Soykırıma zaman tanımak Düşünce Günlüğü Haberleri
Yenisafak sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Dr. Ahmet Bülbül / Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
Son dönemde, başta Fransa, İngiltere ve Kanada olmak üzere bazı Batılı ülkelerin Filistin’i devlet olarak tanıma yönündeki açıklamaları dünya çapında yankı uyandırmıştır. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Eylül ayında Filistin’i tanıyacağını açıklaması ve ardından İngiltere Başbakanı Keir Starmer’ın, İsrail’in Gazze’deki yıkımı durdurmaması hâlinde benzer bir adım atacaklarını ifade etmesi, Batı’da uzun süredir devam eden sembolik destek söyleminin bir adım öteye taşındığı izlenimini yaratmıştır. Ancak bu yeni söylemlerin sahadaki gerçekliğe etkisi olup olmayacağı hâlâ belirsizdir.
Bugün, Gazze’de yaşanan trajedi, artık kimsenin görmezden gelemeyeceği çok büyük bir insani felakete dönüşmüş durumdadır. 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in saldırıları sonucu 60 binden fazla insan şehit oldu; bunların yarıya yakını kadın ve çocuklardan oluşuyor. Açlık, hastalıklar ve kitlesel yerinden edilmelerle birleşen bu tablo, uluslararası toplumun artık kaçamayacağı ve inkar edemeyeceği büyük bir sınav haline gelmiştir. Fakat bu sınavda sadece “Filistin’i tanıyoruz” demek, yaşanan vahşeti durdurmak için yeterli değildir.
BATI’NIN FİLİSTİN HAMLESİNİN İÇ YÜZÜ
Filistin, hâlihazırda Birleşmiş Milletler üyesi 193 devletin 148’i tarafından tanınmış durumdadır. Çin, Hindistan, Rusya gibi küresel aktörlerin yanı sıra İspanya, İrlanda, Norveç ve İsveç gibi birçok Avrupa ülkesi de bu tanımayı yıllar önce gerçekleştirmiştir. Ancak bu geniş diplomatik tanıma ağı ne İsrail’in yerleşimci işgalci politikalarını durdurabilmiş ne de Filistin halkına gerçek bir egemenlik kazandırabilmiştir. Dolayısıyla Fransa ve İngiltere’nin son dönemde attığı tanıma adımları, Filistin halkının haklarını savunmaktan ziyade kendi kamuoylarını yatıştırmaya ve İsrail’in gerçekleştirdiği soykırım suçuna olan ortaklıklarını perdelemeye yöneliktir.
Üstelik bu ülkelerin sözde tanıma süreçleriyle eşzamanlı olarak sahadaki gerçeklik son derece çarpıcıdır: Örneğin İngiltere, kitlesel ölümlere, açlığa ve soykırıma rağmen hâlen İsrail’e yardım etmekte; Gazze üzerinde istihbari gözetleme uçuşları düzenlemekte ve silah yardımını sürdürmektedir. Bu tutum, atılan sembolik adımların samimiyetsizliğini gözler önüne sermektedir.
Soykırımı ve kitlesel açlığı durdurmak adına Eylül ayına kadar süre tanınması ise, özünde İsrail’e etnik temizlik politikasını tamamlaması için ek zaman verilmesinden başka bir anlam taşımamaktadır. Başka bir ifadeyle bu durum, “Eylül’e kadar Gazze’yi tümüyle yok ve işgal et.” mesajı içermektedir. Nitekim Netanyahu da bu bağlamda Gazze’yi tümden işgal etme yönünde bir karar almış ve bu kararın uygulamaya geçirilmesi için askeri operasyonları genişletmiştir.
MODERN HAÇLI SEFERİNİN VEKİL UNSURU
İsrail, ABD ve uluslararası koruma kalkanını arkasına alarak, hem işgal politikası ile sınırlarını genişletmekte hem de gerçekleştirdiği soykırımla Batılı/Avrupalı devletlerin bir vekil unsuru olarak modern bir “Haçlı Seferi”ni icra etmektedir. Bu bağlamda Netanyahu’nun gerçekleştirdiği soykırım sadece bireysel bir karara indirgenemez. İsrail toplumunun yüzde 82’sinin Gazze’nin etnik olarak temizlenmesini desteklediği göz önüne alındığında, bu zihniyetin toplumun geniş kesimlerine sirayet ettiği açıkça görülmektedir. Dolayısıyla Netanyahu’nun görevden alınması ya da İsrail devletinin suçun sorumluluğunu ona yıkması, İsrail’in Filistin’i ve hatta bölgeyi tümden işgal etme ve yok etme stratejisini değiştirmeyecektir.
Bu durum, yalnızca Filistinlilerin değil, aynı zamanda uluslararası hukukun, insan haklarının ve modern dünyanın temel değerlerinin de açık bir şekilde çiğnendiğini ortaya koymaktadır. Batı dünyası bu soykırıma göz yumarak yalnızca İsrail’in işlediği suçlara ortak olmakla kalmamakta, aynı zamanda evrensel değerlerin içini boşaltmakta ve kendi ilan ettikleri normların geçersizliğini de açıkça göstermektedir. Filistin meselesi Batı’nın aynası haline gelmiştir: Sömürgecilik, ırkçılık, İslamofobi ve ikiyüzlülük bu aynada bütün çıplaklığıyla yansımaktadır.
SEMBOLİK ADIMLAR GERÇEKLERİ ÖRTEMEZ
Bu gerçekler ışığında, Avrupa ülkelerinin geç gelen tanıma kararları, Filistin halkına yönelik tarihsel sorumluluklarını yerine getirmekten ziyade, kendi ahlaki meşruiyetlerini kurtarma çabasının bir parçası olarak okunmalıdır. Ancak bu sembolik jestlerin sahada bir karşılığı olmadığı da açıktır. Zira Gazze, her geçen gün daha fazla yıkıma uğramakta, siviller sistematik olarak hedef alınmakta ve uluslararası toplum sadece açıklama yapmakla yetinmektedir. Tanıma süreçlerinin samimiyetsiz olduğunu gösteren bir diğer önemli unsur ise, her geçen gün Filistin tarafına yeni şartların dayatılmasıdır. İngiltere ve Fransa gibi ülkeler, Filistin’i tanıma kararlarını koşullara bağlamakta, bu koşulları sürekli olarak değiştirmekte ve tanımayı sürekli olarak ötelemektedir. Bu yaklaşım, Batı’nın Filistin’e yönelik ikiyüzlü tutumunu tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, asıl yapılması gereken; İsrail’e yönelik kapsamlı yaptırımların hayata geçirilmesi, askeri, ekonomik ve diplomatik desteğin kesilmesi ve uluslararası hukuk mekanizmalarının işletilmesidir. Aksi takdirde, Filistin halkının yaşadığı bu büyük felaket, yalnızca bölgesel bir trajedi olarak değil, insanlık tarihinin kara bir lekesi olarak kalacaktır.
Bu noktada açıkça ifade edilmelidir ki; Filistin’in Batılı ülkeler tarafından tanınması, Gazze’de devam eden soykırımı durduramayacaktır. Çünkü İsrail’i bu saldırgan politikalarından vazgeçmeye zorlayacak ne uluslararası bir irade vardır ne de etkin bir yaptırım mekanizması. İsrail, onlarca yıldır sayısız BM kararını açıkça ihlal etmiş; geri adım atmadığı gibi, bu ihlallere yenilerini eklemiştir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, 1967 Altı Gün Savaşı sonrasında işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngören BM 242 sayılı karara uymamasıdır. Tam tersine, işgal altındaki topraklara yüz binlerce yasadışı yerleşimci yerleştirilmiş, bu da iki devletli çözüm ihtimalini daha da imkânsız hale getirmiştir. İsrail’in sınırlarının uluslararası hukuk çerçevesinde nerede başlayıp nerede bittiği bile belirsizdir. Bugün dünyada bu ölçüde sınırları muğlak olan başka bir devlet yoktur. İsrail’in sınırları, askeri kazanımlar, yerleşim genişletmeleri ve siyasi oldu-bittilerle sürekli olarak yeniden tanımlanmaktadır. Bu durum, Filistin’in tanınmasını sadece sembolik değil, aynı zamanda anlamsız da kılmaktadır; çünkü tanınan bir devletin sınırları yoksa, egemenliği de olmayacaktır.
NEDEN ŞİMDİ?
İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin bu yeni hamleleri neden şimdi yaptığı sorusu da önemlidir. Fransa ve İngiltere gibi hiçbir G7 ülkesi daha önce böyle bir karar vermemiştir, bu açıdan bu tanınma kararı dikkat çekicidir. Atılan bu adımlar, bir yandan iç politik baskılara yanıt niteliği taşırken, öte yandan Gazze’deki insani krizin ve bu bağlamda İsrail’in gerçekleştirdiği soykırımın ve Gazze’de yaşanan bu kıyametin artık inkar edilemez hale gelmesidir. Burada Batılı kamuoylarının İsrail’e karşı artan tepkileri önemli rol oynamaktadır. İngiltere’de İşçi Partisi tabanı ve bazı sendikalar, Filistin’e yönelik daha net bir tutum alınmasını istemektedirler. Jeremy Corbyn gibi figürlerin, İsrail’e silah satışlarının durdurulması çağrıları bu baskının bir yansımasıdır. Benzer şekilde Fransa da Avrupa, kamuoyunda artan duyarlılığı ve kendi içindeki kutuplaşmayı yönetebilmek adına bu adımı atmaktan geri durmamıştır. Ancak bu adımların hiçbirisi, ABD’nin mutlak desteğini arkasına almış İsrail hükümetinin politikalarını değiştirmeye yetmeyecektir. ABD bugüne kadar Filistin’in BM üyeliğini veto etmiş, İsrail’in güvenliğini temel dış politika önceliklerinden biri olarak görmüştür. Dolayısıyla Washington’da bir fikir değişikliği olmadan, Londra veya Paris kaynaklı girişimlerin etkisi son derece sınırlı kalacaktır.
DİPLOMATİK OYUNUN YENİ PERDESİ
İşin trajik yanı, Filistinlilerin bugün tanınmaktan çok daha fazlasına ihtiyaç duymasıdır. Filistin halkının bugünkü önceliği “tanınmak” değil, hayatta kalmaktır. Açlıktan ölen çocuklara, bombardıman altındaki sivillere, susuz ve ilaca erişemeyen insanlara sembolik açıklamalar değil, pratik ve somut adımlar gerekmektedir. Buna karşın, İsrail tarafı bu tanıma kararlarına sert tepkiler gösterse de açıklamaların sahada gerçek bir etkisinin olmayacağını bilmekte ve ABD desteği sürdükçe mevcut politikalarını değiştirmeye ihtiyaç duymamaktadır. Gazze’nin tamamını işgal kararı da bu özgüvenin açık bir göstergesidir.
Sonuç olarak, Batılı ülkelerin Filistin’i tanıma yönündeki adımları, yıllardır sahnelenen diplomatik oyunun yeni bir perdesinden ibarettir. Gazze’de dünya tarihinin en büyük soykırımlarından biri yaşanırken, çocuklar açlıktan ölürken, Filistin’i tanımaktan söz etmek, bir dikkat dağıtma taktiğinden başka bir şey değildir. Gerçek değişim, ancak İsrail’e sağlanan siyasi, ekonomik ve askeri desteğin kesilmesiyle; İsrail’in hesap verdiği ve uluslararası hukuk mekanizmalarının işletildiği bir dünya düzeninin inşa edilmesiyle mümkün olabilecektir. Aksi hâlde, dünya kamuoyu bir kez daha yüksek sesle konuşup hiçbir şey yapmayanların utancına ortak olmaya devam edecektir.


