Terra Nullius: Sahipsiz topraklar Düşünce Günlüğü Haberleri
Yenisafak sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Hatice Ebrar Akbulut / Yazar
Siyonizm, zihinlerde bir ideal olarak yaşarken zamanla tüm Yahudileri örgütleyecek, Avrupa’daki ve dünyanın dört bir yanındaki Yahudileri aynı çatı altında toplayacaktır. Mekân olarak kendisine Filistin’i seçen Siyonistler, Filistin’e daha yerleşmeden oranın bir ülke ve vatan olarak kendilerine ait olduğuna inanır, Filistinlilerin varlığını ise daha oraya yerleşmeden yok sayarlar. Uluslararası hukukta hiçbir devletin yönetiminde bulunmayan bölge için terra nullius kavramı kullanılır. Filistin özelindeyse hem yerli halk hem de Filistin’in meşru yönetimi yok sayılarak kimsenin sahip olmadığı, gerçek sahiplerini (Siyonistlere göre Yahudileri) bekleyen toprak mânâsında kullanılır. Özü itibariyla bu kavram, yerleşimci kolonyalist mantığını anlatır.
Filistin’e yerleşmeden önce oradaki insanlar, ki o insanlar Siyonazilerin gözünde vahşi hayvanlardır, yok edilmelidir ve yeryüzü onlardan temizlenmelidir. Hayvan diyerek aşağıladıkları halk, yerli halktır. Emperyalistler yerlilere düşmandır. Yerlilerin üzerine her türlü bomba atmak suretiyle onları yok etmek, SiyoNazilerin ve Batı'nın sömürgeci emperyalist mantığını en açık şekilde anlatır. Batı, giremediği İslâm topraklarına İsrail’i bir piyon olarak kullanmakla girmeyi amaçlar. Emperyalizmin yayılmacı politikası ve başka halkları istilâ ederek kendine varlık alanı açması, Siyonizm eliyle güçlendirilir. Siyonizm, küreselcilerin Orta doğu’yu her bakımdan ele geçirmek üzere konuşlandığı son kaledir.
Siyonistler örgütlenerek kendi eylem ve söylemlerini dünya ölçeğinde yayar. Siyonizmin kurucu babası olarak Theodor Herzl kabul edilir ancak ondan önce de Siyonizmden bahsedenler vardı. Lord Shaftesbury, Siyonizm daha bir Yahudi projesi hâline gelmeden önce bu konuda çalışmalara başlayan ilk isimlerden biridir. Shaftesbury, kayınpederine yazdığı bir mektupta Yeşaya kitabındaki “Kentler insansız, evler insansız kalana, ülke büsbütün ıssızlaşana dek” cümlesine atıfta bulunarak Filistin’in halksız bir coğrafya olduğunu söylemiş, mektupta da şöyle ifade etmiştir: “Ulusu olmayan bir ülkenin, ülkesi olmayan bir ulusa ihtiyacı vardır. (…) Bu toprakların kadim ve meşru efendileri, Yahudiler!”
NE YAPIP EDİP ZENGİN OLMALI
Siyonizm’in en belirgin özelliklerinden biri de soylu, asil, zengin profili vermektir. Bir Yahudi ne yapıp etmeli ama tefecilikle ama tüfecilikle yahut yağma veya gaspla mutlaka zengin olmalı, başka insanlar onlara baktıklarında onları üst seviyede ve erişilmez görmelidir. Bir Yahudi kendini asla köylü, işçi, emekçi olarak değil bilakis asilzâde, zengin, varlıklı, soylu, kentli, aristokrat, değerlerine bağlı gerçek bir dindar, makam ve mansıp sahibi olarak görmelidir. Joseph Roth “Yahudiler Yollarda” kitabında onları şöyle tarif eder: “Doğulu Yahudi ister bir el işçisi veya küçük esnaf, isterse az gelirli bir öğretmen veya bir sinagog çalışanı, bir dilenci veya bir saka olsun, o kendini proleter hissetmez, ülke fakir halkının dışında kalmak ister, elinden geldiğince hâli vakti yerinde biri gibi yaşamaya çaba gösterir. Eğer dilenciyse kaldırıma oturmaz, daha çok varlıklıların kapılarını çalmayı yeğler. Tabii sokaklarda da gezinir ancak önemli geliri evlerine arada sırada uğradığı tanışlarıdır. Zengin çiftçilerin kapısını çalmaz fakat az varlıklı Yahudilere mutlaka uğrar. O dilense de gururunu yitirmez. Kendini kent soylusu kabul eden Yahudi, hayırsever olmaya da çaba gösterir. Bunun kökenleri Yahudiliğin muhafazakarlığındandır.” Anlatılan bu tipolojinin özellikleri ve ruh hâli sadece Yahudilere has değildir. Dini, ırkı, yaşantısı, inancı, yaşama biçimi farklı olsa da Yahudi emareleri taşıyanlar da vardır. Yahudileşmek, kendini seçkinci ve elitist görmek bünyenin, zihin dünyasının ve hissiyatın ayrı ayrı zehirlenmesidir.
EDEBİYATI SİLAH OLARAK KULLANDILAR
Siyonizm, toprak işgal etmekten daha fazlasıdır. Tarihsel, toplumsal, kültürel her türlü hafızaya intikal ederek onları tahrip etmek, kendi istedikleri doğrultuda onları değiştirmek, daha da kötüsü Yahudiler hakkındaki olumsuz tüm anlatıları olumlu anlatılarla değiştirmektir. Yahudileri çalan, gasp eden, gittikleri yerlerde dışlanan, hasta ruhlu, para peşinde koşan, cinsellik ve haz düşkünü tipler şeklinde tasvir eden tüm betimlemeler farklı anlatılarla değiştirilmeli, Yahudilerin imajı her açıdan güçlendirilmelidir. Siyonistlere göre Yahudiler savaşçı, asimile olmamak için direnen, mücadeleci ruhlu, dindar kimseler olarak anlatılmalıdır. Bunun en iyi yolu da edebiyattır. Edebiyat aracılığıyla Siyonizmin amaçları etkili bir şekilde anlatılacak, edebiyat bir silah gibi kullanılacaktır. Yahudiler ve Yahudi olmadığı hâlde kendini Yahudi gibi hissederek Siyonizmin bir parçası olmak isteyen kişiler birtakım mahfiller, dergi ocakları, dernekler, kuruluşlar, örgütler aracılığıyla birbirini bulacak, yüce bir ideal olan Siyonizm için çalışacaklardır. Ayrıca Siyonistler makam ve mevki açısından en iyi yerlere gelmeli veya getirilmelidir. İki Siyonist, fikir ayrılığı yaşıyor, birbirini sevmiyor olsa dahi amaç ve idealleri için mutlaka birbirine tutunmalıdır.
Peren Birsaygılı Mut, Siyonizm'in bir ideal ve fikir olarak nasıl oluştuğunu, sonrasında da nasıl hayata geçtiğini ziyadesiyle emek verdiği “Siyonist Edebiyat”ta anlatır. Bu orijinal eser, Siyonizmin siyasetten önce edebiyatta ve kültürde ortaya çıktığını iddia etmekle kalmaz, ortaya attığı bu tezi tüm kanıtlarıyla izah eder ve İsrail’in kurucu metinlerinin bir dedektif dikkatiyle izini sürer. 1948’de kurulduğu resmen ilân edilen İsrail, salt siyasî çabalar ve müdahalelerle değil, edebî ve kültürel bir mücadelenin sonunda kurulur. Kolektif Siyonist anlatısı önce cılız seslerle, sonra bünyesine kattığı yeni isimlerle, daha sonra da iyice örgütlenerek güçlenir, zihninde yaşattığı ideolojiyi hayata geçirir.
DOĞU’DAN KURTULMAK
Siyonist edebiyatın kurucularından olan Benjamin Disraeli, Moses Hess, George Eliot, Laurence Oliphant, Theodor Herzl, Max Nordau, Leo Pinsker, Nathan Birnbaum, Ahad Ha’am gibi pek çok yazar, edebiyatı aracı kılarak ve edebiyatla birlikle siyaset, coğrafya, din gibi farklı alanları da kullanarak güçlü bir Siyonizm anlatısı oluşturmuşlardır. George Eliot en ilginç Siyonistlerden biridir. Çünkü George Eliot, Yahudi olmadığı hâlde Siyonizmin yılmaz savunucularından ve hatta kurucularından biri olmuştur. Eliot, bir kadın olmasına rağmen erkek mahlası kullanarak adından söz ettirmiştir. “Daniel Deronda” isimli bir roman yazarak ilk kez Yahudilere büyük ve derin bir sempatiyle yaklaşmış, açıkça Filistin topraklarını kastederek Yahudilerin yurt kurma hayallerini romanlaştırmıştır. Daniel Deronda romanı, Yahudilerin büyük bir tarihe sahip olduğunu vurgular ve Filistin’e yerleştikleri takdirde gerçek bir vatana kavuşacaklarını savunur. Eliot’a göre Yahudiler, insanlık için özel bir halktır. Bu özel halk, insanlığı en yüksek medeniyete taşıyacaktır. İşin en ilginç yanıysa George Eliot tüm bunları, Birinci Siyonist Kongre henüz toplanmamışken ve Balfour Deklarasyonu’na kırk yıldan fazla bir zaman varken anlatmıştır. Edward Said’in tespitiyle Eliot’ın Siyonizm' e hayranlığı Doğu’yu Batı’ya dönüştürecek en mühim yöntem ve araç olmasından ileri gelir. Doğu’yu Batı’ya benzetecek olan Siyonizm, Avrupalı güçlerin yardımı ve desteğiyle gerçekleşecek, Yahudilerin kayıp vatanları, vadedilmiş toprakları, ulusal kimlikleri Siyonizmle sağlanacaktır. Böylece dünya, köhnemiş bir zihniyet ve gerici bir yaşam tarzı olan Doğu’dan Siyonizm'le kurtulacaktır.
BEYAZ PERDEDE PROPAGANDA
Siyonist kurgularda Filistinliler, olmayan bir halktı. İsrail ise yaşamış olduğu Holokost’un ardından kimlik arayışına girmiş, toprak özlemi çeken, vatansız, yersiz, yurtsuz kalmış, sürgün bir halktı. İşte bu noktada Peren Birsaygılı’nın denize bırakılmış meçhul bir not gibi insanlığa sorduğu soru şu: “Edebî kurgu bir halkın kâbusuna dönüştüğünde, buna hâlâ edebiyat diyebilir miyiz?” Bu soruyu filmler ve üretilen teknolojiler ekseninde çoğaltabiliriz. Sinema, bir halkı görmezden gelip başka bir ırkın acılarını kutsadığında, duygu sömürüsü yaparak kendi zulümlerine meşru zeminler bulan İsrail’in propaganda aracı olduğunda buna hâlâ film deyip geçebilir miyiz?
Schindler’s List filminde Nazi Almanyası’nda Yahudilere uygulanan soykırımın tüm dehşeti ve gerçekliğiyle anlatılması gibi. Nazi işgali altındaki Varşova’da bir Yahudi gettosuna kapatılarak savaşın ve soykırımın acımasız yüzünü seyirciye gösteren The Pianist filminde olduğu gibi ya da mutlu bir ailesi/yaşantısı varken Nazi işgali altındaki İtalya’da Yahudi toplama kamplarına götürülen Guido ve oğlunun yaşadıklarını acıklı, dramatik ve hüzünlü bir şekilde dile getiren La Vita e Bella filminde anlatıldığı gibi… Holokost, Yahudilerin elinde istismara dönüşerek her alanda gelir getiren bir sektör hâlini almıştı. Modern edebiyat ve sinemada, Yahudilerin uğradığı soykırım tüm gerçekliğiyle hatta kimi zaman abartı unsurlarına başvurularak anlatılmaya devam etmektedir. Buna karşın Filistin’de Yahudilerin uyguladığı soykırımı anlatan kurgusal bir romana ya da filme rastlamak da neredeyse imkânsızdır. 7 Ekim itibarıyla Siyonist lobi, tüm dijital platformlardan Filistin’in adını silmiş, Filistin’den bahseden filmleri yasaklı listesine almıştır. Anlaşıldığı üzere Siyonizmin vaat edilmiş toprakları, Fırat’tan Nil Nehri'ne kadar olan bir toprak parçasıyla sınırlı değildir. İsrail, vaat edilmiş topraklar mitiyle insanların bilincini yönlendirerek ve algı operasyonlarını ustalıkla yürüterek insanlığın bilinç tarlasını da vaat edilmiş bir yer olarak görmektedir.
İLERLEDİKÇE YOZLAŞTILAR
Vadedilmiş topraklar, Yahudilerin temel ulusal miti ve Siyonizm'in de temel ilkelerinden biridir. Octavio Paz, vadedilmiş topraklar bahsine ilginç bir yorum getirir. Ona göre vaat edilmiş topraklar moderniteyi doğurmuştur. Modernite insanın fıtrat, gelenek, değerler ve manevîyattan uzaklaşması, hümanizmi ve aklı tek geçer akçe olarak görmesi ve her şeyi rasyonalize etmesidir. Octavio Paz, modernite süreciyle birlikte kimsenin kendisini neyin beklediğinden emin olmayacağını söyler. İnsanlığın başına ne gelecektir? İnsanlık, yarın güneşin doğuşunu görebilecek midir? Geleceğe güveni birçok yönden sarsılan insanlık, kendisini ayakta tutabilecek bir şeye tutunabilecek midir?
Modernite kavramı özü itibarıyla insanlığın sürekli bir savaşa, sürekli bir tüketime sürüklendiği umutsuzluk çağını anlatır. Modernite doğal kaynakların erimesine, tabiatın kirlenmesine yol açarak nükleer çarpışmaların bir tehdit unsuruna dönüştüğü sürecin adıdır. Octavio Paz’ın şu tespiti, moderniteyle malul olan insanlığın içine düştüğü girdabı özetler mahiyettedir: ‘Doğal kaynakların tüketilmesi, gezegenin kirlenmesi, açlık, tarihin totaliter ideokrasilerin evrensel restorasyonuyla taşlaşması ve atom soykırımı. Nükleer caydırıcılık bizi bir üçüncü dünya savaşından koruyor, evet ama ne zamana kadar ve bu faciadan kaçınmayı başarsak da atom silahlarının sırf varlığı bile ister yavaş yavaş bir evrimle, isterse devrimsel bir sıçramayla olsun, ilerleme idealimizi tahrip ediyor. O bombalar henüz dünyayı yok etmediyse de dünya idealimizi yok etti. Modernite ölümcül bir yaradır, ilerleme güneşi battı ve henüz ufukta bize yol gösterecek yeni bir yıldızın doğduğunu görmedik. Bir alacakaranlıkta mı yoksa şafakta mıyız, bilmiyoruz.’ Octavio Paz’ın vadedilmiş topraklar ile modernite bağlantısı son derece manidardır. Buradan ilerleme fikrinin sona erdiği sonucuna ulaşmasıysa çok daha manidardır. Sahiden de insanlık teknik bakımdan ilerledikçe ilkelleşmekte, teknik açıdan donandıkça ahlakî ve manevî bakımdan yozlaşmaktadır. Bu sebeple modern anlamda bir ilerleme fikrinden söz ediliyorsa orada insanlığın daha insanlaşması süreci değil, manevî yetilerin körelmesi, insanî duyguların çoraklaşması, ruhsal yıkımın yaşanması sürecini anlatılıyor demektir.
Siyonizm kendine antipati duyanları cezalandırır, sempati duyanları da ödüllendirir. Ayrıca despotik ve saldırgan bir tavırla zamana ve yaşama biçimine tahakküm etmek isteyen, böylece kendisi dışındaki ideoloji, inanç ve akımları da reddeden bir mantaliteye sahiptir. ‘Benim dışımda da yaşayanlar var, bakış açısı, ideolojisi, hayat tarzı benden farklı olan insanlar da var’ çoğulculuğuyla düşünmez. Madunlar, mustazaflar, yoksullar, düşkünler, ezilenler, işçiler, emekçiler, insanlık için üretenler Siyonizmin doğrudan hedef aldığı ana unsurlardır. Her yeri Amerikanlaştırmak nasıl bir rüyaysa, Siyonizm'i her yerde yeni dünyanın tek kurtarıcısı ve kurucusu olarak göstermek de öyle bir rüyadır.


