Yapay zekâ diplomasisi: Küresel güçler arasında dijital rekabet ve Türkiye Düşünce Günlüğü Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Mehmet Serdar Tufan - Bilgisayar Mühendisi, Hukukçu
Tarih boyunca teknolojik devrimler, devletlerarası güç dengesini yeniden şekillendirdi. Buhar makinesi Sanayi Devrimi'ni tetiklerken, nükleer enerji soğuk savaşın kodlarını yazdı. Şimdi ise küresel rekabetin yeni ekseni yapay zekâ... Artık üstünlük yalnızca ekonomik ya da askeri kapasiteyle değil; veri işleme becerisi, algoritma gücü ve yapay zekâ yatırımlarıyla belirleniyor. Yapay zekâ artık bir teknolojiden çok daha fazla anlama geliyor. Stratejik bir güç enstrümanı olarak küresel politikalarda da kendisine yer buluyor.
JEOPOLİTİĞİN YENİ ANAHTARI
Bu dijital rekabetin üç ana aktörü var: Amerika Birleşik Devletleri, Çin ve Avrupa Birliği. Her biri farklı politik vizyonlar ve teknoloji stratejileriyle hareket ediyor. Yapay zekâ sadece ekonomik kalkınmanın değil, aynı zamanda jeopolitik etkinin yeni anahtarı olarak görülüyor. ABD, bu alandaki tarihsel liderliğini Google, Amazon, Microsoft ve OpenAI gibi teknoloji devleri sayesinde sürdürüyor. Gelişmiş ekosistemi, esnek düzenlemeler ve yüksek Ar-Ge harcamaları ile dikkat çeken ülke, aynı zamanda DARPA gibi devlet kurumlarıyla yapay zekâyı askeri stratejilere entegre ediyor. Otonom araçlardan savunma sistemlerine kadar birçok proje, dijital savaşın yeni cephesini temsil ediyor. Bu teknolojik hakimiyet, veri egemenliğiyle de perçinleniyor. ABD merkezli platformların dünya genelinde topladığı devasa veri havuzları, yalnızca reklam algoritmaları için değil, siyasi ve güvenlik analizlerinde de kullanılıyor. Cambridge Analytica skandalı, bu veri gücünün nasıl istismar edilebileceğini gösteren ibretlik bir örnek oldu.
BÜYÜK RAKİP ÇİN
Washington’ın bu liderliğine en ciddi rakip Pekin. Çin, 2017’de yayınladığı “Yeni Nesil Yapay Zekâ Gelişim Planı” ile 2030’a kadar küresel liderliği hedeflediğini duyurdu. Bu hedef doğrultusunda milyarlarca dolarlık kamu yatırımları, teknoloji devleriyle yakın iş birlikleri ve kapsamlı eğitim politikaları devreye alındı. Strateji, merkeziyetçi ve devlet kontrollü yapısıyla ABD modelinden farklılaşıyor. Çin’in en güçlü avantajı: veri. 1,4 milyarlık nüfusu ve sıkı dijital denetimi sayesinde elde ettiği büyük veri setleri, algoritmaları hızla eğitmesine olanak tanıyor. Alibaba, Tencent ve Baidu gibi şirketler hem iç pazarda hem de Asya, Afrika ve Merkez bölgede (Ortadoğu) rekabet üstünlüğü elde etmiş durumda. Özellikle yüz tanıma sistemleri ve sosyal kredi uygulamaları, yapay zekânın kamu denetimi aracı olarak nasıl kullanıldığını açıkça ortaya koyuyor.
Bu durum, yalnızca teknolojik değil, aynı zamanda ideolojik bir rekabeti de tetikliyor. Çin’in otoriter yapay zekâ kullanımı, bireysel özgürlükleri merkeze alan Batı yaklaşımıyla taban tabana zıt. İki vizyonun çarpışması, yalnızca teknoloji sahasında değil, uluslararası hukuk, ticaret ve insan hakları gündemlerinde de yeni gerilimlere neden oluyor.
AB’NİN ETİK REFERANS SİSTEMİ
Bu çerçevede Avrupa Birliği, bir denge unsuru olmaya çalışıyor. Teknolojik inovasyonu teşvik ederken, etik ilkeleri temel alan düzenlemeleriyle farklılaşıyor. 2021’de açıklanan Yapay Zekâ Yasası, yapay zekâ uygulamalarını risk düzeylerine göre sınıflandırarak yüksek riskli sistemleri sıkı denetime tabi tutuyor. Sağlık, adalet ve güvenlik gibi alanlarda kullanılan yapay zekâ çözümleri, insan hakları ve hesap verebilirlik standartlarına uymak zorunda.
Avrupa’nın bu yaklaşımı, küresel ölçekte bir “etik referans sistemi” oluşturma hedefi taşıyor. Ancak bu düzenleyici titizlik, rekabet gücünü kısıtlayabilir. Katı kurallar, girişimciliği ve inovasyonu yavaşlatma riski taşısa da Avrupa’nın temel hak ve özgürlükler konusundaki hassasiyeti dünya genelinde yankı buluyor. Gelişmekte olan ülkeler için bu model, bir yol haritası işlevi görebilir.
TÜRKİYE DİJİTAL JEOPOLİTİĞİN NERESİNDE DURUYOR?
ABD, Çin ve AB; farklı sistem ve değerlerle bu teknolojiyi kendi lehlerine şekillendirmeye çalışıyor. Türkiye gibi yükselen ülkeler içinse yapay zekâ, sadece bir kalkınma fırsatı değil, aynı zamanda dijital çağın yeni diplomatik dili olma potansiyeli taşıyor. Peki, Türkiye bu dijital jeopolitiğin neresinde? 2021’de açıklanan Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi, bu soruya ilk kapsamlı yanıtı verdi. Strateji, 2025’e kadar yapay zekânın GSYH’ye katkısını yüzde 5’e çıkarma, istihdamı 50 bine ulaştırma ve ulusal yapay zekâ ekosistemini güçlendirme hedeflerini ortaya koydu. Uygulama alanlarında ise özellikle savunma ve kamu hizmetleri öne çıkıyor.
Türk savunma sanayinin yeni nesil ürünleri, yapay zekâyı otonom sistemler, hedef tespiti ve karar destek sistemlerinde aktif olarak kullanıyor. Bayraktar TB2 ve AKINCI gibi İHA’lar, dikkat çeken örnekleri arasındadır. Türkiye’nin yapay zekâ destekli savunma teknolojileri, bölgesel rekabette yeni bir kaldıraç işlevi görüyor. Aynı zamanda kamu hizmetlerinde de yapay zekâ tabanlı uygulamalar yaygınlaşıyor. e-devlet sistemlerinden sağlık hizmetlerine kadar birçok alanda otomasyon, karar destek sistemleri ve veri analitiği çözümleri kullanılıyor. Ancak bu sistemlerin şeffaflığı, veri güvenliği ve hukuki denetimi hâlâ önemli bir eksiklik olarak duruyor. Son yıllarda CBOT, Vispera ve Tazi.ai gibi girişimler; doğal dil işleme, görsel tanıma ve tahmine dayalı analitik çözümlerle hem yerel hem de küresel pazarda büyüyor. Bu girişimler, Türkiye’nin inovasyon potansiyelini uluslararası ölçekte görünür kılıyor.
ULUSAL İNOVASYON KÜLTÜRÜ YEŞERİYOR
Öte yandan Türkiye’nin yapay zekâ alanındaki en büyük avantajlarından biri, artan girişimcilik kültürü ve bölgesel düzeyde çeşitlilik arz eden veri altyapısıdır. Ülkedeki üniversitelerin ve teknoparkların son yıllarda artan dijital odaklı girişimcilik faaliyetleri, ulusal bir inovasyon kültürünün yeşermesi açısından umut vericidir. Özellikle savunma sanayii, sağlık teknolojileri ve dil işleme alanlarında geliştirilen özgün çözümler, Türkiye’yi sadece bir teknoloji ithalatçısı değil, aynı zamanda belirli niş alanlarda üretici ve ihracatçı konumuna getirme potansiyeli taşımaktadır. Bununla birlikte, yapay zekâ araştırmalarının üniversite-sanayi iş birliği çerçevesinde daha da derinleştirilmesi ve bu alandaki akademik üretimin uluslararası literatüre entegre edilmesi gereklidir.
Bu potansiyeli stratejik bir avantaja dönüştürebilmek için Türkiye’nin öncelikle veri yönetimi, etik regülasyon ve insan kaynağı kapasitesine odaklanan bütüncül bir yapay zekâ ekosistemi kurması şarttır. Kamu kurumları ile özel sektör arasında veri paylaşımını güvenli ve şeffaf hale getirecek yasal altyapılar geliştirilmelidir. Ayrıca, yapay zekâ konseptinin paydaşı olan bilim alanlarında disiplinlerarası lisans ve yüksek lisans programlarının artırılması, makine öğrenmesi, yapay sinir ağları gibi alanlarda uygulamalı eğitimlerin teşvik edilmesi ve nitelikli uzman yetiştirilmesi sağlanmalıdır. Türkiye, yalnızca teknoloji tüketen değil; değer üreten, etik çerçevelerle desteklenmiş ve bölgesel bağlamda etkili bir yapay zekâ aktörü olma vizyonunu somut adımlarla desteklemelidir.


