61. günde gelen savaş Kadir Üstün
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
İsrail’in İran’a saldırılarıyla başlayan doğrudan savaş, yıllardır vekalet savaşları olarak devam bölgesel mücadelenin geldiği en son aşamayı temsil ediyor. Yıllarca bu iki ülkenin birbirlerine doğrudan saldırıdan kaçındıkları ancak Hizbullah, Hamas ve Husiler gibi bölgesel vekiller üzerinden sürdürdükleri düşük şiddetli savaş, Hamas’ın 7 Ekim saldırıları sonrasında farklı bir aşamaya geçti. İsrail bir yandan Filistin’deki işgalini genişleten ve diplomasiyi de bu işgali meşrulaştıracak bir sürece dönüştüren bir politika izlerken, bir yandan da Hizbullah’la zaman zaman savaşarak bu tehdidi nötralize etmeye çalışan bir strateji izliyordu. 7 Ekim sonrasında ise Gazze’yi tamamen yaşanmaz kılacak bir soykırım hareketine girişirken, Hizbullah ve Hamas’ı Lübnan, Suriye ve İran’da hedef alarak savaşı bölgeye yayma politikasına yöneldi. İsrail asker-sivil ayrımı gözetmeyen ve ülke sınırlarını da tanımayan bir ‘sürekli savaş’ konseptini benimsedi. En son Trump’ın Hamaney’e verdiği 60 gün içinde nükleer anlaşmaya varamamasını fırsat bilen İsrail, İran’la bölgesel güç mücadelesini doğrudan çatışmaya çevirdi ve şimdi Amerika’yı savaşa sokarak zafer kazanmayı hedefliyor.
BÖLGESEL SAVAŞIN DİNAMİKLERİ
Şah döneminde İsrail’in ‘çevreleme’ doktrini çerçevesinde örtülü müttefiki İran, İslam devrimi sonrasında İsrail karşıtı uluslararası direnişi dış politikasının ana merkezi haline getirdi. Bölgeye devrim ihracı politikasını benimseyen İran, Amerika ve İsrail’in dolaylı desteğini alan Irak’la sekiz yıl savaşmak zorunda kaldı. 1980’lerden 2000’lere kadar hem İran-Irak savaşı hem de Lübnan ve Suriye’de Hizbullah gibi örgütler üzerinden devam eden bölgesel mücadele, 2000’li yıllarda İran’ın nükleer programının Batı tarafından bir sorun kabul edilmesiyle yeni bir uluslararası boyut kazandı. 11 Eylül saldırıları ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgal etmesiyle sonuçlanırken, İsrail Washington’ın İran’a da benzer bir tarife uygulaması için yoğun bir lobi faaliyeti sürdürdü. Bush, Obama, Biden ve Trump’ın Amerika’yı savaşa doğrudan sokma fikrine direnmelerine rağmen, sağladıkları ‘savunma amaçlı’ mali ve askeri destek İsrail’i sürekli cesaretlendirerek agresifleştirdi.
İran’ın nükleer programında şeffaflık eksikliği ve bazı gizli tesislerin varlığının ortaya çıkması, Batı’yla birlikte İran’ın nükleer kulübe üye olmasını istemeyen Rusya ve Çin’in de İran’a karşı yaptırımlara evet demesi sonucunu doğurdu. Uluslararası toplumun yaptırımlarına dayanıklı bir ekonomi geliştirme iddiasıyla nükleer programından uzun süre taviz vermeye yanaşmayan İran, Obama’nın yaptırım ve ekonomik baskıları, İsrail ve Amerika’nın ortaklaşa yaptığı Stuxnet gibi siber operasyonlar ve nükleer bilim adamlarına suikastler sonrasında anlaşma masasına oturdu. Obama’nın Suriye ve Irak’ta etkisini genişleten İran’a alan açmaktan çekinmeyen ve bölgede Sünni-Şii dengesinden dem vuran politikası, İran’ın nükleer anlaşmayı kabul etmesinde etkili oldu. İran bölgede etkisini tarihte olmadığı kadar genişletmişti ve nükleer programını paranteze alması karşılığında Amerika’yla normalleşme yoluna girebileceği bir senaryoya evet demişti.
TRUMP NEDEN YEŞİL IŞIK YAKTI?
Obama’nın nükleer anlaşmasına karşı sert muhalefet İsrail ve Körfez ülkelerinden gelirken, Trump iktidara geldiğinde anlaşmayı iptal edip İran’a karşı tam baskı politikası uygulamaya başladı. İsrail’le Arap ülkelerini İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde normalleşmeye ikna etmeyen çalışan Trump, İran’a yoğun baskı yaparak masaya oturtmaya çalıştı ancak İran Trump’ın ikinci dönem seçilip seçilmeyeceğinden emin olmadığı için anlaşmaya yanaşmadı. Biden döneminde büyük oranda buzdolabına konulan nükleer mesele, Hamas’ın 7 Ekim saldırıları sonrasında farklı bir bağlam kazanmış oldu. İsrail öteden beri İran’la müzakerelerin anlamsız olduğunu ve İran’ın diplomasiyi araç olarak kullandığını savundu ancak Trump ikinci döneminde İran’la anlaşmak istiyordu. Aslında İran’ın da anlaşmayı istediği yönündeki işaretler epey fazlaydı ancak İsrail’in uranyum zenginleştirme konusundaki karşı lobisi etkili oldu. Trump yönetimi yetkilileri ve bazı Cumhuriyetçi senatörler İran’ın uranyum zenginleştirme hakkı olmadığını savunmaya başladı.
Trump’ın İran ruhani lideri Hamaney’e gönderdiği mektupta verdiği 60 günlük süre, Netanyahu’nun İran’a karşı saldırıyı başlatması için iyi bir bahane oldu. Trump Ukrayna meselesinde ilerleme sağlayamadığı için en azından İran’la anlaşma yaparak bir siyasi başarı kazanmak istiyordu. Hatta Hamas, Husiler ve İran’la İsrail’i bypass ederek doğrudan görüşmüş ve Netanyahu’ya mesafe koymuştu. Körfez gezisi sırasında İsrail’e uğramayan Trump, nükleer müzakerelerde 6. raund görüşmelerin Umman’da gerçekleşmesini bekliyordu. Yani aslında 60 günlük sürenin dolmasını o kadar da önemsemiyordu ancak Netanyahu bunu Trump’ı ikna etmek için kullanmayı başardı. Trump saldırıların İran’ı tekrar masaya getirmesini umuyor ancak İsrail diplomatik çözüm olmadığını ve Amerika’nın savaşa katılması gerektiğini savunuyor. Trump yönetimi ve Washington müesses nizamı şu ana kadar İsrail’in çağrılarına direniyor ancak İsrail’i korumaktan da geri durmuyor. Amerika’nın savaşın içine çekilmemesi için İsrail’in savunmasıyla ofansif saldırıları arasında suni bir ayırım yapan Trump yönetimi, kendini istemediği bir savaşın içinde bulabilir.
Trump’ın İran’ın müzakerelerde zamana oynadığına ve İsrail’in saldırılarının İran’ı anlaşmaya zorlayacağına ikna olması yeşil ışık yakmasında etkili olmuş görünüyor. Trump’ı 61. gün söylemiyle bir şekilde ikna eden Netanyahu, şimdilerde Amerika’nın da İran’ın hedefinde olduğu argümanını satmaya çalışıyor. Uzun yıllardır kullandığı bu söylemin Trump’ı ikna edip etmeyeceği bilinmez ancak fiili olarak savaş halinde olan bir ülkenin yardımına koşmak zorunda kalan ABD’nin İran’a saldırılara destek vermesi ihtimali çok da uzak değil. İran, ABD savaşa girmezse nükleer anlaşmaya hazır olabileceği mesajını vermeye çalışıyor ancak Trump bunu daha önce yapmaları gerekirdi minvalinde bir cevap verdi. Dolayısıyla Trump’ın İsrail’e hangi noktada dur diyeceği ve müzakerelerin 61. gününde başlayan savaşın ne zaman biteceği belli değil.
İsrail’in İran’la bölgesel mücadelesini doğrudan savaşa dönüştürmesi, İran’ın nükleer programını bahane ederek rejim değişikliğine gidecek bir Amerikan müdahalesini sağlamak istediğini gösteriyor. Giriştiği sürekli savaş politikası, Netanyahu’nun siyasi kariyerinin devamını garantileyebilir ancak halkının sığınaklara inmesi ve şehirlerinin bombalanması İsrail’in dokunulmazlık algısını yıkmış durumda. Amerika’nın savaşa girmediği ve İran’ın nükleer kapasitesinin tamamen ortadan kaldırılamadığı bir senaryoda, Netanyahu hükümetinin gereksiz bir savaş macerasına giriştiği algısı güçlenecektir. Trump’ı savaşa girmeye bir şekilde ikna etmesi ise kendisi açısından büyük bir başarı olacaktır. Bununla birlikte Hamaney’e suikast girişimine veto koyduğu söylenen Trump’ın İran’la anlaşmadan hala umudu olduğu anlaşılıyor. Netanyahu’nun her tür diplomatik çözüme karşı kararlı mücadelesi, savaşın gidişatında tanık olacağımız sürprizler ve Trump’ın savaşa müdahil olmakla ilgili vereceği karar müzakere masasının nihai kaderini belirleyecek.


