Türkiye’de arkeolojinin altın çağı başladı Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Türkiye, son yıllarda arkeoloji alanında dünyada adından söz ettiren bir başarı hikâyesi yazıyor. Hem yerli kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin korunması hem de kültür varlığı kaçakçılığıyla yurt dışına götürülmüş eserlerin geri getirilmesi konusunda yürütülen kapsamlı çalışmalar, ülkeyi tam anlamıyla “Arkeolojinin Altın Çağı”na taşıyor. 2023’te hayata geçirilen “Geleceğe Miras Projesi” ile 90 kazı alanında gün yüzüne çıkarılan eserler ve yıllar sonra ait olduğu topraklara dönen kültür varlıkları, Türkiye’nin arkeolojik mirasını koruma vizyonunun somut göstergesi haline geliyor. Bu vizyonun en çarpıcı örneklerinden biri olan 65 yıl önce kaçırılan ve ABD’den iade edilen Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un bronz heykeli. Prof. Dr. Jale İnan’ın yıllar süren çabalarıyla izini sürdüğü bu eser, artık “Bir Vizyonun Doğuşu: Geleceğe Miras Projesi – Arkeolojinin Altın Çağı Sergisi”nin başköşesinde yer alıyor. Marcus Aurelius bronz heykelinin yanı sıra farklı antik kentlerden ilk kez sergilenen 485 eser, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde, “Arkeolojinin Altın Çağı” sergisinde ziyaretçilerin beğenisine sunuluyor.
Sergide yer alan Marcus Aurelius bronz heykeline, Amerika Birleşik Devletleri ile Danimarka’dan ülkeye iadesi sağlanan beş adet heykel başı da eşlik ediyor.

Marcus Aurelius 65 yıl sonra iade edildi
Kültür ve Turizm Bakanlığınca 2023’te hayata geçirilen “Geleceğe Miras Projesi” kapsamında yürütülen kazılarda ortaya çıkarılan eserlerle kültür varlığı kaçakçılığıyla mücadelede yurt dışından iadesi sağlanan ve yurt içinde kolluk kuvvetlerince ele geçirilen eserlerden seçkin örnekler, “Bir Vizyonun Doğuşu: Geleceğe Miras Projesi-Arkeolojinin Altın Çağı Sergisi”nde, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Millet Kütüphanesi’nde bir araya geliyor. Serginin hemen girişinde M.S. 2. ve 3. yüzyıllara tarihlenen Marcus Aurelius heykeli tüm görkemiyle ziyaretçileri karşılıyor. Yurda iade edilmeden önce ABD Cleveland Müzesi yetkililerinin 3 ay süre talep ettiği Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un bronz heykeli, eserin bulunması için çalışmaları başlatan Türk arkeolojisinin önemli ismi merhum Prof. Dr. Jale İnan’ın müzede anılması ve onun resimleriyle donatılması şartıyla kabul edilmişti. 65 yıl sonra yurda dönen heykel ilk kez sergileniyor. Heykele, Amerika Birleşik Devletleri ile Danimarka’dan ülkeye iadesi sağlanan beş adet heykel başı da eşlik ediyor.

Sıfır noktası eserlerinden I. Murad sikkesine
Türkiye’nin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine uzanan 90 kazı alanından getirilen ve neredeyse tamamı ilk kez sergilenen eserlerin yer aldığı Arkeolojinin Altın Çağı Sergisi, tarihin sıfır noktasından eserleri de içeriyor. Arkeoloji tutkunları, sergide M.Ö. 12 bin yıl öncesine uzanan bir yolculuğa çıkıyor. Sergide bulunan 570 eserin 485’i ilk kez görücüye çıkıyor. Serginin hemen girişinde yer alan ve ilk kez sergilenen Frig Dönemi çömleği, üzerindeki örtüsüyle dikkati çekiyor. Böylesine korunmuş bir örtüyle günümüze ulaşmış olması Anadolu kazıları açısından büyük önem taşıyor. Karahantepe’de gün ışığına kavuşan, Neolitik Çağ’a ait, asrın keşfi olarak nitelendirilen kaplar ise serginin “Taş Tepeler” bölümünde, mitolojik bir hikâyenin üç boyutlu yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca Urartu Dönemi’ne ait miğfer ile bütün olarak ortaya çıkarılmış Doğu Roma demir asker zırhı, serginin en dikkati çeken parçaları arasında bulunuyor. Antik çağda eritilerek eşya ve sikke yapımında kullanılan bronz heykel parçalarından oluşan eserler de “Metropolis’ten Bir Geri Dönüşüm Atölyesinin Sıra Dışı Buluntuları” bölümünde yer alıyor. Anadolu Selçuklu ve Osmanlı dönemi kazılarında bulunan, baba isminin yazılmadığı ilk sikke I. Murad sikkesi ile bezemeleriyle öne çıkan figürlü kase de görülebilecek eserler arasında yer alıyor. Sergi, yalnızca kaçırılan eserlerin yurt dışından geri getirilmesine değil, aynı zamanda mirasa doğduğu topraklardan çıkarılmadan sahip çıkmanın önemine de vurgu yapıyor. Bu kapsamda, “Kaçış Yok” sergisine ayrılan bölümde kolluk kuvvetlerince bulunan kadın heykeli de yeni buluntu olarak öne çıkıyor. Arkeolojinin Altın Çağı Sergisi’nin özel bölümlerinden birinde ise deniz altından çıkarılan eserler, ziyaretçilerin beğenisine sunuluyor. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un, Adrasan’da dalış yaparak yaklaşık 40 metreden çıkardığı bakır külçe ile cam batıklar da sergide yerini alıyor.

Türkiye büyük bir arkeoloji laboratuvarı
Millet Kütüphanesi, “Arkeolojinin Altın Çağı Sergisi”yle birlikte serginin ilk günü başlayarak üç gün süren “Uluslararası Arkeoloji Sempozyumu”na da ev sahipliği yaptı. Yerli ve yabancı arkeologların bir araya geldiği sempozyuma 29’u yabancı, 250’yi aşkın bilim insanı katıldı. 17’si yabancı toplam 33 akademisyen sunum yaptı. Sempozyum başlangıç oturumunu Nevzat Çevik’in moderatörlüğünde, Gordion Kazı Başkanı Prof. Dr. Charles Brian Rose, Side Antik Kenti Kazı Başkanı Prof. Dr. Feriştah Alanyalı, Taş Tepeler Projesi Koordinatörü, Göbeklitepe ve Karahantepe Kazıları Başkanı Prof. Dr. Necmi Karul’un sunumlarıyla yaptı. Oturumda Türkiye’nin arkeolojik kazılarda koruma çalışmalarına ayırdığı önemin dünyada örneği bulunmadığını dile getiren ABD’li arkeolog Prof. Dr. Rose, “Mimari korumaya zaman ayırmak harika bir şey. Bildiğim kadarıyla bunu başka hiçbir ülke yapmıyor. Geçmişte kazı başkanları daha çok yeni keşiflere odaklanır, mevcut yapıları sağlamlaştırmadan başka alanlara yönelirdi. Şimdi bizim kazıp gün ışığına çıkardığımız yapılara ek olarak, onların kazdığı binaları da onarıp korumamız gerekiyor. Mevcut koruma programları çok iyi işliyor. Türkiye’nin UNESCO Dünya Mirası Listesine bu kadar çok arkeolojik alanı ekletmedeki başarısı bu nedenle hiç de şaşırtıcı değil” ifadelerini kullanıyor. Türkiye’de toplam 46 yıl boyunca arkeolojik çalışmalar yürüttüğünü anlatan Rose, meslek hayatının büyük bölümünü Türkiye’de geçirdiğini belirtiyor. Bu süreçte hem akademik olarak kendisini geliştirdiğini hem de güçlü dostluklar kurduğunu dile getiren Rose, “Farklı dönem ve coğrafyalarda yürüttüğüm çalışmalar sayesinde Erken Tunç Çağı’ndan Geç Bizans’a uzanan geniş bir zaman diliminde uzmanlaşma imkânı buldum. Eğer Türkiye’de çalışmamış olsaydım, şu anki konumuma ulaşmam mümkün olmazdı” diyor.


