Siyasal ahlak önce Filistin’de kaybedildi Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Yaşadığımız çağı en net özetleyen aynı zamanda oldukça popüler bir kavram var:Post-truth. Öyle ki Oxford Dictionaries tarafından 2016 yılının kelimesi seçilmişti. Hakikatin göz ardı edilip hakikat yerine duygu ve kişisel kanaatlerin öne geçmesi diye genel olarak bu kavramı açıklamak mümkün.
Dijital çağ aynı zamanda bilgi çağıdır ancak edinilen bilgiler hakikatle ne derece örtüşüyor? Eleştirel düşünme yeteneğini kaybeden çağımız insanı dijital üzerinden akıtılan bilgileri hiç sorgulamadan inanıyor. Özellikle sosyal medyada haber akışında en sık karşılaştığımız bu bilgi kirliği üzerinden kitleler yönetilmekte. Geçtiğimiz hafta İstanbul’a gelen Arap dünyasının en önemli yaşayan filozoflarından Faslı Prof.Dr. Taha Abdurrahman bir kez daha bu yalan çağında Müslüman bireyin akletmet ve ahlaklı olmak üzerine düşünmesi gerektiğinin altını çizen önemli bir konuşma yaptı.
Hakikatin sınırlarına tecavüz
Yaşadığımız çağda Müslümanın sorunlarına içerden bakmayı önemseyen Taha Abdurrahman’ın Çamlıca Büyük Camii’nin konferans salonunda verdiği “Doğruluk krizi ve siyasal aklın yakıcı imtihanı” başlıklı konferansta dünyanın post-truth kavramıyla sanıldığı gibi ilk kez 1992 yılında değil İsrail’in Filistin topraklarını işgal ettiği 1948 yılından bu yana gündemlerine girdiğini ileri sürdü. Taha Abdurrahman, “ Birleşmiş Milletlerin İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan ettiği 14 Mayıs 1948 günü kadar ‘hakikatin’ sınırlarına tecavüz edilen başka bir gün yoktur. Hakikate yapılan bu tecavüzden hala başka tecavüzler doğmaya devam etmektedir” diye konuştu.
Konuşmasında hakikatin iki yönüne dikkat çeken Prof. Dr. Abdurrahman modern dünyada yaşanan epistemolojik ve ahlaki krizlerin ‘doğruluk sonrası’ çağa geçiş olarak tanımladı. Taha Abdurrahman’a göre literatüre de artık giren post-truth yani 'hakikat sonrası' kavramı biz müslümanlar için yaşadığımız çağı anlamamızda yetersiz bir kavramdır. Bunun yerine ‘Sıdk sonrası’ kavramı üzerinde durmamız ve yaşadığımz çağı da bu kavram üzerinden düşünüp anlamamız gerekir.
Hakikatle bağımızı kopardık
Çünkü Müslümanın çağımızda hakikatle önce bağının kopup daha sonra ise hakikati yitirdiğine dikkat çeken Taha Abdurrahman bunun batı dünyası için bilgiden kopuş olarak algılandığını bizde ise ahlaktan kopuş olarak ele alınmasının daha doğru olacağını söyledi. Siyasi söylem ve liderlik etiği üzerine de durduğu konuşmasında gerçek büyük kopuşun özellikle dijital dünyada kök saldığını belirtti ve şunları söyledi:
“Bazı medya kurumlarını ele geçirmiş olan ‘algı politikacıları’ bilişim ve iletişim teknolojisi alanında kaydedilen müthiş ilerlemeyi kötüye kullanarak, belirlemenin yönünü tersine kaydırmakta ve bu araçları gerçek amacının dışına çıkarmaktadır.” Aslında bu araçlardan beklenenin haberleşme ve iletişimin bütün dünyaya yayılması olduğunu ancak bugün politikacılar taarfından toplumun görüşler üzerinden birbirinden koparıldığını söyleyen Taha Abdurrahman, “Böylece ziyaretçiler sadece kendi inançlarını ya da tercihlerini paylaşanlarla iletişim kurar hale gelmekte, kendi görüş ve arzularına uymayan fikirlerden habersiz kalmaktalar. Bunun sonucunda bu ortamlarda ‘muhalif görüş’ ye da ‘iletişimsel diyalog’ kavramları tamamen ortadan kalkmaktadır” tespitini yaptı ve buna en iyi örnek olarak da son yıllarda Gazze’de yaşananlara dijital dünyada uygulanan sansürleri gösterdi.
Çıkış noktamız: Şehadet Misakı
İslami siyaset anlayışının çıkış noktasını ‘şehadet misakı’ üzerinden açıklayan Taha Abdurrahman, Müslümanın doğuştan gelen hakikati anlama ve ona tanıklık etme sorumluluğunun altını da çizerek bir siyasetçinin doğruyu söyleme yükümlülüğü dışında fitri ahlaka ve şehadet bilincine de sahip olması gerektiğini belirtti. Bu durumu da yine Filistin’de yaşananlar üzerinden ele aldı. Taha Abdurrahman, dünyanın hakikat sonrası ve değer sonrası krizlerine girdiğini bunun en açık durumunun da Filistin’deki vahim sonuçlarla dünyanın gözü önüne açıkça serildiğine dikkat çekti ve sözlerini şöyle tamamladı: "Siyonist varlığın ilan edildiği ve Filistin trajedisinin uluslararası mahfillerce başlattığı o günü bu iki hastalığın doğduğu gün olarak görmeyecek ve bu iki hastalığın açtığı kötü örnekleri, insanlığıa anlamını unutturan, zihinlerin silinmesine yol açan ve iradeleri felce uğratan bu mücrim yapıdan seçmeyecektik.”


