Şerlerin def’i için! Özgür Bayram Soylu
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak duyuru yapıyor.
Türkiye ekonomisi uzun süredir fena halde hissedilen bir kuşatmanın altında, sabah akşam derin nefes egzersizi yaparak hayatta kalmaya çalışıyor. Oksijen maskesi takan yok, ama herkes daralmış durumda. Üç ayaklı bir şer ittifakı tarafından etrafı sarılan ekonomi, döviz–enflasyon–faiz sarmalında dönüp duruyor. Kurtulmanın yollarını arayanlar da var, mış gibi yapanlar da. Kimi yapısal reform diye fısıldıyor, kimi sadece Allah sonumuzu hayretsin diyor. Ve maalesef ikincisi daha kalabalık görünüyor.
Bu şer ittifakında döviz kuru artışı maliyetleri yükselterek enflasyonu tetiklerken, enflasyonun yükselmesi fiyatlama davranışlarını bozarak ekonomik aktörlerde belirsizlik ve güvensizlik oluşturuyor; faiz oranlarının artışı ise finansman maliyetlerini yükselterek yatırım ve tüketim kararlarını olumsuz etkiliyor, böylece ekonomik sistemin istikrar ve öngörülebilirlik kapasitesi ciddi şekilde zayıflıyor.
Üretimi baskılanan, yatırımı durma noktasına gelen, dar ve orta gelirli vatandaşın alım gücünü kemiren bir döngüye dönüşen bu ittifak derinleşen eşitsizlik ve metrobüs duraklarına varan toplumsal huzursuzluğa kapı aralıyor.
Duraksayan büyüme, kırılgan mali dengeler ve yaygın sosyal huzursuzluk şerlerin defi için ile başlayan dualarda buluşmamıza neden oluyor. Her defasında “Ya Rabbi! Bu milleti dövizin hoyratlığından, enflasyonun yıkıcılığından, faizin tuzağından kurtar. Şer olanı hayra tebdil eyle” derken buluyoruz kendimizi.
FİNANSAL ŞANTAJIN ANATOMİSİ
Bu şer ittifakının kalbinde görünmez bir elin yönlendirdiği, etkisini sokaktaki simitçiden büyük sanayiciye kadar herkesin hissettiği spekülatif döviz kazançları oturuyor. Bu, öyle masum bir yatırım davranışını da temsil etmiyor, “güvenli liman” değil, “vurgun limanı” arayanların rotasını belirliyor. Üretmeyen, yatırım yapmayan, istihdam yaratmayan; ama dövizini alıp kuytuya çekilen bir kesimin sessiz ama etkili iştahı yine yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor. Çaycı Mehmet bile “abi bugün dolar ne yaptı?” diye sormaya başladıysa, meselenin sadece finansal değil, artık toplumsal bir hal aldığı bir kez daha kendisini gösteriyor.
Spekülatif döviz kazançları, belirli sermaye çevrelerinin kontrolünde, hem kurun ateşini körüklüyor hem de faiz indirimi gündeme geldiğinde ekonomiyi korku tüneline sokmakta ustalaşıyor.
Ne zaman politika faizi düşürülmek istense, hemen fısıltı gazetesinin başlığı atılıyor: “Faiz düşerse döviz uçar.”
Bugün politika faizi %46. Aylık enflasyon %1,37, yıllık %35,07 civarında. Yani veriler, faizin bu kadar yüksek kalmasını gerektirmiyor. Buna rağmen ısrarla "döviz kaçar" korkusu yaymak, artık teknik analiz değil, sermaye refleksiyle pompalanan bir finansal şantajı simgeliyor.
Merkez Bankası bu ay 550 baz puanlık bir indirime gitse bile, ki gitmeli, bu adım dahi piyasadaki beklentiyi karşılamaya yetmeyecektir. Çünkü kararın kendisinden çok, kararın etrafındaki manipülasyon piyasayı dizayn ediyor. Kur silahı gösterilerek, faiz silahı ellerde tutuluyor. Bu da sistemin dövize karşı ne kadar savunmasız olduğunu açıkça gösteriyor.
Reel sektör ihracat yapıyor, fabrika kuruyor, binlerce insana iş sağlıyor, ama kur farkı gelirinden dolayı %25’e kadar vergi ödüyor. Aynı anda, döviz al-sat yaparak hiçbir üretim yapmadan birkaç yılda servetini katlayan bireysel sermaye grupları gayet rahat, gayet sessiz bu sistemin vergi dışı alanlarında “bal tutan” olmaya devam ediyor. Bu tablo, vergi sistemindeki adalet krizini değilse bile, kur farkından elde edilen bireysel kazançların kamuya hiçbir katkı sunmadığı gerçeğini gözler önüne seriyor. Hal böyle olunca vergiler değil ekonomik vicdanlar açık veriyor. Geldiğimiz bu aşamada dövize dokunamayan bir sistemin, faize mahkûm kalması kader değil; tercihe doğru ilerliyor. Ve bu tercihin bedelini hâlâ üretici, çalışan , tüketici ödüyor. Kazanan mı? Onlar zaten “beklemede.”
ŞER SARMALINA KARŞI
Bu adaletsizliği ortadan kaldırmak için kur farkından elde edilen bireysel kazançlara makul bir katkı payı uygulanması döviz-enflasyon-faiz şerrinin defi için bir fırsat sunuyor. Belirli bir seviyenin üzerinde manipülatif derecedeki kur kazançlarına uygulanacak %25’lik bir katkı payı dövizi bekleyerek kazanılan bir araç olmaktan, spekülatif kazanç kapısı olmaktan çıkarma potansiyeli taşıyor. Elde edilen katkı paylarının sosyal yardımlar, üretim destekleri ve afet fonları gibi alanlara aktarılması da reel ekonomik faaliyetin canlanmasına katkı sunma imkanı veriyor.
Spekülatif baskı aracı olmaktan çıkan döviz kuru artık yükseldikçe kazandıran değil yükseldikçe katkı doğuran bir araca dönüşmüş olur. Bugün dolaşıma sokulan yapay kur baskısı bertaraf edilerek Merkez Bankasına doğrultulmuş faiz namlusu etkisiz hale getirilerek, faiz terörü sona erer.
En basitinden faizin üzerindeki yapay kur baskısı kalkınca finansman maliyetleri makus kaderini değiştirerek makul seviyelere gelebilir. Spekülatif kazançtan doğan kamu gelirinin tabana yayılması ise toplumsal adaletin inşasına katkı sunar. Haliyle katkı mekanizmasıyla kur baskısı azalır, faizler düşer, enflasyonun ana kaynağı olan maliyetler kontrol altına alınır, üretim teşvik edilir ve sosyal refah yaygınlaşır. Bir anlamda şerler def edilir.
Türkiye artık “döviz–enflasyon–faiz” şerrinden kurtulmak zorunda. Bu kurtuluş, sadece faiz indirmekle değil; faizi indirilebilir hale getirecek yapısal adımlarla mümkün hale geliyor. Faiz belasından kurtulmak için önce kur spekülasyonunu dizginlememiz gerekiyor. Artık şerlerin defi bir tercihten öte, ekonomik istikrarı tesis etmek adına stratejik ve kaçınılmaz bir sorumluluk istiyor.
Bizde
“atı düzlükte değil yokuşta, insanı varlıkta değil yoklukta tanırsın”


