Sağ eliniz kuruyacak, diliniz damağınıza yapışacak Aydın Ünal
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Terör devleti İsrail’in soykırımcı Başbakanı Netanyahu, eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz’la bir diyaloğunu anlattı. Netanyahu, Mesut Yılmaz’dan Türkiye’de bulunan Siloam kitabesini istemiş, Yılmaz ise o dönem İBB Başkanı olan Erdoğan’ı gerekçe göstererek talebi geri çevirmiş.
ABD’nin Siyonist Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun da dinleyiciler arasında bulunduğu konuşmada Netanyahu şu ifadeleri de kullandı: “Burası bizim şehrimiz Sayın Erdoğan. Sizin değil, bizim şehrimiz. Her zaman bizim şehrimiz olacak. Bir daha bölünmeyecek.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cevabı ise keskin ve net oldu: “Kudüs-ü Şerif’i namahrem ellerin kirletmesine izin vermeyiz. Biz Müslümanlar olarak Doğu Kudüs üzerindeki haklarımızdan tek bir geri adım dahi atmayacağız… Değil size o kitabeyi, Kudüs-ü Şerif’e ait tek bir çakıl taşını dahi vermeyiz!”
İncil, Tevrat ve Zebur’da, bu kitaplara sonradan eklenmiş, tarihi gerçeklerle uyuşmayan çok sayıda coğrafi yer ismi bulunuyor. Hristiyanlar ve Yahudiler, tahrif edilmiş kitaplarındaki masalları somutlaştırmak, Kudüs’ün kendilerine ait olduğunu ispatlamak için kanıt peşinde koşuyorlar. Yahudiler, sadece Kudüs’ün değil, kendilerine vadedildiğine inandıkları geniş bir coğrafyanın geçmişte de kendilerinin olduğunu ispat peşindeler. “Arkeoloji” dediğimiz şey aslında tam olarak bu amaçla ortaya çıkmış ve bu amaçla devam eden bir çaba. Netanyahu, Siloam Kitabesi’ni, “Bakın Kudüs bizimdi, işte bu da ispatı” diyebilmek için istiyor.
İslâm Ansiklopedisi’ne göre “Kudüs” şehrinin ismi tarihte ilk kez M.Ö. 19 ve 18’inci yüzyıllara ait Mısır metinlerinde “Urusalim” olarak geçiyor. Tevrat’ta şehrin ismi hiç geçmiyor ama Yahudi metinlerinde şehir “Yeruşalem” olarak isimlendiriliyor. “Urusalim” ya da “Yeruşalem” kelimelerinin, “Şalem’in evi, yurdu, şehri” veya “Selâmın yani barışın evi, yurdu, şehri (yeri?)” anlamlarına geldiği iddia ediliyor.
Kudüs’ün, M.Ö. 1010 yılında Hz. Davud tarafından fethedildiğine, Yahudilerin itirazlarına rağmen başkent yapıldığına, oğlu Hz. Süleyman’ın burada büyük bir mabet inşa ettiğine inanılıyor. Kudüs, Netanyahu’nun da konuşmasında vurguladığı gibi sonradan ikiye bölünüyor ve Babil Kralı Nebukadnezzar (Buhtunnasr) tarafından işgal edilerek yıkılıyor, sakinleri de Babil’e sürgüne götürülüyor.
Kudüs’ün Yahudiler tarafından kutsallaştırılması bu sürgün döneminde başlıyor. Yahudiler Tanrı’nın Siyon’da (Kudüs’te) oturduğuna, tahtının orada olduğuna, Hz. Âdem’in yaratılması için toprağın Kudüs’ten alındığına, tüm dünyanın Kudüs’ten yaratıldığına, mahşerin Kudüs’te toplanacağına, Mesih’in Kudüs’te görüneceğine, Kudüs şehri gibi bir şehrin de gökte olduğuna, gökteki Kudüs’ün inip yerdekiyle birleşeceğine, Süleyman Tapınağı’nın da aynı şekilde gökten ineceğine, Tanrı’nın dünyayı yaratırken güzelliği on parçaya bölüp dokuzunu Kudüs’e verdiğine ve buna benzer birçok abartıya inanıyorlar. Tevrat’ta bulunmamasına rağmen, Babil sürgünü sırasındaki Kudüs özlemi, hastalıklı biçimde Yahudi kutsal metinlerine yerleştiriliyor. Mezmurlar’ın 137’nci kısmında şu ifadeler yer alıyor: “Babil ırmakları kenarında oturup Siyon’u (Kudüs’ü) andıkça ağladık… Ey Yeruşalim (Kudüs), seni unutursam, sağ elim kurusun / Seni anmaz, Yeruşalim’i en büyük sevincimden üstün tutmazsam, dilim damağıma yapışsın…” Yine dualarında Yahudilerin en çok kullandığı ifade “Gelecek yıl Kudüs’te” ifadesi olmuştur.
Kudüs, biz Müslümanlar, bunun yanında Hristiyanlar ve Yahudiler için kutsal bir şehir. Bu şehir defalarca yıkılmış, defalarca kılıçtan geçirilmiş, halkları sürgün edilmiş. Ancak Kudüs, gerek Hz. Ömer’in gerek Selahaddin Eyyubi’nin gerekse de Osmanlı Sultanı Süleyman’ın fethi sırasında yıkıma ve kıyıma şahit olmamış, o dönemlerde antik ismiyle uyumlu şekilde bir selâm, barış şehri olmuş. Müslümanlar, bin yılı aşkın süre Kudüs’e hâkim oldular, bugün hâlâ Kudüs’teler ve hem Yahudilerin hem Hristiyanların değerlerine sonsuz hürmet gösteriyorlar.
Yahudi kutsal metinlerinde yazanlar yaşanmış mıdır, ya da tam olarak böyle mi yaşanmıştır bilmiyoruz. Söylentilerin dışında elde hiçbir kanıt yok. Siyonistler, başta Netanyahu olmak üzere, bu söylentileri somutlaştırmak için hastalıklı, hırslı, sapkın bir gayret içindeler. 2 bin 500 yıldır içlerinde büyüttükleri “Kudüs ve Vadedilmiş Toprak hurafesini” gerçekleştirmek için yakıyor, yıkıyor, acımasızca öldürüyorlar.
Kudüs bir Yahudi şehri değildir; Filistin de aynı şekilde Yahudi toprağı değildir. Ne Siloam Kitabesi, ne de bir başka buluntu Kudüs’ün tapusunu Siyonistlere verebilir. Eğer mesele bir müddet Kudüs’e hâkim olmak ise, -ki Siyonistlerin buna dair ellerinde delil bile yok- Müslümanlar bin yıldan fazladır Kudüs’e hakimler. Müslüman, Hristiyan, Yahudi dün İslam hakimiyetinde barış içinde bir arada yaşadılar, yarın da öyle olacak.
Evet, Kudüs-ü Şerif’ten bir çakıl taşı dahi alamayacaklar. İşledikleri soykırım nedeniyle de sağ elleri kuruyacak, dilleri damaklarına yapışacak, değil gelecek sene, ebediyyen Kudüs’te buluşamayacaklar.
Kudüs, her inanca saygı duyan bir selam şehri, bir Müslüman şehridir; dün öyleydi, bugün de öyle, inşallah hep öyle kalacak.

