Siyasi çıkar, faşizm ve savaş çılgınlığı: Narendra Modi’nin Müslümanlara ve Pakistan’a nefreti Düşünce Günlüğü Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Dr. Furkan Hamit
Hindistan ile Pakistan arasında onlarca yıldır süren Keşmir merkezli gerilim, 22 Nisan’da Cammu Keşmir’in Pahalgam bölgesinde düzenlenen silahlı saldırının ardından yeniden alevlendi. Saldırganların Pakistan'dan geldiğini öne süren Hindistan, İndus Suları Anlaşması’nı askıya aldı, diplomatik ilişkileri dondurdu ve vize rejimini durdurdu. Pakistan ise bu adımları savaş ilanı sayarak ticari ilişkileri kesti, hava sahasını kapattı ve karşılık vereceğini duyurdu. Yaşanan gerilimin ardından Hindistan, 6 Mayıs’ta başlattığı “Sindoor Operasyonu” ile Pakistan’da üç bölgeyi füzelerle hedef aldı. Bu saldırılar sonucu bazı siviller hayatını kaybederken bazıları da ağır yaralandılar. Pakistan bu fiili savaş hamlesine cevap olarak beş Hint uçağının düşürüldüğünü açıkladı.
Her iki taraf da nükleer silah sahibi olması nedeniyle, bölgedeki son gelişmeler yalnızca Güney Asya’yı değil, tüm dünyayı alarma geçirdi. Peki bu savaş çılgınlığının arka planında ne var?
Bir zamanlar demokrasi, laiklik ve Gandhi’nin şiddet karşıtı ilkeleriyle özdeşleştirilen Hindistan, bugün azınlıklar, özellikle Müslümanlar için yaşanmaz hale gelen bir dönüm noktasında duruyor. Narendra Modi ve partisi Bharatiya Janata (BJP), Hindutva ideolojisini yalnızca siyasi bir araç olarak değil, aynı zamanda devlet politikası haline getirerek nefreti “yeni normal"e dönüştürdü.
GUJARAT KATLİAMINDAN BAŞBAKANLIĞA
Narendra Modi’nin siyasi kariyerine yakından bakıldığında, temelinin nefret üzerine kurulu olduğu açıkça görülür. Modi’nin yükselişi, 2002’de Müslümanların kanıyla lekelenmiş Gujarat isyanlarıyla başladı. Bu olayda, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere yaklaşık iki bin Müslüman hayatını kaybetti. O dönem Gujarat’ın başbakanı olan Modi, bu isyanları durdurmada devlet aygıtını bilinçli olarak kullanmamakla ve hatta bazı durumlarda şiddeti teşvik etmekle suçlandı. İşte o dönem, Hindutva ideolojisinin Modi’nin kimliğine tamamen entegre olduğu dönüm noktasıydı.
Modi, bu olaydan sonra Rashtriya Swayamsevak Sangh (RSS) adlı ideolojik yapıyı güçlendirdi. RSS, Hindistan’ı “Hindu Rashtra”ya dönüştürmeyi amaçlayan faşist ve aşırı milliyetçi bir örgüttür. Bu hayalin önündeki en büyük engel ise Hindistan’daki Müslüman nüfus ve Pakistan olarak görülmektedir. Sonuç olarak, Müslümanlar sistematik olarak eğitimde, ekonomide ve toplumda geri bırakılmakta; Pakistan ise sürekli bir düşman figürü olarak lanse edilmektedir.
Uluslararası kuruluşlar, insan hakları örgütleri ve bağımsız gazeteciler yıllardır Modi’nin bu karanlık geçmişine dikkat çekmekte. Fakat Modi ne bu katliamlar için özür dilemiş ne de en ufak bir pişmanlık göstermiştir. Aksine, bu sessizlik, destekçileri tarafından bir tür “güç” göstergesi olarak algılanmaktadır. Peki bu nefretin kaynağı nedir? Modi bu nefreti körükleyerek ne elde ediyor? Ve şu anda Hindistan’ın ekonomisi ve iç durumu böylesine hassasken, Modi bir savaş çıkararak ne amaçlıyor?
NEFRET SÖYLEMİYLE KAZANILAN SEÇİMLER
Modi ve BJP’nin siyaseti temelde nefret üzerine kuruludur. Her seçim öncesi veya sonrasında, Hindistan’da Müslümanlara karşı şiddet olayları, nefret içerikli konuşmalar ve Pakistan’a karşı savaş naraları duyulmaya başlar. 2014 ve 2019 seçimlerinde, “Pakistan’a haddini bildirme” ve “Müslümanlara yerlerini gösterme” gibi söylemlerle halktan oy aldılar.
Pulwama saldırısının ardından Balakot’a düzenlenen hava saldırısı bunun çarpıcı bir örneğidir. Askeri açıdan pek bir getirisi olmayan bu saldırı, Modi tarafindan büyük bir «zafer» olarak sunulmuş ve siyasi kazanca dönüştürülmüştür. Yine 2019’da Keşmir’in özel statüsünün kaldırılması (Madde 370) da Pakistan’a ve Müslümanlara karşı bir zafer olarak lanse edildi. Gerçekte ise Modi, ülkedeki işsizlik, çiftçi protestoları, enflasyon ve ekonomik kriz gibi sorunlardan halkın dikkatini başka yöne çekmek için sürekli bir “düşman” arayışındadır – ve bu düşman genellikle Müslümanlar ve Pakistan olur.
İSLAM KARŞITI DEVLET POLİTİKALARI
Modi döneminde Müslümanlara yönelik hayata geçirilen devlet politikalarını şu şekilde sıralayabiliriz: Vatandaşlık Değişiklik Yasası (CAA): Pakistan, Bangladeş ve Afganistan’dan gelen Hindu, Sih, Jain ve Budist göçmenlere vatandaşlık hakkı verilirken, Müslümanlar bu haktan dışlanmıştır; Ulusal Vatandaşlık Kaydı (NRC): Assam eyaletinde uygulanan bu sistemde, milyonlarca Müslüman vatandaşlık belgeleri olmadığı gerekçesiyle “yabancı” ilan edilmiştir. Nesillerdir Hindistan’da yaşayan aileler bugün vatandaşlık için dilenmek zorundadır; Tek Tip Medeni Kanun (UCC): Bu yasa ile İslam hukukuna dayalı aile düzeni hedef alınmakta, Müslümanların özel hayatına devlet müdahalesi artmaktadır; Babri Camii Kararı: Müslümanlara ait tarihi cami yıkılarak, yerine Hindu tapınağı yapılmasına yargı yoluyla zemin hazırlanmıştır; İnek Koruma Adı Altında Linçler: Modi döneminde, onlarca Müslüman, sığır eti taşıdıkları iddiasıyla kalabalıklar tarafından linç edilmiştir; Camiler, Ezan ve Başörtüsü Hedefte: Ezanlara yapılan şikâyetler, başörtüsüne getirilen yasaklar, camilerin yıkımı ve Müslümanların evlerinin buldozerlerle yerle bir edilmesi; tüm bunlar organize bir kampanyanın parçasıdır. Karnataka’da başörtülü öğrencilerin derslere alınmaması veya Uttar Pradesh’te mahkeme kararı olmadan Müslüman evlerinin yıkılması bu politikanın örneklerindendir. Verilmek istenen açık mesaj şudur: Hindistan yalnızca Hinduların ülkesidir. Müslümanlar ya ikinci sınıf vatandaş olacak ya da ülkeyi terk edecekler.
ULUSLARARASI TOPLUM SUSUYOR
Bu trajik tabloya rağmen, uluslararası toplum – özellikle Batılı ülkeler – Hindistan’daki bu devlet terörüne sessiz kalmaktadır. Bunun birkaç önemli nedeni vardır. Bunlardan ilki ekonomik çıkarlarıdır. Hindistan bugün büyük bir pazar olarak Batılı şirketler için cazip bir yatırım alanıdır. İnsan hakları, ticari menfaatler uğruna göz ardı edilmektedir. İkincisi, Hindistan’ın Çin’e karşı bir denge unsuru olarak görülmesidir. ABD ve müttefikleri, Hindistan’ı Çin’e karşı stratejik ortak olarak görmektedir. Bu nedenle Modi hükümetinin iç baskıcı uygulamaları görmezden gelinmektedir. Üçüncü olarak Hindistan medyasının propagandaları gösterilebilir. Devletin kontrolündeki Hindistan medyası, uluslararası kamuoyunu yanıltmakta; Müslümanları “terörist”, “vatan haini” veya “Pakistan ajanı” olarak göstermektedir.
SAVAŞ İKLİMİ KİMİN İŞİNE YARIYOR?
Modi hükümeti, Pakistan karşıtı cephe açarak birçok stratejik kazanım elde etmektedir. Pakistan’a karşı savaş söylemiyle Hindistan’da sahte bir vatanseverlik ve birlik duygusu yaratılmakta ve sözde ulusal birliğin sağlanması amaçlanmaktadır. İç politikada başarısız olan Modi, askeri operasyon ve savaş söylemleriyle halk desteğini yeniden kazanmaktadır. İnsan hakları ihlalleri nedeniyle küresel eleştiriler artınca, Modi sahte bir kriz yaratarak dikkatleri başka yöne çekmektedir.
SU TERÖRÜ
22 Nisan 2025’te Pahalgam’da meydana gelen ve 26 kişinin hayatını kaybettiği terör saldırısının ardından Hindistan, saldırının arkasında Pakistan’ın olduğunu iddia etti ve birkaç saldırgan adım attı. Bunlardan en tehlikelisi, 1960 yılında imzalanan İndus Suları Antlaşmasının askıya alınmasıydı.
Bu antlaşmaya göre Hindistan’a doğu nehirleri (Ravi, Beas, Sutlej) verilmiş, Pakistan’a ise batı nehirleri (Sindh, Jhelum, Chenab) tahsis edilmiştir. Bu anlaşmanın askıya alınması, Pakistan’ın tarımı, su kaynakları ve ekonomik istikrarı açısından yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Pakistan, bu adımı “su terörü” olarak nitelendirmiştir ve bu durum uluslararası hukukun açık ihlalidir.
Antlaşmanın askıya alınmasının ardından Hindistan, Wagah-Attari sınır kapısını kapattı, diplomatik personelini geri çağırdı ve Keşmir sınır hattında askeri hareketliliği artırdı. Hindistan medyası da sürekli savaş senaryoları üreterek, halkın duygularını olası bir savaş için körükledi.
Bu sırada Pakistan, BM ve diğer uluslararası kurumlara bu adımların sadece bölgesel barışı değil, insanlığı da tehdit ettiğini bildirmişti.
KAZANÇ MI FELAKET Mİ?
Şimdi en kritik soru son yaşanan çatışma sonrasında Modi gerçekten Pakistan’a karşı açtığı savaşı devam ettirirse eline ne geçecek?
Öncelikle Hindistan ekonomisi kırılgan bir zemindedir. IMF ve Dünya Bankası raporlarına göre işsizlik son 45 yılın en yüksek seviyesinde. Tam ölçekli bir savaş, ekonomiyi mahveder ve yatırımcı güvenini yok eder. Bunun yanı sıra; Pakistan ve Hindistan, nükleer güce sahip iki ülkedir. Bir savaş, yalnızca Güney Asya’yı değil tüm dünyayı etkileyebilir. Nükleer bir çatışma, küresel barış için felaket olur. Üstelik Hindistan halkı artık Modi’nin savaşçı politikalarını anlamaya başlamıştır. Savaşın sivil halkı etkilemesi durumunda halktan ciddi tepkiler gelebilir. Unutulmamalıdır ki Pakistan ordusu güçlü bir savunma kapasitesine sahiptir. Hindistan’a verdiği karşılık tüm dünyaya bunu tekrar göstermiştir. Tıpkı 27 Şubat 2019 örneğinde olduğu gibi Pakistan yine Hindistan savaş uçaklarını düşürmüştür. Çatışmanın savaşa dönüşmesi Hindistan’a ağır askeri kayıplar verdirebilir.
SOYKIRIMIN AYAK SESLERİ
Bugün Hindistan’da yaşananlar sadece bir azınlığa değil, tüm demokrasiye karşı bir isyandır. Eğer dünya bugün sessiz kalırsa, yarın bu yangın tüm bölgeyi saracaktır. Müslümanların katledilmesi, haklarının gasp edilmesi ve kimliklerinin silinmeye çalışılması, bir soykırımın habercisidir. Uluslararası kuruluşların, insan hakları örgütlerinin ve küresel vicdanın artık uyanması gerekiyor. Aksi takdirde tarih, bugün sessiz kalanları da sorgulayacaktır – tıpkı bizlerin geçmişteki suskunlukları sorguladığımız gibi.
Narendra Modi’nin siyaseti, tehlikeli bir yoldadır. Nefreti, faşizmi ve radikalizmi besleyerek kısa vadeli siyasi çıkarlar elde edebilir ama uzun vadede sonuçlar yıkıcı olacaktır. Hindistan’daki 200 milyon Müslüman baskı altında yaşamaya devam ederse iç barış bozulacak, Pakistan’a karşı süregelen düşmanlık tüm bölgeyi savaşın eşiğine getirecektir.
Bugün ihtiyaç duyulan şey, özellikle Birleşmiş Milletler ve insan hakları örgütleri gibi küresel kurumların, Hindistan’daki dinî radikalizmi ve Pakistan düşmanlığını ciddiye almasıdır. Güney Asya’da barış, ancak Hindistan’ın yayılmacı, faşist ve İslamofobik politikalarını terk ederse mümkün olabilir…


