızdırabı da getirdi. İnsanlarda kendilerini etiketlemeye, analiz etmeye yönelik “Ben bunu bundan yapıyormuşum, bende şu varmış ondan böyleymişim.” gibi etiketleri gerekçeler gibi anlatma eğilimi çok arttı. Patolojize etme alışkanlığı oluştu toplumda. Seçimlerimizi, hatalarımızı, suçlarımızı, kaynaklarımızı, olumlu ve olumsuz taraflarımızı patolojize ederek konuşuyoruz. Bende merhamet yorgunluğu var, diyor mesela kişi. Ben bipolarmışım ondan böyle yapıyormuşum, diyor. Etiketlerini kendisine bir zırh gibi giyiyor. Kişi içinde bulunduğu durumu uzun uzun anlatıyor ama seçimlerinde hiçbir değişiklik yok. İşin tatsız tarafı, kendini analiz ederken, etiketlerken kitaplar okuyor, bir sürü cümle ediniyor. Kendine dair bilgisi artıyor sözde ama seçimleri değişmediği gibi hayatı fakirleşiyor. Kendimizi analiz etmenin, etiketlemenin, kendimizle ilgili sebepler ve hikâyeler üretme ve bu hikâyelerle iç içe geçip sorumluluğu bertaraf etmenin, seçimleri sürekli bir teşhisle gerekçelendirmenin seans odasında sıkça karşıma çıkması, bu konuya özel yazılmış Türkiye’de bir çeviri kaynağın bile bulunmaması ruminasyonla ilgili kitap yazma teşvikimi artırdı.
Her düşünüp durma ruminasyon değildir
Peki, düşünüp durmanın dozu nedir? Ne zaman yararlı ne zaman yararsız?
Problemlere, başımıza gelenlere anlam yüklemeye, o anlamdan doğru çıkarımlar yapmaya bizim ihtiyacımız var. Burada iki şeye bakacağız: Düşünüp durmak ne kadar vaktimi alıyor ve sonuç ne oluyor? Sonuçta ben problemi çözmeye yaklaşmış oluyor muyum, farklı yollara daha açık hissediyor muyum? Yoksa daha depresif, daha ürkek, aynı sorunlara aynı cevapları veren katı bir yere doğru mu yaklaşıyorum? Düşünüp durmak beni çözüme yaklaştırıyorsa, planlamama, ders çıkarmama, gerçekle uyumlu adımlar atmama hizmet ediyorsa beni geliştiren ve olmazsa olmaz bir şey. Eğer ikincisiyse düşünme içeriğimiz istediği kadar entelektüel olsun, mantıklı analizler içersin hiçbir işe yaramıyor. “Nedenini bulamazsam nasıl çözeceğim?” diye soruluyor. “Zihnine mi güveneceksin, deneyimine mi?” diyorum. Zihnin sana yıllardır nedenini bulmalısın, diyor ve sen buna inanarak nedeni arıyorsun ve bazen bulduğun da oluyor. Peki, sonuç ne oluyor? Problemi çözdün mü, çözemedin. Deneyimin bu yolla cevabı bulamadığını, başka bir şey denemen gerektiğini söylüyor. Kişi burada bir tercih yapıp deneyimine güvenmeli.
Deneyimsel bilgiye muhtacız
Çok düşünüyor, çok konuşuyor ama harekete geçmiyoruz. Günümüzde neden bu kadar çok insan düşünme bağımlısı?
İnsanoğlu olarak iki şekilde öğreniyoruz. Bir deneyimle bir de sözel bilgiyle. İçinde bulunduğumuz çağda deneyimsel bilgi sözel bilginin maalesef çok gerisinde kaldı. Bir ilişkide nasıl davranılır, nasıl oturulur, nasıl kalkılır düşe kalka öğrenen varlıklarız. Ancak o kadar çok sözel bilgi akışına maruz kalıyoruz ki bu bizi daha denemeden bir sürü şeyden korkar hâle getiriyor. Aslında neyi seçersek seçelim bedeli olduğunu biliyoruz ama artık bütün seçeneklerin bedelleri bize net şekilde duyuruluyor ve bu yüzden bedelsiz bir seçim arayışındayız. Amatörlük çekmek istemiyoruz, doğrudan profesyonel adımlar atmak istiyoruz. Maalesef büyümenin ve gelişmenin başka bir yolu yok. Deneyimsel bilgiye muhtacız. Aslında daha zengin bir hayat, yüksek bedelleri göze aldığımız bir hayat. Bu da bizi daha fazla zihnimize dönmeye, ne yapsam da az bedel az ödesem diye düşünmeye yönlendiriyor. En hazır hissettiğimiz anı bekliyoruz ve o an hiçbir zaman gelmiyor, her gün yeni bir kaosun içinde daha fazla zihnimize kapanarak hayatımızı küçültüyoruz.
Zihin bir problemle karşılaştığında reçeteler üretir
Sağlıklı bir zihin bir sorunla karşılaştığında ne yapar? Takılı kalan zihin, ruminatif kişiler ne yapar?
Hepimizin zihni bir problemle karşılaştığında reçeteler üretir. Problem çözme makinesi gibi çalışır zihnimiz ve elinde nasıl bir repertuvar varsa önüne onu koyar. Ruminasyona da davet edebilir, endişelenmeye de davet edebilir, tatsız hikayelerle dikkatini çekmeyi de tercih edebilir. Psikolojik esnekliği yüksek biri bunları elinden geldiği kadar fark eder, ihtiyacını anlamaya çalışır, dikkatini problemi neyin çözeceğiyle ilgili eğitmeye çalışır ve kendine şunu sorar: Şu an tam olarak neye ihtiyacım var? Katı biri ise senaryolara kapılır, duygusal ihtiyacını fark etmez, bildiği yollara başvurur. Çoğu zaman problemi çözmek yerine zihninde çevirip durmaya devam eder ve enerjisi biter. Problemi çözmeye yönelik bir hevesi kalmaz hayata karşı daha da ürkek hissetmeye başlar.
Esneklik arttıkça ruminasyon azalır
Ruminasyon döngüsünden çıkmanın yollarını da gösteriyor, psikolojik esneklik üzerinde duruyorsunuz. Psikolojik esneklik nedir?
Hayat yolcuğunda anlamlı bir şekilde devam edebilmek için psikolojik esnekliğimizi geliştirmekle mükellefiz. Psikolojik esneklik bizim için bir kaynaklar bütünü. Burada 3 temel beceriden söz ediyoruz. Birincisi, açıklık becerisi. Zihnimden her şey geçebilir ve her şeyi hissedebilirim. Her duyguya ve düşünceye açık mıyım? İkincisi farkındalık becerisi. Ne hissettiğimin, zihnimden ne geçtiğinin, şu an elimin nereye gittiğinin, dışarıdan nasıl gözüktüğünün farkında mıyım? Üçüncüsü de gönüllülük. Kalbimle hayatım ne kadar uyumlu gidiyor? Olmak istediğim kişiyle seçimlerim ne kadar uyumlu? Bu 3 temel kabiliyet üzerine esnekliği inşa ediyoruz. Bu geliştirilebilir bir beceri. Kişinin bununla ilgili bir gayret yoluna girmesi çok önemli.


