Türklük olmadan terörsüz Türkiye olmaz! Özgür Bayram Soylu
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Türkiye, bin yılın ötesine uzanan bir millet olma iradesinin en son halkası. Bu irade, tarih sahnesine çıktığı günden beri yalnızca savaş meydanlarında değil; medeniyet inşasında, adalet dağıtımında ve ortak yaşam kültürünün yoğrulmasında da kendini göstermiştir. Selçuklu otağının gölgesinden yükselen devlet aklı, Osmanlı payitahtının mermer koridorlarında şekillenen hukuk anlayışı, Sakarya’nın cephesinde toprağa düşen canların fedakârlığı ve 15 Temmuz gecesi darbe tanklarının önünde duran çıplak ellerin cesareti… Tüm bunlar, aynı zincirin farklı halkaları aslında.
Ve o zincirin en sağlam, en kapsayıcı halkası bin yılın ötesinden bugüne taşınan Türklük mührüdür.
Türklük; yalnızca kan bağı veya soy bağıyla tanımlanan dar bir kimlik değil, bu topraklarda farklı kökenleri, dilleri ve gelenekleri aynı kader çizgisinde buluşturan kurucu iradenin adıdır. Bu irade, Kürt’ü, Çerkez’i, Arnavut’u, Laz’ı, Boşnak’ı, Arap’ı ve diğer tüm unsurları; ortak bir vatanda, ortak bir hukuka, ortak bir geleceğe bağlayan varoluş sözleşmesidir.
Tarihin her döneminde, farklı renkler ve kültürler bu iradenin gölgesinde özgürce var olmuş, millet olma bilincinin ortak potasında yoğrulmuştur. Unutulmasın ki Türklük, bu topraklarda barışın şerefi, birliğin ebedi mayasıdır.
Bugün karşımızda duran “Terörsüz Türkiye” süreci, yalnızca silahların sustuğu bir ara dönem değil; devletin kurucu değerlerinin yeniden teyit edildiği, milletin ortak kimliğinin yeniden güçlendirildiği, tarihsel sürekliliğin gelecek kuşaklara taşındığı bir eşiktir.
Ancak bu eşiğin güvenli şekilde aşılması, bir tesadüfün değil; akıl, irade, kararlılık ve adaletle inşa edilmiş bir stratejinin eseri olabilir. İşte bu nedenle, sürecin temeline oturacak bazı ilkelerin altı kalın çizgilerle çizilmelidir. Milli kimliğin pazarlık konusu yapılmaması, adaletin her kesime eşit ve tarafsız uygulanması, terörün silahlı ve ideolojik tüm boyutlarının tasfiyesi ile toplumsal hafızanın ve şehitlerin emanetinin korunması, bu stratejinin vazgeçilmez unsurlarını oluşturuyor. Bu ilkelerden taviz verildiğinde, hafızalarımızda canlılığını koruyan tecrübeler gösteriyor ki, ‘barış’ adı altında dahi yeni çatışma tohumlarının ekilme riski her zaman varlığını sürdürüyor.
Terörsüz Türkiye, yalnızca terör örgütlerinin dağda silah bırakmasıyla sınırlı bir hedef olmuyor; asıl anlamını, terörün ideolojik, kültürel ve psikolojik damarlarını da kurutan kapsamlı bir devlet stratejisiyle buluyor.
Bu sürecin gerçek başarısı, örgüt propagandasına, etnik milliyetçilik dayatmalarına ve terörist unsurların kahramanlaştırılmasına karşı tavizsiz bir hukuk düzeninin tesisiyle mümkün.
Çünkü örgüt, dağda silahını bıraksa bile; şehirde, üniversitede, sosyal medyada, kültürel faaliyetlerde veya sivil toplum maskesi altında propaganda ile zihinleri esir alıyorsa, terör başka bir biçimde yaşamaya devam ediyor. Bu nedenle sürecin her adımında üç temel prensip esas alınmalıdır. Birincisi,
Sıfır Tolerans
İlkesi kapsamında, terör örgütüne ait semboller, sloganlar, medya içerikleri ve dijital propaganda ağları, hangi mecrada olursa olsun, yasal çerçevede derhâl engellenmeli ve bu faaliyetler ağır yaptırımlara bağlanmalıdır. İkincisi,
Kültürel Hak ve Ayrılıkçı Ajanda Ayrımı
ile, gerçek demokratik ve kültürel hak talepleri toplumun bütününü kapsayacak biçimde desteklenirken; “kültürel hak” söylemi altında yürütülen ayrılıkçı ajandalar ve örgüt ideolojisi kesin çizgilerle ayrıştırılmalıdır. Üçüncüsü,
Meşru Siyaset ile Örgüt Aparatı Arasındaki Hukuki Netlik
ilkesi doğrultusunda, siyasi partiler, dernekler ve sivil toplum kuruluşları üzerinden örgüte lojistik, propaganda veya insan kaynağı sağlanmasının önüne geçecek yasal düzenlemeler güçlendirilerek, siyasetin alanı ile terör aparatının alanı arasındaki sınır yargı kararıyla net biçimde belirlenmelidir. Terörsüz Türkiye’nin kalıcı olabilmesi, yalnızca güvenlik güçlerinin sahadaki başarısına değil; hukuk, siyaset ve toplumsal alanlarda bu tavizsiz duruşun sürekliliğine bağlıdır. Aksi hâlde, silahların sustuğu ama fikirlerin hâlâ savaşta olduğu kırılgan bir barış iklimi kaçınılmaz olur.

