Vicdanın kürsüsü: Üniversitelerimiz Düşünce Günlüğü Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Dr. Muhammed Ersin Toy - Medya Stratejisti
Kişisel X hesabımdan 30 Ağustos günü şöyle bir çağrı yapmıştım:
“Yeni eğitim-öğretim döneminde tarih derslerine veya uygun sosyal bilgiler derslerine mutlaka “Siyonizm'in Tarihi ve Soykırım Gerçeği” başlıklı bir bölüm eklenmelidir. Çünkü İsrail rejimi, işlediği soykırımı yalnızca silahlarla değil; eğitim sistemi, dijital platformlar, sosyal medya, oyunlar, sinema, edebiyat ve haberler aracılığıyla da meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Deepfake teknolojileriyle algılar çarpıtılmakta, yapay zekâya bile bu soykırımı “soykırım” olarak adlandıramayacak kısıtlamalar getirilmektedir. Bu yaşananlar yalnızca bir bilgi savaşı değil; aynı zamanda bir hakikat savaşıdır. Ve bu savaşın en büyük hedef kitlesi, geleceğimizin teminatı olan genç kuşaklardır. Onların zihnini bulandırmaya, gerçeği çarpıtmaya, hafızalarını silmeye ve vicdanlarını köreltmeye yönelik kültürel ve teknolojik saldırılar karşısında bizlere düşen görev; tarihi gerçekleri öğretmek, hakikati koruma altına almak, kolektif hafızayı diri tutmak ve hakikati perdelemeye çalışan ideolojik operasyonları ifşa etmektir.
Bu nedenle eğitim sistemimizde, müfredatta bu konunun yer alması bir tercih değil; nesillerimizin zihinsel bağımsızlığı ve vicdani direnci için zorunluluktur. Bugün 100 binden fazla masumun hayatına kıyan ve 2 milyondan fazla insanı hedef alan bu siyonist yapılanmanın belleklerimizi, zihinlerimizi ve algılarımızı manipüle etmesine asla izin verilmemelidir. Bu sadece bir soykırım değil; aynı zamanda bir hafıza savaşıdır. Tarihi hakikati savunmak ve nesillerimizin zihinsel bağımsızlığını korumak, hepimizin en ağır sorumluluğudur. Eğer bu gerçekler bir müfredata konu edilmiyorsa, “açılış dersi” olarak işlenmesi dahi mümkündür.
ÇAĞRIMIZ KARŞILIK BULDU
18 Eylül’de bu çağrıma İslam Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği (AYBİR), Filistin’e Destek Platformu, Eğitim-Bir-Sen, Türkiye Maarif Vakfı ve Uluslararası Filistin Dayanışma Birliği (UFİDAB) destek verdi. Onlar da çağrıyı genişleterek “Yükseköğretim kurumlarında 2025–2026 Akademik Yılı açılışında üniversitelerde yöneticiler, akademisyenler ve öğrenciler için ‘İlk Ders: Filistin’” teklifinde bulundular.
Bu süreç, YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar’ın da desteğiyle 19 Eylül 2025’te resmiyet kazandı. YÖK, Türkiye’deki 209 üniversiteye bir yazı gönderdi. Gönderilen yazıda şöyle denildi:“Yükseköğretim Kurulu, üniversitelerden 2025–2026 akademik yılı açılış törenlerinde ve derslerinde eğitim ve öğretimle birlikte Gazze’de yaşanan insan hakları ihlallerinin de gündem yapılmasını istedi. Yükseköğretim kurumlarının açılış törenlerinde bu hususun gündem yapılması insani ve vicdani bir görevdir.”
BİLİMSEL ONURUN BİR GEREĞİ
Türkiye’nin köklü üniversiteleri bu çağrıya kulak vererek sosyal medya hesaplarından akademik açılışlarının ilk dersini “Filistin” olarak belirlediklerini duyurdu. İstanbul Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi, Medeniyet Üniversitesi, Uludağ Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Malatya Turgut Özal Üniversitesi ve daha birçok üniversite, açılış derslerini İsrail’in işlediği soykırım ve insanlığa açtığı topyekûn saldırı üzerine inşa edeceklerini ilan ettiler. Çoğu üniversitemiz, bu dersleri farklı başlıklar altında ele alarak öğrencilerine aktardı. Önümüzdeki hafta ise pek çok üniversitemiz, akademik açılışlarını aynı duyarlılıkla gerçekleştirerek Filistin davasını, insanlığın ortak vicdanı ve hakikat mücadelesi olarak kürsülerine taşıyacak.
Çünkü üniversiteler yalnızca bilgi aktaran kurumlar değildir; aynı zamanda insanlığın hafızasını koruyan, medeniyet birikimini çoğaltan ve ilmin derinliğini artıran merkezlerdir. Bu misyonu üstlenmek isteyen üniversiteler, en başta insanlığa savaş açmış siyonist rejime karşı söz söylemek zorundadır. Bugün İsrail’in siyonist ve terörist düzeni; insanlığın medeniyetine, değerlerine, hukukuna, geleneğine, ilmine ve saygınlığına saldırmaktadır. Bu saldırı yalnızca Gazze’ye değil, aynı zamanda üniversitelerimize de yöneltilmiş bir meydan okumadır.
Dolayısıyla bugün yaşanan mücadele, yalnızca belli bir bölgeye ya da mekâna sıkışmış bir çatışma değildir; hakikatin bizatihi kendisi için verilen bir savaştır. Dolayısıyla üniversitelerimiz bu hakikat mücadelesinde tarihe şahitlik eden, insanlığın vicdanına seslenen ve kolektif hafızayı diri tutan merkezler olmalıdır. Bu tavır, hem bilimsel onurun hem de ahlaki sorumluluğun ayrılmaz bir gereğidir.
YÜKSEKÖĞRETİMLE SINIRLI KALMAMALI
Ne var ki bu sorumluluk yalnızca yükseköğretimle sınırlı kalamaz. Üniversitelerimizin açtığı bu yol, Türkiye’nin vicdan kürsüsü olma iddiasını Millî Eğitim Bakanlığı’nın başta olmak üzere tüm kamu kurumlarının da sahiplenmesini zorunlu kılmaktadır. Çünkü zihinsel bağımsızlık, tarihe ve hakikate şahitlik yalnızca üniversite sıralarında değil; hayatın tüm boyutlarında ve toplumsal dokunun her katmanında yer almalıdır. Bu bilinç, eğitim politikalarından kültürel üretimlere, medya dilinden aile içi eğitime kadar geniş bir alanda kökleşmeli; milletimizin ortak hafızasını ve vicdani direncini güçlendirmelidir.
Unutmayalım ki bu savaş yalnızca Filistin’in savaşı değildir; aynı zamanda tüm insanlığın, medeniyetin ve hakikatin savaşıdır. Üniversitelerimizin başlattığı bu girişim, sadece bir ders ya da sembolik bir açılış değildir; Türkiye Yüzyılı’nda, Türkiye’nin tarihe düşeceği onurlu bir notun ifadesidir. Bu not, gelecek nesillere aktarılacak bir hafıza, vicdan ve hakikat mirasıdır. Düşmanımızın kim olduğunu unutmama savaşıdır…


