ABD nereye? Süleyman Seyfi Öğün
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
Trump ikitidâra, ABD’yi yeniden ayağa kaldırmak iddiası ve beklentisi ile geldi. Henüz sekiz aydır Beyaz Saray’da. Ama bu kısa zaman zarfında yaptıkları bâzı soruların doğmasına sebebiyet veriyor.
Sorulardan ilki, doğrudan Trump’ın bu gidişle normal Başkanlık zamânını tamamlayıp tamamlayamayacağı ile alâkalı. Eğer tutarsız , hasımlarına karşı giderek sertleşen uygulamaları devâm edecek olursa, Trump’ın vazifesini normal takviminde tamamlayacağından emin olmak zorlaşıyor. Evvelâ bunun üzerinde durmak gerekiyor. Mesele sâdece sertlik meselesi değil. Siyâseti her zamân etki-tepki ilkesi idâre etmiyor. Her katılaşan illâ ki buharlaşmıyor. Pek çok otoriter ve totaliter rejimin kuvvetli diktatörlükler mârifetiyle on senelerce ayakta kalabildiğini biliyoruz.
Akla gelen ilk misâl İspanya. İspanya’da diktatör Franco ölene kadar İspanya’yı peşinden sürükledi. Az bâdire atlatmadı. Falanjistler II.Umûmî Harp esnâsında Nazi ve Faşist diktatörlüklerle benzer bir ideolojiyi taşıyordu. Ama akıllılık etti ve İspanya’yı savaşa sokmadı. II.Umûmî Harp bittikten sonra bunun karşılığını da gördü. Nazilikten ve faşizmden arınma süreçlerine dâhil edilmedi. Kendisine ve rejimine dokunulmadı. Ölene kadar paşa paşa İspanya’yı yönetti.
Bir başka misâl, İspanya’nın yanı başındaki Portekiz‘den verilebilir. Franco’nun kafa dengi ve müttefiki olan Salazar’a da kimse ilişmedi. O da ağır bir rahatsızlık geçirdiği 1968’e kadar Portekiz’in başında kaldı. Rahatsızlığı sonrasında çarnâçar vazifesinden alındı. Ama onu indirenler kendisiyle aynı kafada olanlardı ve Salazar’a bir şey hissettirilmedi. Hattâ öldüğü 1970’e senesine kadar kendisine Başkanlık protokolleri eksiksiz uygulandı. Soares liderliğindeki Karanfil Devrimi ancak Salazar öldükten dört sene sonra gerçekleşebildi ve Portekiz demokrasiye geçebildi.
Şilili diktatör Pinochet de, Allende’yi devirip insan kasaplığına başladığı 1973’den 1991’e kadar Cumhûrbaşkanlığını devâm ettirdi. 1987’de demokratik seçimlere izin vermesine rağmen onu deviremediler. Ordu komutanlığını ise 1998’e kadar korudu. Evet son devrinde yargılandı, ama kendisine revâ görülen ev hapsiydi. Zâten yatalak bir hastaydı.. Hâsılı tıpkı aynı yaşta olduğu bizim 12 Eylülcü Evren gibi bedel ödemeden veyâ çok az ödeyerek bu dünyâdan çekti gitti.
Haydi biraz daha yakına gelelim. Mesela, eğer dışarıdan bir müdahâle olmasaydı bugün Saddam veyâ Kaddafî belki de hâlâ koltuklarında oturuyor olabilirdi.
Tabiî ki iç dinamiklerle, meselâ halk ayaklanmaları gibi,devrilen çok sayıda diktatör de var.Romanya diktatörü Çavuşesku akla ilk gelen misâl. Ama yukarıdaki diğer misalleri vermemin sebebi, her diktatör eninde sonunda devrilir gibi bir sosyal bilim kânunundan çok uzak olduğumuzu tespit içindir.
O hâlde ne için Trump’ın istikbâlinden emin olmadığımı yazıyorum? Bir defâ bahse konu olan devlet ABD gibi hegemonik küresel bir devlet. Ne Şili,ne İspanya’ya benzer. Lâtin diktatörler, başta Katoliklik olmak üzere kendi devletlerinin kuruluş harcını istismâr ediyorlardı. Burada ABD’nin kuruluş harcını biraz gözden geçirmek gerekiyor. Bu süreçlerin son derecede kaba saba, dar görüşlü,acımasız kanlı, karanlık(obskürantst) süreçler olduğunu ABD târihine bir mktâr âşinâ olan herkes bilir. Amerikan kapitalist mûcizesi biraz da bunun fonksiyonudur. Kazananın adamakıllı kazandığı, kaybedenin ise adamakıllı kaybettiği son derecede acımasız süreçlerdir bunlar. Bu olağanüstü birikimin küresel/hegemonik bir iddia kazanması ise bir boyut değişimini mecbûr kılmıştır. Buna ABD’nin personası diyebiliriz. Daha çok ABD Rüyâsı olarak pazarlanır. Özgürlük, fırsat ve refah gibi bir sacayağına oturur. Siyâseten ise liberal, demokratik, hukukun üstünlüğü vb değerlerle vaftiz edilir. Bilhassa II.Umûmî Harp sonrasında ABD’nin tekmil insanlık için bir çekim sâhası vücûda getirmesi, kendi karanlık geçmişinin maskelenmesi ve bu maskeyle bambaşka bir yer olarak pazarlanmasıydı. Bunda da çok başarılı olduklarını söyleyebiliriz. O kadar ki ona en fazla kızanların zihnî ve rûhî derinliklerinde bu pazarlamaların bir karşılığı her dâim olmuştur. (Değilse antiemperyalist sol nesillerin Duvar yıkıldıktan sonra bir çırpıda liberalleşmesi nasıl mümkün olabilirdi?). Tuhaf bir Amerika’dır bu. Bu Amerikalılık imgesinde ne hâla milyonlarca insanın derin bir karanlık içinde yaşadığı zırâî Orta Batı ne de İncil Kuşağı (Bible Belt) yoktur. Bunlar sızsa da ârızî ve tortusal görülür. Esas Amerika, liberal rûhlu Doğu Sâhil Amerika’sıdır. (Sanki vaktiyle Salem Cadı mahkemeleri Massachusetts’de kurulmadı).
Kalabalık, cebi şişkin ABD orta sınıfları da bu maskeyi benimsedi. ABD’yi kuran rûhun gerçekten de bu olduğuna kendilerini inandırdılar. ABD’nin dünyâda güdümlediği her çeşit karanlık operasyon bu maskeyle yürütüldü. Komünizme karşı savaş bu rûhla veriliyordu. Esas olan hâriçte olup bitenlerdi. Irak’ı perişan eden ABD oraya demokrasi ve medeniyet götürüyordu. En az 1 Milyon insan ölüyordu. Olsundu. Evet bunlar tekmil ABD’nin hâricinde yaşanıyordu. Guantamano ABD’de inşâ edilmemişti. Dâhile hiçbir pislik bulaştırılmıyor, yaşanan pislikler ise görmezden geliniyordu. (Hoş, arada bâzı yol kazâları olmuyor değildi. McCarthy ve Hoover gibi gözü dönmüşler Salem Cadı Mahkemelerinin benzerini hürriyeti, demokrasiyi ve hukûkunu muhafaza etmek için kuruyordu. Yol kazâsıydı, olsundu. Aşılırdı..).
İştee Trump’ın yaptığı bu personayı söküp atmak, bu imgeyi hâk ile yeksan etmekten ibâret. Tuhaflık ise şurada: Amerika’yı yeniden küresel bir güç hâline getirmek iddiasında. Hâlbuki onu küresel güç hâline getiren bu maskeydi. Bu maske indikten sonra geriye birşey kalmaz. Târihin diyalektiği işliyor. İleride, çok da uzak değil, ABD’nin büzüşüp içine doğru çöküşünün târihî yazımı, bunun onu
yeniden büyütmek isteyenler mârifetiyle yaşandığını kaydedecek.


