Yine temiz enerji, yeniden iklim değişikliği, hep sürdürülebilirlik (II): İklim Yasası Düşünce Günlüğü Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Ahmet Taha Yayman - Stratejist, Mühendis
İlk yazımızda tasvir edilen o derin kriz, yani kapımızı çalan iklim değişikliği, bilinçsiz tüketim ve geçmişte atılmayan adımların yarattığı karamsarlık karşısında, yakın zamanda Meclis’ten geçen yeni İklim Yasası’nı nereye koymalıyız? Ormanlarımızın yandığı, barajlarımızdaki doluluk oranının yarı seviyesinin altına indiği ve geleceğe dair su savaşları senaryolarının tartışıldığı bir ortamda, bu yasa, çözümü kökte değil, yüzeyde arayan ve "göstermelik adımlarla sürekli ertelenen" bir on yılın daha mı habercisidir, yoksa içinde bulunduğumuz duruma verilmiş kaçınılmaz bir yanıt mıdır? Bu soruların cevabı, yasanın felsefesini ve getirdiği dinamikleri doğru okumaktan geçiyor.
EYLEMSİZLİKTEN EYLEME GEÇİŞ
Yasanın getirdiği en önemli dinamik, ilk yazımızın her satırına sinen o derin “eylemsizlik” halini hukuki bir çerçeveye oturtmasıdır. Yıllardır süren “yazılan onca kitaba, bilim insanlarının uzun söylevlerine, aktivistlerin dikkat çekme çabalarına” rağmen, sorunlar karşısında “aciz kalan politika yapıcılar” ve “sorumluluk almayan topluluklar” manzarası bir türlü değişmiyordu. İklim krizi, bir vicdan ve farkındalık meselesi olarak ele alındığında dağınık kalmaya mahkûmdu. Bu yasal düzenleme, konuyu artık bireylerin veya kurumların iyi niyetine bırakılmış bir temenniler silsilesi olmaktan çıkarıp, tüm aktörler için kuralları olan, öngörülebilir ve kurumsal bir sürece dönüştürmeyi hedefliyor. Bu, “Eğer 15 yıl önce önlem alıp harekete geçebilseydik” hayıflanmasından, “Bugün ne yapıyoruz?” sorusuna verilmiş en işlevsel yanıttır. Bir devletin, bir sorunu yasa düzeyinde tanıması, o soruna karşı mücadeleyi kişilerden ve kurumlardan bağımsız, kalıcı bir devlet politikası haline getirmesi anlamına gelir.
EKONOMİK GERÇEKLER VE YENİ STRATEJİ
Yasanın ekonomik mekanizmalara odaklanması, en çok tartışılan yönlerinden biridir. Bu yaklaşımı bir zayıflık olarak görmek yerine, “özel sektörün, kâr maksimizasyonu hedefiyle göz boyayan” bir tutum sergilediği bir düzende, değişimi ahlaki çağrılar yerine sistemin kendi dinamikleriyle sağlamayı amaçlayan bir strateji olarak okumak daha gerçekçidir. Karbon salınımına bir bedel biçerek çevresel sorumluluğu bir "gider" kalemine dönüştürme mantığı, temiz üretim ve enerji verimliliğini, bir tercih olmaktan çıkarıp şirketler için rasyonel bir zorunluluk haline getirme potansiyeli taşır. Bu, romantik beklentiler yerine, reel sektörün karar alma süreçlerinin merkezine dokunan pragmatik bir müdahaledir.
Bu stratejinin, “çözümü kökte değil, yüzeyde arayan” bir yaklaşım olduğu yönündeki eleştiriler de mevcuttur. Ancak kurulacak Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) gibi bir yapının, bir kez hayata geçtiğinde tüm yatırım ve üretim kararlarını uzun vadede etkileyecek bir domino etkisi başlatması beklenir. Karbonun bir fiyatının olması, teknoloji yatırımlarından tedarik zinciri yönetimine, enerji tüketiminden ürün tasarımına kadar her alanda yeni bir optimizasyon ihtiyacı doğurur. Yani ETS, sadece bir vergi mekanizması değil, yeşil ekonominin sinir sistemini kurarak tüm piyasaya sürekli olarak “daha temiz ol” sinyali gönderen bir mekanizmadır. Dolayısıyla, “atılan birkaç sürdürülebilirlik adımından memnuniyet duymanın zor olduğu” bir ortamdan, her bir ton emisyonun ölçülebilir bir karşılığının olduğu bir yapıya geçişin kendisi, önemli bir zemin değişikliğidir.
GELECEĞE DAİR KARARLAR VE YASANIN ROLÜ
Nihayetinde bu yasal çerçevenin, “artık bir milli güvenlik sorunu haline gelen bu problemin” ciddiyetine uygun bir müdahale olup olmadığı temel sorudur. Bir düzenlemenin tek başına yeterli olmayacağı, ancak ihtiyaç duyulan “güçlü kamuoyunun” ve toplumsal mutabakatın oluşması için gerekli olan kurumsal zemini hazırlayabileceği de bir gerçektir. Yasa, konuyu belirli çevrelerin gündeminden çıkarıp tüm ülkenin ve devletin gündemine taşıyarak, bu ortak aklın oluşmasını teşvik eder.
Önümüzdeki kaçınılmaz seçim, yani "Yaşam tarzımızı ya biz kendi isteğimizle değiştireceğiz ya da sorunun vahameti arttığında zorla değişecek” ikilemi masadaki yerini koruyor. Bu yasanın bu kritik seçimde nasıl bir rol oynayacağı, onun en büyük sınavı olacaktır. Bize o “gönüllü değişim” için bir yol haritası, bir öngörülebilirlik ve kurallar bütünü mü sunacak, yoksa sadece kaçınılmaz olanı mı erteleyecek? Kuşkusuz, kusurları zamanla giderilebilir, eksikleri tamamlanabilir; ancak eylemsizliğin bedelini ödemek için artık zamanın kalmadığı bir dönemde, atılmış her somut ve kapsamlı adımın kendi değeri ve anlamı vardır. Bu yasa, bu anlamda, geleceğe yönelik en ciddi taahhüttür.


