Ribâ faiz konusu Hayreddin Karaman
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Bu konuda, halkının çoğu Sünni Müslüman olan ve pek çok dini öğrenme ve öğretme kurum, kuruluş ve şahısları bulunan bir ülkede hala bu konuda kafa karışıklığının olması ve yazma ihtiyacı bulunması bana göre düşündürücü ve üzücüdür.
Halkın din anlayış ve uygulamasını daha ziyade etkileyen çevre; hocalar, şeyhler ve bunların çevreleridir.
Hocalar ister akademide, ister medresede, şeyhler ister şu tarikatta ister bu tarikatta olsunlar, ilim, ahlak ve liyakat bakımından kabaca şöyle sınıflandırılmaları mümkündür:
1. Cahil, liyakatsız, lakin menfaatinin kulu olmuş, iddialı kişiler.
2. Cahil değil, fakat ilimde veya ahlakta sapmış bu yüzden liyakatsız, saptırıcı kişiler.
3. İlmi ve ahlakı ile liyakatlı olup diğerleri kadar sosyal medyada görülmeyen, kıymetleri hakkıyla takdir edilmeyen kişiler.
Diğer dini konularda olduğu gibi faiz konusunda da bu üç sınıf insan konuşuyor, yazıyor, sosyal medya ve diğer mecralarda yayın yapıyorlar; bir kısmı ay ve güneş kadar açık, hükmü belli, birçoğu üzerinde icma oluşmuş meselelerde halkın kafasını karıştırıyor, olmadık iddialar ve “görüşler” ileri sürüyorlar.
Kapitalist ekonomi İslam dünyasını da hükmü altına alınca faiz konusu bir mesele oldu:
1. Riba başka faiz başkadır, Kur’an’da yasaklanan ribâdır, mesela banka faizi haram değildir diyenler oldu.
2. Kur’an’da yasaklanan faiz ilk kredi sözleşmesinde belirlenen ve değişmeyen faiz değil, tefeciliktir, katlı faizdir, borç ödenmedikçe faizin eklendiği ve sürenin böyle uzatıldığı, gittikçe borcun katlanmasına sebep olan faizdir diyenler var.
3. Son günlerde iki iddia, “görüş” daha dikkatimi çekti:
a) “Parada faiz olmaz, faiz mal trampasında, malın mal ile alım satımında olur, Kur’an’da para değil, mal kelimesi geçiyor” diyen, parayı geniş manasında mal saymayan.
b) Faiz dini bir konu değildir, ikinci asırda fıkıhçılar dine soktular, faiz konusunda konuşacak olanlar ekonomi uzmanlarıdır, Hz. Peygamber zamanında ticarette faiz konusu yoktu, bireysel borçlanmalar vardı, faizi ticarete sokup haram diyenler fıkıhçılardır…” diyen…
Bu iddialara karşı ben iki şey yapacağım: 1. Mukayeseli İslam Hukuku isimli kitabımın ikinci cildinde bu konuda 30 sayfa yazdım. Sonunda “tenkit ve tercih” başlığı altında yazdığımı paylaşacağım.
Gelecek yazıda da biri İslam tarihi ve fıkhı (ekonomisi dahil) konularında ilim dünyasının takdir ettiği Prof. Hamîdullah; diğeri mâziyi âtîye bağlayabilen nadir ulemadan fakih, müfessir ve mütefekkir Elmalılı Hamdi Efendi; işte bu iki zâtın konumuzla ilgili açıklamalarını paylaşacağım.
Bu yazıda benimki (biraz özetleme zarureti de oldu):
Haram kılınan, yasaklanan faizin şümulünü daraltan ve bazı faizli muâmeleleri caiz gören gurubun dayandığı deliller çeşitli yönlerden zaaflar taşımaktadır:
1. Kur'ân-ı Kerîm'in yasakladığı faiz ile Sünnet'in yasakladığı faiz ayırımı İslâm hukuku ve özellikle fıkıh usûlü ilminde kabul edilegelen prensiplere uy¬gun düşmemektedir. İslâmî hükümlerin kaynak manâsında delilleri; Kitâb, Sünnet, İcmâ', Kıyas vb. şeklinde sıralanır. Haram kılma selâhiyet ve özelliği yalnızca Kitâb'a mahsus değildir; Allah Teâlâ, Peygamberi vasıtasıyla da hü¬kümlerini açıklar veya vazeder. Şu halde Kitâb ve Sünnet'in yasakladığı faiz¬leri birbirinden ayırarak "birine asıl haram, diğerine ona yol açtığı için haram" demek gibi mesnedsiz bir yola girmek yerine, cumhûrun yaptığı gibi Kitâb ve Sünneti bir bütün olarak ele almak ve Sünnet'i, Kitabın açıklayıcısı olarak ka¬bul etmek usûl prensiplerine daha uygundur.
Faizi yasaklayan âyette faiz manâsındaki ribâ kelimesinin harfi tarifli ol-masından hareketle burada bahis mevzûu olan ribânın, cahiliyye devrinde bi¬linen katlı ribâ olduğu, diğer ribâların bu şiddette yasaklanmış olmadığı neti¬cesine varılamaz. Çünkü harf-i tarîfin fonksiyonu yalnızca bilineni ifade değildir; bütün ribâları ifade için de (istiğrak) kullanılmış olabilir. Bilinen ri-bâyı ifade ettiğini kabul ettiğimiz takdirde de bilinen ribâ yalnızca katlı, mü-rekkeb ribâ değildir. Târihi vesikalar ve nakiller cahiliyye devrinde birden fazla faiz çeşidi ve uygulamasından bahsetmektedir. İlk ödünç verirken belli bir müddet sonra daha fazlasıyla ödenmesini şart koşmak Kitâb'ın yasakladığı faize girmese idi ilgili âyette "ana malınız/paranız sizindir denmez, "anası ile ilk faizi sizindir" denirdi.
İbn Abbâs'ın "peşin olanda faiz yoktur" şeklindeki ictihadı da pe¬şin mübâdele, altın ve para bozma, değiştirme işlemlerinde geçerlidir; vâdeli borca faiz uygulamak ile bu ictihadın bir alâkası yoktur. Ayrıca Kitâb ve Sünnet'in bunca nassı bir ictihada veya rivayete terkedilemez.
Hz. Ömer'in, faizi yasaklayan son âyetin, son gelen âyetlerden olduğunu ifade ettikten sonra bunun yeterince açıklanmamış olduğundan yakınması da bir delil olamaz; çünkü o buradan hareketle bir takım faizli muâmeleleri caiz görme yoluna gitmemiş, tam aksine şüphelileri bile haram kıldıklarını, böyle telâkki ettiklerini ifade etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber'in (s.a. v.) açıklamala¬rını Hz. Ömer duymamış veya bilmiyor diye diğer sahabenin de bilmemesi ge¬rekmez… Ribâ konusunda Hz. Peygamber'in yaptığı ve Ebû Sa'îd el-Hudrî vb. sahâbenin rivayet ettikleri hadîsleri Hz. Ömer yeterince duymamış olabilir. Hz. Peygamber'in, son ribâ âyetlerinin gelmesinden sonra da gerekli açıklamaları yapacak kadar yaşadığı tarihî bir gerçektir.
2. Dört mezheb imamının da dahil olduğu büyük müctehidlerden hiçbiri ilk muâmelede tayin ve tesbit edilen tehir faizinin caiz ve helâl olduğunu söy-lememişlerdir. Şu halde fazlalık ve tehir faizi ayırımı bizi, bugün uygulanan tehir faizinin helâl ve caiz olduğu neticesine götürmez...
3. Orta halli insanların küçük tasarruflarını, gelir getiren yatırımlara faizle ödünç vermelerinin zayıfların korunması ve amme menfaatinin temini ma¬nâsına geldiğini, bunun haram faizin kötülüklerini taşımadığını savunan gö¬rüş de isabetli değildir. Evvelâ faizli ekonominin hem ekonomiye hem de ferd ve cemiyete zararları vardır; buna yerinde açıkladık. Saniyen İslâm’da yasaklanan, haram kılınan bir fiil veya şey, şahısların fayda zarar ölçülerine, özel durumların esas alınmasına dayanılarak caiz kılınamaz. İçkinin de bazı faydalarından ve bazı kimselere zarar vermediğinden bahsedilir, ancak onun kötülüğü ve zararı galip olduğu için haram kılınmıştır; istisnâî durumlar ha¬ramı-genel olarak- helâl kılmaz.
4. Ticaret, yatırım ve üretim şirketlerine verilen kredilerden alınan faizle¬rin, İslâm ortaklık hükümlerine göre kâr payı gibi telâkki edilmesi görüşü de İslâm hukukuna göre geçerli ve isâbetli sayılamaz; çünkü İslâm’da şirketleş¬menin hükümleri ve şartları vardır. Müşârekede sermaye sahibinin kâra olduğu kadar za-rara da iştirak etmesi bu şartların başında gelir. Önceden tayin edilen ve şir¬ketin kâr mı zarar mı ettiğine bakılmadan alınan meblağa İslâm’a göre kâr değil, faiz denir.
5. Sermaye birikimi ve üretim ihtiyacı gerekçesine gelince ihtiyaç ve zaru¬ret bahsine girmiş oluruz; biz bu bahsi ayrı bir başlık altında ele aldık. Ancak şuna hemen işaret etmek gerekir ki, zaruretler özel ve geçici du¬rumlardan değil de sistemden geliyor ve devamlılık arzediyorsa bu durumda Müslümanların vazifesi İslâm’a aykırı sistemi zaruret gerekçesiyle meşrû ve de¬vamlı hale getirmek değil, İslâm’ın getirdiği faizsiz ekonomi sistemini yerleş¬tirmek, böylece ihtiyaçlara, zaruretlere toptan çözüm getirmek, bunun için çaba göstermektir. İşte bu çaba gösterilirken bir geçiş dönemi bahis mevzûu olacaktır. Geçiş döneminin de kendine mahsus zaruret hükümleri vardır.


