Ümmet gerçeğinden kim bir tehdit algılar? Yasin Aktay
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Türkiye’de geçerli olan İslamofobik söylem ve politikaların Batı dünyasındakinden çok daha kaba, saldırgan ve nefret dolu olması gibi bir gerçek var.
Bu gerçek biraz şaşırtıcı olabilir ama ismi Müslüman ismi, yaşadıkları toplum asırlarca İslam dünyasının merkezi olan bir ülkenin İslamofobik söylemlerde de Haçlı-Siyonist batı dünyasını geride bırakabiliyor olması yüzleşmemiz gereken bir gerçeklik.
Tabi bu yüzleşmenin bir sorgulamaya hatta bir yargılamaya değişmesi kaçınılmaz. Türkiye’de yıllarca başörtüsü yasağı normal bir uygulama gibi kabul edildi. Siyasal simge dendi, dini simge dendi, laiklik dendi, şu dendi bu dendi ama Müslüman halkın gözlerinin içine bakıla bakıla bu uygulama yapıldı.
Dünyanın her yanında başörtüsüne yan gözle bakmak bile İslam düşmanlığıyla aynı anlama gelirken bizde enteresan bir laiklik takıntısı adına koskoca siyasetçiler, bilim adamları, gazeteciler, okumuş elitler bu uygulamayı normal bir şeymiş gibi savundular, uyguladılar. O zamanlar Müslümanlar kibarlıklarından mı, tartışmayı daha fazla derinleştirmemek adına mı, karışlarına bu yasağın ideolojik referansı olarak konulan despotik kültlerle karşı karşıya kalmamak adına mı ne,
hiç adını adınca koymadılar. Başörtüsü yasağının doğrudan İslam düşmanlığı olduğunu, başörtüsünü yasaklamayı aklından geçiren birinin Müslüman olamayacağını, dolayısıyla bu topraklarla, bu vatanla ciddi bir sorunu olduğunu söylemediler.
Başörtüsü yasağını ancak bu ülkeye işgalci konumunda olanların düşünüp uygulayabileceğini de söylemediler.
Başörtüsüne gelinceye kadar tabi İslam’ın başka bir sürü değeri, sembolü, şiarı, kavramı tahkir edildi.
Alfabe değişikliğinin bir gerekçesi İslam’la ilgili değildi. Sözümona okur-yazarlığı daha fazla artırmak için olduğu söylendi, Arapça alfabenin zor olduğu, Türkçenin dil yapısını Latince kadar güçlü bir şekilde yansıtmadığı söylendi. Bu gerekçeler burada kalsa iyi, ama hemen ardından Arapçaya yönelik tahkir edici ifadeler küçücük çocukların, bizim çocuklarımızın dimağına işlenmeye çalışıldı.
Arapça yazı artık sadece zor değildi, ilkeldi, geri kafalı bir toplumun geride kalmış karanlık bir yazısıydı.
Bu çocuklar ne zaman Arapçanın dünyanın en güçlü dillerinden biri olduğunu, bu dille tam 1400 sene boyunca emsalsiz medeniyetler altında bilim, edebiyat ve felsefe yapıldığını öğreneceklerdi?
Tahkir edilen kavramlardan biri de ümmet tabi. Ulus olmuştuk ya bir kez, ümmet zararlı bir şeydi.
Selçuklu ve Osmanlı Türklerini asırlarca üç kıtada dünya gücü olarak tutmuş bir değer, bir kimlik algısı olarak ümmet ulus olduğumuzda zararlı bir algıya dönüştü.
Neden? Bizim üç kıtadan 781 bin metrekareye sıkışıp kalmamızın sebebi miydi ümmet?
Türklerle, Kürtlerle, Araplarla kardeşlik algısının en yüksek ifadesi olarak ümmetin kim ne zararını görmüştü?
Fayda zarar kısmını bir kenara bırakalım. O açıdan bakıldığımızda ümmet olmaktan ne kadar uzaklaştıysak o kadar küçüldük, o kadar zayıfladık, o kadar önemsizleştik.
Bu çok net.
Ancak olayın bir de İslam’la ilgili boyutu var.
Ümmettin ulusa çekilmiş olmamızın bir yenilginin sonucu olduğunu da unuttuk, bütün bir ulusal bilincimizi ümmete sövmek üzerinden kurduk. Ümmete sövmenin, ümmet kavramını aşağılamanın bizatihi İslam’a sövmek, İslam’a düşmanlık etmek demek olduğunu kimse yüzlerine okumadı bunların.
Müslümanlar bir ümmettir. Bir vücudun azaları gibidirler, bir
tarafları yaralandığında vücudun tamamında bu acı, bu sızı hissedilir. Ümmet olan Türkler Kürdün başına bir musibet geldiğinde onun acısını taa kalbinde hisseder. Ümmet olan Kürtler, Araplardan kendini ayrı görmez, Arap Kürtlerden ve Türklerden kendini ayrı görmez.
Bunu ümmetin bir parçası olmayanlar elbette bilmezler.
Ümmet olmayı basit bir ideolojik tercih zannedenlere hatırlatırız
: Her gün her Müslümanın defalarca okuduğu Fatiha suresi, yani Kur’an-ı Kerimin başlangıcında Müslümanlar Allah’a “biz yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz, bizi doğru yola ilet” diye hitap ederler.
Namazı yalnız kıldıklarında bile bu duayı “biz” diye okurlar
. Orada bu en temel duayı bile bütün Müslümanları kastederek “biz” kipiyle okuyan bir Müslüman için “ümmet” fantastik, ideolojik veya vazgeçilebilir bir kimlik tercihi değildir. Onun Allah’la ilişkisinin zorunlu bir koşuludur.
Her Müslüman İslam ümmetinin bir parçasıdır. Bu bilince sahip olmayan kimseye Müslüman denmez.
Geçtiğimiz günlerde
Özgür Özel
’in Erdoğan’ın Türk-Arap Kürt kardeşliğinden bahsettiği Kızılcahamam konuşması üzerine “
sana ümmet siyaseti yaptırmayacağız
” şeklinde tuhaf bir çıkış yaptı. Son derece talihsiz bir çıkış tabi.
Eski alışkanlıklarıyla, Müslüman mahallesinde Müslümanların en temel değerine sövme talihsizliği.
Belki tek Parti döneminin ideolojik dar bağnaz ulusalcı despotizminden tevarüs edilmiş bir alışkanlık. Ama bu dil artık kabul edilemez. Türkiye Müslümanların değerlerine, inançlarına, kavramlarına bu kadar saygısızlığın yapılabileceği bir ülke değil artık.
Müslümanların ümmet kavramı bir İslam ülkesinde ancak bir işgalci konumundan bu şekilde telaffuz edilebilir.
İşin ilginç tarafı Cumhurbaşkanı’nın Kızılcahamam konuşmasında ümmet kavramının zaten hiç geçmemiş olması.
Temel bir İslami bir kavrama bu ters bakış bir yana Halkların kardeşliğinden açılan bir bahsin de hemen bu kavramla ilişkilendirilerek suçlamaya dönüştürülmesi
İslamofobik radarların ne kadar hassas çalıştığı
nın işareti.
Yoksa Ümmet olmaktan kim korkar?
Müslümanların bir ve beraber olmasından, güçlerini birleştirmesinden, birbirlerini kardeş gibi sevmesinden kim korkar? Böyle bir birliğin, böyle bir kucaklaşmanın kime ne zararı var?
Elbette bundan bir zarar hisseden, kendine bundan bir tehdit algılayan birileri var. O birilerinin Türkiye ile ne alakası olabilir peki?


