Suriye’de SDG mukavemeti ve İsrail tehdidi Turgay Yerlikaya
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
Terörsüz Türkiye sürecinin deklare edildiği 2024 Ekim ayından bu yana farklı alanlarda önemli mesafeler kat edildi. Güvenlik, hukuk ve istihbari mekanizmaların en küçük ayrıntısına kadar koordine ettiği sürecin kurumlar arası eşgüdümle devam ediyor olması, sürecin başarılı biçimde nihayete erdirilmesi açısından oldukça önemli. Bu bağlamda önümüzdeki en kritik aşama, Suriye’nin kuzeyinde terör örgütü YPG’nin (SDG) silahları bırakması ve 10 Mart mutabakatına istinaden entegrasyonu tahkim edecek adımlar atması.
Son günlerde hem İlham Ahmed hem de Mazlum Abdi’nin yaptığı açıklamalara bakıldığında, tarafların entegrasyon kavramından anladıklarında bir farklılık olduğu gözüküyor.
Olağan şartlarda, entegrasyon
üzerinden ortaya çıkan beklenti,
SDG’nin silah bırakması ve kademeli bir biçimde Suriye ordusuna katılımı. Diğer beklenti ise Suriye’nin bütünlüğüne aykırı olabilecek herhangi bir maksimalist talebin söz konusu olmaması.
Son dönemde İsrail’e müzahir Dürzilerin otonomi talebi ve Süveyda bölgesindeki tedhiş hareketleri, Suriye’nin bütünlüğü ile ilgili yeni bir tartışmaya neden oldu. Şam yönetiminin bölgeye müdahil olması ve akabinde İsrail’in hava saldırıları ile Suriye’nin egemenliğini tehdit etmesi, bölgenin istikrarsızlaştırılması adına kritik bir adımdı. Devamında, uzun süredir İsrail’in YPG’yi himaye etme ve otonomi talebi noktasındaki teşviki, kırılganlıkları daha da fazla artırdı.
Suriye’nin bütünlüğü ve geleceği ile ilgili risk alanları yoğunlaşınca, SDG’nin 10 Mart mutabakatına yönelik esnek bir tutum takındığı açık. Özellikle güvenlik gerekçe gösterilerek silahların bırakılmaması ve buna ek olarak ademi merkeziyetçilik talebi, işleri zorlaştırmaktadır. Türkiye’nin de kararlı biçimde Suriye’nin bütünlüğünden yana olan tavrı ve ABD’nin Barrack üzerinden işlettiği diplomasi trafiğine bakıldığında yakın dönemde SDG’ye yönelik operasyon ihtimallerinin arttığı görülmektedir.
İSRAİL’İN SINIRLANDIRILMASI
Dürziler üzerinden başlayan ve SDG ile devam eden İsrail’in adımları, bölgenin istikrarı açısından en büyük tehdit.
Fakat Türkiye’nin Suriye’nin bütünlüğü ve terörsüz Türkiye’ye yönelik her türlü engeli aşma noktasındaki kararlılığı, SDG açısından kuvvetli bir tazyik. Bir diğer tazyik de İsrail ile ilgili. Son dönemde İsrail’in uluslararası alanda Gazze üzerinden ciddi bir eleştiriye muhatap olması ve dolaylı da olsa yeni engellerle karşılaşma ihtimali, Suriye sahasındaki operasyonel etkisini azaltabilir.
Son haftalarda İsrail’e yönelik baskılara bakıldığında, artan bir yoğunluktan bahsedilebilir. Özellikle Temmuz ayının ortasında, İsrail’in askeri destek kanallarını kesmeyi hedefleyen Lahey Grubu’nun aldığı kararlar bu süreçte önemli. Uluslararası hukuka uyulması ve İsrail’in sınırlandırılmasını hedefleyen bu bildiriye Türkiye’nin de imza atması, İsrail’e karşı oluşan küresel blokun artırılması adına önemli.
Diğer yandan Batı’da kurumsal düzlemde var olan İsrail desteği de önemli ölçüde aşınmış durumda. Hükümetlere yönelik protestoların da artması ile farklı bir hal alan İsrail sorunu, Batı’daki önemli devletlerin kararları ile başka bir evreye geçmek üzere. Özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Filistin’i tanıyacaklarını açıklaması, İsrail’de ciddi bir tedirginliğe yol açtığı gibi Batılı devletler nezdinde de farklı bir tutum alınması gerektiğine dair beklentiyi artırdı.
Benzer biçimde henüz hükümet düzleminde bir karşılık üretmese de İngiltere’de İsrail politikası nedeniyle Starmer’e karşı ciddi bir eleştiri söz konusu. Özellikle İşçi Partisi vekillerinin tarihin doğru tarafında durulmadığı yönündeki serzenişleri, Starmer’ın İsrail pozisyonunu güncellemesini mümkün hale getirebilir. Nitekim bu güncellemenin ilk işaretlerinden biri, İngiltere’nin BM temsilcisinin kurulda yaptığı ve şimdiye kadar görülmemiş tondaki İsrail eleştirisi idi. Benzer bir güncelleme işareti de Gazze’deki koşulların düzeltilmemesi ve İsrail’in belirli koşulları yerine getirmemesi durumunda İngiltere’nin de eylül ayında Filistin’i tanıyacağını söylemesi.
Avrupa’da İsrail’e karşı bir diğer adım da Hollanda’nın Bezalel Smotrich ve Itamar Ben-Gvir’in ülkeye girişlerini yasaklaması. Hatırlayacak olursak, her iki isim de Uluslararası Adalet Divanının haklarında tutuklama kararı çıkarttığı aşırı sağ figürlerdi. Tüm bu adımlar, Batı’nın kurumsal olarak İsrail’e karşı (her ne kadar çok geç olsa da) yeni adımlar atabileceklerini göstermektedirler.
Mevcut göstergeler ışığında bakıldığında, İsrail’in Suriye’nin egemenliğine yönelik her adımı hem Türkiye hem de diğer devletler nezdinde ciddi bir krize yol açabilecektir. Bölgede Türkiye’nin pozisyonu ve kapasitesinin yanı sıra ABD’nin Suriye’nin bütünlüğünden yana tavır takınması, SDG’nin silah bırakması ve Suriye’nin bütünlüğünden yana tavır alması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Aksi takdirde geciken ve çeşitli sebeplerle ertelenen kapsamlı bir operasyonun yapılması kaçınılmaz.


