Şems Mevlânâ’nın ufkunu açtı Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Dünya sinemasının en iddialı yapımlarından biri olmaya aday “Mevlânâ: Mest-i Aşk”, 17 Ekim’de izleyiciyle buluşuyor. Senaristliğini ve yönetmenliğini İranlı Hassan Fathi’nin üstlendiği yapım, Mevlânâ’nın gönül yoldaşı Şems-i Tebrîzî’nin esrarengiz kayboluşunu ve bu olayın Mevlânâ’nın hayatındaki derin yankılarını beyaz perdeye taşıyor. Dram ve tarihi türdeki filmde, Fahir Atakoğlu’nun müzikleri ve Morteza Poursamadi’nin görüntü yönetmenliği eşliğinde seyirciyi duygu yüklü bir yolculuk bekliyor.
Parsa Pırouzfar, İbrahim Çelikkol, Hande Erçel, Bensu Soral, Boran Kuzum, Selma Ergeç, Burak Tozkoparan, Halit Ergenç ve Shahab Hosseını gibi birbirinden değerli isimlerin rol aldığı film, tarihi bir dönemi anlatmakla kalmayıp sevgi, dostluk ve insanın içsel yolculuğunu da sinema diliyle yeniden yorumluyor.
Yeni Şafak Pazar olarak; “Mevlânâ: Mest-i Aşk’ı” filmin senaristi ve yönetmeni Hassan Fathi ile konuştuk.
Düşünce dünyasının psikolojik derinliğine odaklandık
Film, Şems-i Tebrîzî’nin kaybolduğu geceyle başlıyor. Bu olayın Mevlânâ ve çevresindekiler üzerindeki etkisini bize anlatabilir misiniz?
Evet hikâye, Şems-i Tebrîzî’nin Konya’da kaybolduğu geceyle başlıyor. Hz. Mevlânâ, onun ani yokluğundan kaygılanıp büyük bir huzursuzluk yaşar ve dostlarından Şems’i bulmalarını ister. Bu karmaşa içinde Şems-i Tebrîzî’nin sevenleriyle karşıtları bir çatışma içine girerler. Sonunda Moğollarla savaşta yaralanıp Konya’ya geri dönen ve hizmetlerinden ötürü şehrin güvenlik kuvvetleri komutanlığına getirilen İskender Bey, Hz. Mevlânâ’nın aziz ve yakın dostu Şems-i Tebrîzî’nin kaybolma dosyasını soruşturmakla görevlendirilir.
Filmde özellikle hangi yönlere odaklandınız?
Hz. Mevlânâ’nın, Şems-i Tebrîzî ile olan sohbetlerinde gelişip dallanıp budaklanan ve daha da genişleyen düşünce sistemi, birçok farklı boyuta ve yönlere sahiptir. Biz bu sinema eserinde özellikle onun düşünce dünyasının psikolojik yönüne odaklandık. Bu yön, Mesnevî-i Ma‘nevî, Fîhi Mâ Fîh ve Lubâbü’l-Elbâb’da açıkça izlenebilir. Bu bağlamda hikâyemizin mesajı, bireysel psikoloji açısından, körü körüne inançlara ve küçük-büyük alışkanlıklara yönelik bir eleştiridir. Zira bu alışkanlıklar insanı günlük yaşamın tekdüzeliğine, boşluğa ve bir kısır döngüde kendini başkalarıyla kıyaslama, rekabet ve kıskançlıklar içine sürükleyerek, ömrünün en değerli sermayesini heba etmesine yol açar. Ayrıca sosyal psikoloji açısından da korku, taassup, cehalet ve ırkçılığın, birçok savaşın, katliamın ve beşerî felaketin kökeninde yer aldığını vurguluyor.
Bir kelâm alimiydi
Mevlânâ’nın Şems ile tanışması onun hayatında nasıl bir kırılma noktası oluşturuyor?
Hz. Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî ile tanışmadan önce çok sayıda öğrencisi olan, imamlık yapan bir fakih ve kelâm âlimiydi; fakat gündelik hayatında bir tekdüzelik ve sıkıntı içerisinde bulunuyordu. Ancak Şems ile tanışması, onun önüne yeni ufuklar açtı ve onu yıllardır ruhunu zincirleyen boşluk, eski ve taklit olan alışkanlıklardan kurtardı. Hikâyemizde bu ilişkinin en çok öne çıkan yönü, Şems’in Mevlânâ’yı kendi varoluşuyla barışmaya yöneltmesi ve kayıp olan varlık yarısını kendi iç dünyasında bulmasına yardımcı olmasıdır. Ünlü Avusturyalı psikanalist Gustav Jung’un diliyle ifade edecek olursak, Şems-i Tebrîzî aslında Hz. Mevlânâ’yı kendi anima’sıyla karşılaştırdı ve bu karşılaşma sayesinde Mevlânâ’nın iç dünyasında bir kaynaşma ve coşkunluk başladı ki bu da onun tasavvufî ve edebî düşünce ve eserlerinin kaynağı oldu. Elbette, Yunus Peygamber’in bir balığın karnında hapsedilme kıssasını da duymuşsunuzdur. Hakikatte Konya, Şems ile Mevlânâ’nın buluşmasına kadar Hz. Şems için o zindanın (Hz. Yunus’un zindanı) hükmündeydi. Ve işte Şems idi ki, ilahî izinle bu zindanın anahtarını Mevlânâ’ya veren; ki hapishanenin kapısını açıp şu nidayı yükseltsin: “Bu dünya bir zindandır, biz de mahpuslarız. Zindanı yık, kendini özgür kıl.” Şems’in kayboluşu, Mevlânâ için, onu boşluk ve hiçlikle dolu, alışkanlıkların ve tekdüzeliğin gölgesinde geçen bir hayattan kurtarıp yeniden doğmasına vesile olan aziz bir dostun acı ve elem dolu yokluğu demekti. Doğaldır ki onun yokluğunda Mevlânâ huzursuz ve mahzun bir hale gelmişti. O, bir yandan Şems’ten bir haber bulabilmek için çabaların peşine düşerken, diğer yandan da gecelerin yalnızlığında Şems’in yoldaşlığının izlerini sürerek şehrin kenar mahallelerinde fakir ve aç insanlara yiyecek ve azık ulaştırıyor, sadık dostunu yâd ediyordu.
Barış, dürüstlük ve iç huzuru müjdeliyor
Sizce Mevlânâ’nın mesajı günümüzün küresel kitlesine evrensel bir dilde nasıl ulaşacak?
Öfke, şiddet ve savaşla dolu bir dünyada yıkımı, soykırımı, çocukların, kadınların ve özgürlük isteyenlerin katledilmesini aşmanın yegâne nihai yolu, insanların birbirlerine duyduğu derin aşktır. Mevlânâ’nın mesajı, son yıllarda giderek daha kasvetli ve korkutucu bir çehreye bürünen bu acı ve keder dolu dünyada, dinleyici ve izleyicilere barış, dürüstlük ve iç huzuru müjdelemektedir. Bu da insanların sosyal ilişkilerinde barış, dürüstlük ve sevginin gelişmesine zemin hazırlayabilir. İşte bu nokta, söz konusu sinema eserimizin de esin kaynağıdır.

Bir aşkın gölgesinde kayboluş
Neden Mevlânâ ile Şems arasındaki dostluğu Mest-i Aşk’taki Kimya Hatun’un hikâyesi aracılığıyla aktarmayı seçtiniz?
Şems, Kimyâ’ya âşık olur. Mevlânâ ise her ne kadar Şems’i ne pahasına olursa olsun Konya’da tutmak istese de, oğlu Alâeddin’in de Kimyâ Hatun’a gönül vermiş olmasından dolayı, bu konuda kararı üvey kızı Kimyâ’ya bırakır. Nihayetinde Kimyâ, ruhen ve fikren olgun, kâmil ve bilge Şems’i; taassuba kapılmış, olgunlaşmamış ve tecrübesiz Alâeddin’e tercih eder.
Fakat bu aşk ve sevdânın en mühim noktası şudur: Zorlu ve çetin imtihanlardan geçmiş olan Şems-i Tebrîzî, genç bir kızın aşkı imtihanında huzur ve sükûnetini kaybeder. Kimyâ’nın ölümünün ardından ise, Mevlânâ ile derin kardeşlik, dostluk ve muhabbet bağına rağmen, onun ölüm acısına dayanamayarak Konya’yı terk etmeye ve gurbet diyarlarında kayıplara karışmaya karar verir.

Türkiye-İran kültürel köprüsü
İstanbul, Konya, İzmit ve Gebze’deki özel film platolarında dört ayda tamamlanan filmin çekim sürecini de merak ediyoruz. Nasıl geçti?
Bu eserin yapımı elbette inişli çıkışlı bir süreçle beraber oldu ve hem çekim sırasında hem de sonrasındaki aylarda birçok zorluk ve güçlük yaşadık. Ancak en önemlisi şudur ki, değerli oyuncular ve emek veren Türk ve İranlı çalışma arkadaşlarımızla birlikte bu eserin ortaya çıkması ve İran’da çok başarılı bir şekilde gösterime girmesi mümkün oldu. İran ve Türkiye halkları arasında, birkaç yüzyılı kapsayan tarih boyunca pek çok kültürel yakınlık bulunmuştur. Bu sebeple umuyoruz ki Şems ve Mevlânâ’nın tatlı, şeker gibi, aşkla ve barışla dolu dünyasını yücelten bu sinema eseri, gerek Türkiye’deki gösteriminde gerekse diğer ülkelerde, savaştan ve şiddetten bıkmış insanlar tarafından büyük bir ilgiyle karşılanır.


