Ukrayna barış görüşmeleri: Diplomasi fırtınasının ardında kalanlar Düşünce Günlüğü Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Ertuğrul Cingil - Gazeteci
Dünya, Ukrayna barış görüşmeleri sürecinde nükleer tehditten ekonomik yatırımlara savrulurken; şimdi de toprak takasından güvenlik garantilerine, nihayet ateşkesten kalıcı barışa uzanan dev bir belirsizlik fırtınasının içinde yol alıyor. ABD Başkanı Donald Trump sahneyi reality şov gibi yönetirken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin soğukkanlı ve stratejik duruşuyla “kazanıyormuş” görüntüsü veriyor.
Ülkesi ameliyat masasında yatan Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir ZELENSKİ kırılgan umutlarla avunurken, Avrupa ise hasta bir beden gibi ABD ve Rusya arasında sıkışıyor. İşte bu görünüm altında Trump’ın ev sahipliğinde Beyaz Saray’da ZELENSKİ ve Avrupa’nın önde gelen liderlerini bir araya getiren tarihi buluşma yalnızca bir diplomatik temas değil; aynı zamanda savaşın geleceği ve barış ihtimallerinin çerçevesini yeniden çizen bir dönemeçti.
Görüşmeden çıkan en dikkat çekici mesaj, “NATO benzeri” güvenlik garantilerinin gündeme alınmasıydı. Sahaya kendi askerlerini göndermeyeceğini kesin şekilde vurgulayan Trump, ABD’nin sürecin “destekleyici” ayağı olabileceğini, fakat asıl yükün Avrupa’nın omuzlarına düşmesi gerektiğini net biçimde ortaya koydu. Bu, bir yandan Avrupalılara daha fazla sorumluluk yüklerken diğer yandan Ukrayna’nın NATO üyeliği ihtimalini masadan kaldırıyor. ZELENSKİ ise bu formülü, ülkesinin güvenliği için atılmış somut bir adım olarak kamuoyuna sundu. Ancak garantilerin kâğıt üzerinde nasıl şekilleneceği, Budapeşte Memorandumu’nun acı tecrübesi hatırlandığında, Ukrayna için büyük bir soru işareti olmaya devam ediyor.
Macron’dan Starmer’a, Meloni’den Merz’e uzanan geniş yelpazede Avrupa liderleri güvenlik garantilerinde ilerleme vurgusu yaptı. Ancak özellikle bazı liderlerin barış anlaşması yerine ateşkes çağrısı, kıtanın yaklaşımındaki ton farklarını açığa çıkardı. Ama aslolan, bu hızlı ve sert esen diplomasi fırtınası dindiğinde geriye ne kalacağıdır: Alaska’nın buzlu topraklarında başlayan sürecin sonunda gerçekten kalıcı bir barış mı inşa edilecek, yoksa dünya sahnesinde yeni bir illüzyon mu üretilecek?
“FAST FOOD” DİPLOMASİSİ
Çorap değiştirir gibi politika ve tavır değiştiren, öngörülemezliklerin adamı Trump; Putin’le Alaska’da verdiği görkemli görüntüler ve ZELENSKİ ile AB liderlerini hizaya sokar gibi oluşturduğu Beyaz Saray tablosuyla istediğini almış gibi görünüyor. Sürecin şimdilik en büyük kazananı, soğukkanlı, kararlı ve stratejik duruşuyla Putin olurken; Trump da reality şov tadındaki tiyatrosunda mutlu görünüyor.
Masalarda konuşulan güvenlik garantileri, toprak takasları, milyarlarca dolarlık silah satışı, yeniden inşa paketleri, enerji hatlarının geleceği yalnızca teknik başlıklar değil, aynı zamanda halkların kaderini belirleyecek kırılma noktalarıdır. Kamuoyuna yansıyanlar buzdağının yalnızca görünen kısmını sahneye taşıyor; ama altta yatan güç hesapları, enerji denklemleri ve bölgesel nüfuz savaşları şimdilik biraz puslu görünüyor. Her “garanti” aslında yeni bir riskin gölgesinde yazılıyor; her “yatırım” yeni bir sömürü ihtimalini barındırıyor; her “barış” ise savaşın başka bir biçimde sürmesinin perdesi olabilir.
Üç yılı aşkın süredir devam eden savaş, çok boyutlu ve teknik süreçlerin titizlikle işletilmesini gerektiriyor. Oysa masalarda sergilenen tablo, adeta fast food tarzı bir diplomasi pratiğini andırıyor: hızlı servis edilen, gösterişli ama besleyici olmayan çözümler. Bu durum, Trump’ın siyaset tarzının bir yansıması. Prestij, gösteriş ve imaj peşinde koşan, uluslararası krizi bir reality şov sahnesi gibi kurgulayan pragmatik bir yaklaşım. Oysa gerçek barış, kırmızı halılar ve altın varaklı masalarda değil; saatler süren teknik görüşmelerde, detaylı müzakere belgelerinde ve karşılıklı güven tesis eden zorlu süreçlerde inşa edilebilir. Şayet bu “fast food diplomasisi” aynı şekilde devam ederse, sonuç yalnızca günü kurtaran sahne şovlarından ibaret kalabilir. Üstelik Trump’ın bu süreçten kendi prestijine nasıl bir pay çıkaracağı da şimdiden belli gibi: Bir barış anlaşması imzalanırsa, takıntı haline getirdiği Nobel Barış Ödülü’ne bir adım daha yaklaşmış olacak.
ZELENSKİ’NİN KIRILAN UMUTLARI
Şubat ayında Beyaz Saray’da yaşanan azarlama sahnesi, ZELENSKİ’nin diplomasi hafızasına kazınmış bir travma oldu. Kamuoyu önünde azar işitmek ve aşağılanmak, sadece bir liderin gururunu değil, ülkesinin onurunu da zedelemişti. İkinci görüşmede ZELENSKİ’nin Oval Ofis’teki hali, işte bu yaralı hafızanın izlerini taşıyor gibiydi. Masanın kenarında oturuşu, dikkatli jestleri, her kelimesini ölçerek söylemesi… Bunlar sıradan bir diplomatik ihtiyat değil; önceki azarlamanın tekrar etmeyeceğinden emin olamayan bir liderin tedirginliğiydi.
Bu tarihi buluşmaya bu sefer ceketini giyerek, Ukrayna topraklarındaki son durumu gösteren haritasıyla gelen ZELENSKİ, toplantı boyunca tam dokuz kez Trump’a teşekkür etti. Diplomasi tarihine bir “teşekkür maratonu” olarak geçebilecek bu görüntü, Ukrayna’nın zayıf pazarlık konumunun göstergesi adeta. Yansıyan karelere bakılırsa Trump, haritanın önünde dersini anlatan ZELENSKİ’e, Rusya’ya verebileceği toprakları dikte eden bir lider gibiydi. ZELENSKİ’nin Oval Ofis’teki duruşu, aslında güçlü bir liderden ziyade, azarlanma ihtimalini sürekli hesaplayan ve bu ihtimalle her an tetikte duran bir öğrenciyi hatırlatıyordu.
Topraklarında savaşın tüm acımasızlığıyla sürdüğü ZELENSKİ, bu kez Trump’ın hışmına uğramamanın rahatlığıyla, nasıl uygulanacağı belirsiz güvenlik garantileriyle avunuyor. Oysa Ukrayna halkı hâlâ yerle bir olmuş şehirlerin, milyonlarca mültecinin ve on binlerce kayıp canın yükünü taşıyor. Henüz nasıl işleyeceği belli olmayan güvenlik garantileri, bombaların gölgesinde yaşayan insanlar için ne ifade ediyor?
HASTA AVRUPA’NIN ÇARPICI ACZİYET GÖRÜNTÜSÜ
Beyaz Saray’daki tarihi buluşmadan yansıyan kareler, Trump’ın diplomasi tiyatrosunun en çarpıcı anlarını yakalıyor. Altın çerçeveli ABD başkanlarının portreleri altında, tarihi masasında patron edasıyla oturan Trump; sahnenin tek hâkimi görüntüsüyle adeta Avrupa’ya değişen güç dengesinin tablosunu çiziyor. Karşısında ise ders dinleyen çocuklar gibi dizilmiş ZELENSKİ ve Avrupa liderleri. Bu kare, Batı’nın Ukrayna meselesinde ne kadar çok söz söylediğini ama aynı zamanda ne kadar az söz sahibi göründüğünün en çarpıcı yansıması gibi.
Kendi kıtalarından toprak takasına yüksek sesle karşı çıkan, Ukrayna’nın bölünmez bütünlüğüne vurgu yapan, Avrupa’nın güvenliğini “kırmızı çizgi” ilan eden koca koca Avrupa liderleri; Trump’ın görkemli sahnesinde uslu birer figüran gibi rol almaktan öteye geçemiyor. Berlin’den Paris’e, Brüksel’den Varşova’ya uzanan başkentler; bir zamanlar özgürlük ve demokrasi nutukları atarken, şimdi Washington’ın işaret ettiği çizgilerin dışına çıkamayan edilgen başkentlere dönüşmüş durumda. Haritalar, teşekkürler ve ağır mobilyaların arasında gerçek güç asimetrisi gözden kaçmıyor: Bir masanın ardında konuşan lider, karşısında dinleyen bir kalabalık.
Beyaz Saray adeta barış arayışının sahnesi olmaktan çok, güç gösterisinin dekoruna dönüşüyor. Fotoğrafların verdiği mesaj, belki de bütün zirveden çıkan en net sonuç: Diplomasi, kelimelerden çok görüntülerle ilerliyor; barış ise hâlâ o görüntülerin satır aralarında gizleniyor. Ortaya çıkan yalnızca Trump’ın güç gösterisi değil; aynı zamanda hasta Avrupa’nın hem ABD hem de Rusya karşısındaki acziyetinin çıplak tablosudur.
Avrupa, bir yandan Washington’ın güvenlik şemsiyesi altında nefes almaya çalışırken, diğer yandan oluşturulmaya çalışılan sahte birlik görüntüsüyle Rusya’ya karşı tek başına caydırıcılık üretememenin dayanılmaz ağırlığını yaşıyor. Bu iki güç arasında sıkışmış haliyle Avrupa, kendi siyasi geleceğini belirleme iradesini kaybetmiş, başkalarının satranç tahtasında piyon olmayı kabullenmiş gibi görünüyor.
BARIŞ MASASININ GÖLGESİNDE SİLAH SATIŞI
Bugün sorulması gereken en çetin sorulardan biri de şudur: ABD, Ukrayna’da gerçekten kalıcı bir barışın peşinde mi, yoksa ülkenin zengin yeraltı kaynakları başta olmak üzere kârlı silah satışları ve ekonomik kazanımların derdinde mi? Tahıl ambarı, nadir toprak elementleri ve enerji rezervleriyle Ukrayna, dünyanın en cazip hammadde havzalarından biridir. Washington’ın “barış girişimleri” çoğu zaman milyarlarca dolarlık silah satışları, yeniden inşa paketleri ve enerji yatırımlarıyla yan yana anılıyor. Öte yandan Rusya da aynı masada sadece barışı değil, doğrudan Ukrayna topraklarını hedefliyor. Donbas’tan Kırım’a uzanan hattın “tarihsel Rus toprakları” söylemiyle meşrulaştırılması, bu iştahın en çıplak göstergesi.
Alaska’daki tarihi görüşmeler için “Yeni Yalta” benzetmeleri boşuna yapılmıyor. İkinci Dünya Savaşı sonunda dünya nasıl galip güçler arasında yeniden paylaşıldıysa, şimdi de Ukrayna üzerinden yeni bir paylaşım ve çıkar hesapları yapılma endişesi yüksek. Kulislerde konuşulan, ABD’den alınacak yaklaşık 90 milyar dolarlık silah paketi ve oluşturulacak finansman mimarisi, görüşmelerin somut ayağını oluşturmuş gibi duruyor. Bu tablo, barış diplomasisi ile silah endüstrisinin birbirine nasıl bağlandığını ve barış masalarının gölgesinde dahi savaş ekonomisinin belirleyici olmaya devam ettiğini gösteriyor.
İZLEDİĞİMİZ DİPLOMASİ İLLÜZYONU MU?
Washington buluşması, Ukrayna için umutları yeşerten ama aynı zamanda belirsizlikleri derinleştiren bir toplantı oldu. Trump’ın şatafatlı sahnesinde büyük sözler sarf edildi, liderler birlik görüntüsü vermeye çalıştı. Ancak gerçek barış için sadece güçlü açıklamalar değil; uygulanabilir, net ve güvenilir mekanizmalar gerekiyor. Savaşın üçüncü yılında Ukrayna halkı hâlâ sirenlerle güne uyanırken, Alaska’nın ardından Beyaz Saray’daki görüşme trafiğinin somut güvenliğe dönüşmesi, barış sürecinin en kritik testi olacak. Alaska’nın buzulları nasıl ki güneşe rağmen henüz erimiyorsa, Beyaz Saray’ın altın ışıkları da savaşın karanlığını henüz aydınlatmıyor.
Oval Ofis'in kristal avizeleri altında sergilenen gösteride diplomasi, her ülkenin ve liderlerinin çıkarlarını örten birer maskeye dönüşüyor. Bir başka görüşmeye kalan barış umudu dekorun arkasında unutulmuş bir gölge; savaş ise tiyatronun perde arkasında hiç susmayan bir çığlık gibi devam ediyor. Ukrayna için hâlâ elle tutulur, kalıcı bir sonuç yok. Diplomatik tiyatronun perdesi açılıyor, kapanıyor; fakat savaşın trajedisi sahneden hiç inmiyor.
Bugün sorulması gereken soru şudur: Bu müzakereler gerçekten kalıcı bir barış mı inşa ediyor, yoksa sadece güç sahiplerinin tarih sahnesinde rol kapma yarışının yeni bir diplomatik illüzyonu mu sahneleniyor?
BARIŞIN GERÇEK ADRESİ TÜRKİYE OLABİLİR
Bir sonraki buluşmanın tarihi, formatı ve yeri hâlâ sisler içinde. Mekân konusu belirsizliğin en önemli parçası: Putin’in Moskova’nın daveti, Cenevre’nin hukuki tartışmaları, Budapeşte’nin ara durak havası… Ama bütün ihtimallerin arasında en gerçekçi adres yine İstanbul gibi görünüyor. Çünkü savaşın başından bu yana gerçek temasları, somut adımları ve güven veren ortamı sağlayan tek ülke Türkiye oldu.
Tahıl koridoru anlaşmasından esir takaslarına, cenaze değişimlerinden kritik ateşkes görüşmelerine; tarafları aynı masaya oturtmaya kadar Ankara’nın üstlendiği rol sadece aracılık değil, barış umudunun fiilen nefes aldığı nadir alanlardan biri oldu. Barışa en çok yaklaşılan İstanbul, Doğu ile Batı arasındaki eşikte taraflar için “güven veren tarafsız zemin” olarak öne çıkıyor. Aslında ne kadar hayat bulur bilinmez ama gerçek barışın yolu, başından beri somut neticeler üreten, sürecin hafızası olarak öne çıkan ve tarafların hassasiyetlerine saygılı Türkiye masasından geçiyor.


