Rezervim yok, bahtım kara! Özgür Bayram Soylu
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Türkiye ekonomisini bugünlerde bir futbol maçının skoru üzerinden değil; üreticinin, esnafın, sanayicinin ve vatandaşın içinde bulunduğu daralan ekonomik atmosfer üzerinden değerlendirmeli. Ekonomi yönetiminin, rezervlerdeki toparlanmayı “5-2 biten maçta 2 gol yedik denmez, 3 farkla kazandık denir” şeklindeki bir benzetmeyle açıklaması, geçici iyileşmelere fazlaca anlam yükleme çabasından başkasını temsil etmiyor. İşin ironik kısmı başkan da mı Fenerbahçeli acaba şüphelerini artırıyor. Hepimiz şunu biliyoruz ki bu coğrafyada yaşıyorsanız ekonomi, son düdüğü olmayan; her gün değişen risklerle, bazen toprak sahada bazen sentetik çimde ama sürekli oynanan bir oyundur. Bu oyunda atılan her gol değil, yenen her golün bedeli büyüktür. Ve eğer oynadığınız ligde para biriminiz sürekli değer kaybı tehdidi altındaysa, biriken değil, korunamayan rezervler gelecek krizlerin habercisidir. Finansal ve fiyat istikrarının dış şoklara karşı halen daha kırılgan olduğu biri görünümde rezervlerde görünen artış bir toparlanmaya işaret ediyor olabilir. Ancak
geçici sermaye girişlerine dayalı bir rezerv stratejisi, tıpkı kiralık oyuncularla sezon geçiren bir futbol takımı gibi; kriz anında genellikle ilk giden onlar oluyor.
Yerli para biriminin itibarını rezerv biriktirmek dışında kalıcı olarak koruyacak kurumsal güveni, üretim gücünü ve dışa bağımlılığı azaltan uygulamaları hayata geçirmenin vaktini uzattıkça gerçekle yüzleşme olasılığımız da giderek azalıyor.
KUR SERBESTİSİ Mİ, SERBEST KURBANLIK MI?
Türkiye ekonomisinde kur politikasına ilişkin yürütülen söylemler ile sahadaki uygulamalar arasında ciddi bir tutarsızlık göze çarpıyor. Merkez Bankası'nın “kur hedefimiz yok” yönündeki açıklamaları, pratikte sıkça yapılan rezerv satışlarıyla çelişiyor. Eğer kur gerçekten serbestse neden rezerv tüketiyoruz? Eğer değilse neden açık müdahale stratejisi yerine belirsizlik içinde yönetim tercih ediliyor? TL gibi hâlâ güven tesis etmeye çalışan ve rezerv para niteliğinden uzak bir para biriminin, küresel dalgalanmalara açıkken tamamen serbest bırakıldığında nasıl bir kırılganlık oluşturduğunu görüyoruz.
Bugün serbest ama aslında yönsüz bırakılmış bu kur rejimi, adeta öksüz bırakılmış bir piyasa refleksi hâline dönüşebiliyor. Rezervlerle savunma sanatımızı icra edemediğimiz bu piyasa şartlarında zaman kaybetmeden alternatif, rasyonel ve proaktif kur araçlarını masaya yatırmak için hangi işareti bekliyoruz. Seçici sermaye denetiminden neden korkuyoruz mesela.
Yerli para ile ticaret anlaşmalarını, döviz kazandırıcı sektörlere özel teşvikler vermeyi… Sonuç olarak
bugün döviz kuru, yalnızca bir fiyat değil; aynı zamanda beklentilerin, güvenin ve politik rasyonelliğin yansıma yüzeyini temsil ediyor. Bugünü idare etmek adına geleceği riske atmak yerine, kuru serbest değil, akıllıca yönetilen bir rejimle güvenli zemine oturtmak zaruri hale geliyor.
KOLAYCILIK TUZAĞI: YÜKSEK FAİZ
Para politikasının yüksek faiz kolaycılığına indirgenmesi “faiz artır, kuru sabitle, rezerv biriktir” zincirleme refleksinin üzerimize güneş gibi doğmak yerine kâbus gibi çökmesi sonucunu doğuruyor.
Kırılganlaşan sistemde çözüm ufku daralıyor, her döviz şokuna faiz artışı yanıtı ekonominin acil servisiyle yönetildiği algısını pekiştiriyor. Klasik faiz bağımlılığı döngüsünü süslü cümlelerle ifade etme refleksi KOBİ’lerin finansmana erişiminde, özel sektörün yatırım iştahında “bad words” e dönüşebiliyor. Vatandaşın içinde bulunduğu çıkmaz ise hayatta duymadığımız sıralı kötü sözlerin telaffuzuna sahne olabiliyor. Enflasyonla mücadele altında tüketemeyen, harcayamayan, yatırım yapamayan toplum inşası sorunların çözülmesine değil ötelenmesine neden oluyor. Sanayicinin takatimiz kalmadı feryadı, klasik bir serzenişin ötesinde ekonominin üretim damarlarındaki oksijenin azaldığına işaret ediyor. Artan girdi maliyetleri, akaryakıtın yüksek seviyesi, durgunlaşan iktisadi faaliyet, finansmana erişimdeki zorluk ve belirsizlikler reel sektörün birden fazla cephede aynı anda direnmesine neden olmuş durumda. Üstelik hâlâ yüksek teknolojiye dayalı üretim modeline geçememiş olan sanayi yapısı, küresel rekabet gücünü zayıflatıyor. Kâr marjları düşerken yatırım iştahı azalıyor, güven endeksleri ve kapasite kullanım oranları geriliyor. Reel sektör artık pansuman değil, cerrahi müdahale bekliyor: Verimlilik artışı, teknoloji yatırımları, ihracat teşvikleri ve güçlü tedarik zinciri politikaları.
ENFLASYONLA MÜCADELEDE PUAN KAYIPLARI
Yüksek faize dayalı sıcak sıcak rezerv biriktirme stratejisi kâğıt üstünde rasyonel görünse de sahadaki yapısal enflasyon eğilimlerini tek başına durdurmaya yetmiyor.
Kuru dengelemek ve rezerv biriktirmek adına faizlerin yüksek yüksek tepelere çıkması ekonomide kalıcı bir iyileşme değil, göstergeler üzerine göstermelik suni bir teneffüs ortamı inşa ediyor.
Reel kesim ve hane halkı yüksek faiz düzeyinde nefes alamazken durgunluk beklentileri, geçim sıkıntısı ve üretim daralma söylentileri izlenen stratejilerinin yan etkilerini yansıtmaya başlıyor. Yüksek faizle iç talebin baskılanma motivasyonu, kredi büyümesinin frenlenmesi, kur hareketliliğinin geçici olarak kontrol altına alınması sonucu geldiğimiz nokta kara kara düşündürüyor.
Gıda ve hizmet enflasyonundaki yapışkanlık, enflasyon beklentilerinin Fenerden daha kötü yönetimi, maliyet ve arz yönlü baskıların devam etmesi pembe rüyalar görmememizi engelliyor.
Kredi musluklarını kısmak enflasyonu kısa vadeli bir soğuma sürecine soksa da raflardaki fiyatlar düşmeden, satılık ve kiralık ilanlarındaki köpük ortadan kalkmadan güveni inşa etmek zora giriyor.
İnsanlar artık taneyle domates, dilimle karpuz, damlayla süt alıyorsa mesele para politikası ya da rezerv biriktirme stratejisinin ötesinde demektir. 5-2’lik skora sevinenlerin, sezon sonunda küme düşmemesi için artık köklü değişimlere ihtiyacımız artıyor.
Bugün alınan kararlar, yarının işsizliğine, bugünün sessizliğine, geçim derdinin kronikleşmesine neden oluyor.
Bizde her zaman gemiler batmaz, bazen de sular çekilir.


