Vergisiz infaz Özgür Bayram Soylu
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Türkiye’de ekonomi politikaları uzun süredir, gelir dağılımı adaleti ve mali eşitlik ilkeleriyle çelişen uygulamalara sahne oluyor. Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri,
yol kenarında simit satan esnaftan, mahalle bakkalından, kahveciden hatta limon tezgâhı açan çocuktan bile vergi alınırken; yüksek gelirli döviz spekülatörlerinin neredeyse vergisiz biçimde sistem dışı kazançlar elde etmesidir.
Böylece vergi, vatandaş için boyunduruk; spekülatör içinse bir tür dokunulmazlık belgesine dönüşüyor. Sıradan vatandaş vergi arenasında gladyatör gibi aslanlarla boğuşurken; döviz zengini spekülatörler ise protokol tribününde serin içeceklerini yudumlayarak keyif sürüyor.
DENETİMSİZ SERVET TRANSFERİ
Özellikle düşük faiz dönemlerinde bankalardan sağlanan ucuz TL kredilerle yapılan döviz alımları, piyasada ciddi kur baskısı yarattı. Bu mekanizma yalnızca yapay döviz talebini körüklemedi; aynı zamanda kurda ani sıçramalara ve finansal piyasalarda kalıcı oynaklığa zemin hazırladı. Böylece TL’nin üretim ve yatırıma yönelmesi gereken kaynakları, spekülatif amaçlarla dövize kaydırıldı. Sonuçta halkın satın alma gücü erirken, bazı sermaye grupları hiçbir üretim yapmadan kur farkından büyük kazançlar elde etti. Eğer mevcut yasal çerçeve etkin biçimde işletilseydi, bu tür işlemlerle spekülatif kazanç arayışına giren aktörler caydırılabilirdi. Döviz işlemlerinin vergilendirilmesi, TL likiditesinin üretim ve yatırım alanlarına yönlendirilmesini sağlarken aynı zamanda spekülasyon iştahını da törpülerdi. Ancak
burada amacın, enflasyondan korunmaya çalışan vatandaşı cezalandırmak değil; büyük sermaye çevrelerinin finansal sistemi bir saldırı aracına dönüştüren hamlelerine set çekmek olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
YENİ DÜZENLEME NE SAĞLAR?
Döviz kazançlarına yönelik vergilendirme mekanizması, teknik olarak doğru kurgulanıp etkin biçimde uygulandığında, yalnızca finansal piyasaların istikrarını sağlamakla kalmaz; aynı zamanda makroekonomik dengeyi ve sosyal adaleti güçlendiren çok yönlü bir dönüşüm başlatır. Öncelikle, döviz kazancı üzerindeki verginin devreye alınması, spekülatif amaçla döviz alımının cazibesini azaltacak; böylece piyasada kısa vadeli ve yapay döviz talebine dayalı işlemler gerileyecektir. Bu durum, kur üzerinde oluşan ani baskıları hafifleterek döviz piyasasında daha öngörülebilir ve dengeli bir yapı kurulmasını sağlar. Ceteris paribus, kur dalgalanmalarının azalmasıyla birlikte, döviz geçişkenliğinden kaynaklanan maliyet enflasyonu da zayıflayacak; özellikle enerji, ara malı ve ithal girdilere dayalı fiyat artışları sınırlanarak enflasyon baskısı hafifleyecektir. Enflasyondaki bu gevşeme, Merkez Bankası'nın faiz politikalarında daha esnek ve rasyonel kararlar alabilmesini sağlayacak; kur riskine bağlı faiz primlerinin düşmesiyle birlikte, genel faiz seviyesi normalleşme eğilimine girecektir. Kısacası, vergisiz kur kazancı bugünkü haliyle adeta “pasta yiyip kilo almamak” gibi bir lüks sunarken; doğru kurgulanmış vergiyle bu tatlı rüyanın sona erme ihtimali masaya geliyor.
YOL HARİTASI
Vergilendirme mekanizmalarının etkili işlemesi, yalnızca siyasi iradeye bağlı değildir; aynı zamanda hukuki, teknik ve kurumsal altyapının bütüncül biçimde tasarlanmasını da gerektirir. Döviz kazançlarına yönelik bir vergi uygulamasının başarılı olabilmesi için öncelikle kapsam net biçimde tanımlanmalıdır. Spot işlemler, vadeli kontratlar, türev ürünler ve spekülasyon amaçlı işlemler ile riskten korunma amaçlı işlemler birbirinden ayrıştırılmalıdır.
Küçük tasarruf sahiplerinin enflasyona karşı korunma reflekslerini cezalandırmamak adına işlem büyüklüğüne göre kademeli tarife sistemi benimsenmeli; düşük eşikler belirlenerek adil bir yapı oluşturulmalıdır. Verginin etkin tahsili için bankalar ve ödeme kuruluşları üzerinden kaynakta kesinti (stopaj) yöntemi uygulanmalı; böylece hem kayıt dışılık önlenmeli hem de vergi uyumu artırılmalıdır.
Bu yapının işleyebilmesi için Merkez Bankası, BDDK, Maliye Bakanlığı ve SPK gibi kurumlar arasında güçlü bir eşgüdüm sağlanmalı; yapay zekâ destekli izleme sistemleri ile olağandışı döviz hareketleri anlık olarak takip edilmelidir. Vergi kaçırma amacıyla kurulabilecek karmaşık finansal yapılar, ilişkili taraf denetimleri, raporlama zorunlulukları ve teknik denetim araçlarıyla engellenmelidir.
Uygulamanın toplumsal kabulünü artırmak için ise geçiş süreci kademeli olarak planlanmalı; kamuoyuna açık ve doğru iletişimle bu düzenlemenin cezalandırma değil, istikrar ve mali adalet sağlama aracı olduğu net biçimde anlatılmalıdır. Döviz kazançlarına yönelik vergi düzenlemesi yalnızca spekülatif faaliyetleri caydıran bir önlem değil; aynı zamanda TL’nin itibarını güçlendiren, mali sistemi istikrara kavuşturan ve ekonomik adaleti pekiştiren stratejik bir politika aracına dönüşebilir.
KAHVALTIDAN BEŞ ÇAYINA
Büyük sermaye çevrelerinin sık sık dile getirdiği “sermaye kaçar” tehdidi, aslında gerçekte temelsiz bir söylem. Türkiye’nin mevcut teknoloji altyapısı ve yasal denetim kapasitesi, bu tür işlemleri izleme ve kontrol altına alabilecek güçte. Zaten uluslararası para transferleri ve döviz işlemleri elektronik ortamda anlık olarak takip ediliyor. Dolayısıyla sorun, teknik yetersizlikte değil, iradede düğümleniyor. Yani mesele, kedinin fareyi yakalayamamasında değil; çoğu zaman farenin “misafir” muamelesi görmesinde yatıyor.
Dilimizde tüy bitse de, bugün vatandaş, en küçük gelirinde dahi vergi yükünü sırtında taşırken; döviz spekülatörlerinin “dokunulmaz” zırhıyla korunarak sistem dışı kazançlar elde etmesi, açık bir “vergisiz infaz” anlamına geliyor.
Bu noktada ister istemez “Vergide adalet kime işliyor, kimin için askıya alınıyor? sorusu sadece ekonomi sayfalarında değil; kahvaltı sofralarından akşamüstü beş çayına kadar her masada dillendiriliyor.
Bizde
belirsizlik, insanı tüketen en sessiz yaradır.

