Büyüyen tehlike Süleyman Seyfi Öğün
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Her fırsatta ifade etmişimdir; 20. Asır 1945-1989 arasında hüküm sürmüş bir zamân dilimidir. Hobsbawn’ın onu
Kısa Yüzyıl
olarak nitelemesi boşuna değildir. 1989’u esas almamın sebebi ise, 20.Asrı nitelendiren meşhûr Berlin Duvarı’nın yıkılışıdır. Bu sembolik bir değerlendirmedir. Değilse 20.Asrın yıkılışı bu hâdise bir anda olmuş bitmiş değildir.
Çöküş, parça parça yaşandı ve hâlen yaşanmakta
. 2025, yâni kronolojik olarak 21. Asrın ilk çeyreğinde bile çöküş devâm ediyor.
Bunu bana düşündüren gelişmelerden birisi de bir hafta evvel İngiltere’de yaşandı. Kısmî mahallî seçimlerden, ırkçı, yabancı düşmanı Nigel Farange’ın partisi olan Reform UK, birinci parti olarak çıktı. Senelerdir İngiltere’deki istikrarlı demokrasinin iki sütununu meydana getiren İşçi Partisi ve Muhafazakâr Parti ise çok ağır kayıplar yaşadı. Öyle görünüyor ki yeni iki parti, Liberal Demokratlar Partisi ile Reform UK, hızla onların yerini alıyor. Muhtemelen önümüzdeki ilk genel seçimde bu iki parti yarışacak.
Bu hâdiseyi İngiltere’de o meşhûr iki partili sistemin sonu olarak ilân etmek aceleci ve basitçi bir değerlendirme olacaktır. Kodlar değişmiyor ama içi değişiyor. 20. Asrın siyâsal ikliminde merkez sağ ve merkez sol partiler ana eksenleri meydana getiriyorlardı. Bunların ortak nitelikleri
her nevi aşırılıktan arındırılmış “steril” partiler
olmalarıydı. Avrupa’yı o korkunç iki umûmî harbe sokan iklim, siyâseten ideolojik keskinlikleri çok yüksek olan, son derecede kutuplaşmış bir iklimdi. Artık savaş bitmiş, yeni düzende bunlar ya Almanya’da olduğu üzere doğrudan tasfiye edildiler veyâ Fransa’da olduğu üzere evvelâ dondurulup, sonra çözüldüler. Merkez partiler refah toplumu için aralarında bir iş bölümü yapmış gibiydiler.
Merkez sağ refahı arttıran ekonomik yatırımları yapıyor, merkez sol parti de bunun toplumsal bölüşümünü yapıyordu.
Bunlar emme basma tulumba gibi çalışan sistemin iki büyük dişlisi gibi çalışıyorlardı. İstikrar olarak nitelendirilen de buydu. II. Umûmî Harp sonrasında merkez dünyânın bu yapılanması, siyâsal iklimleri çok fırtınalı olan yarı merkez dünyâlar için de bir ideal model olarak sunuluyordu. Her nevi aşırılıktan arındırılmış, çıkar ve aklı eşleştiren, adına Liberal Demokrasi denilen bu dingin model aynı zamanda medenîleşmenin göstergesiydi. Siyâset Bilimi kitaplarındaki siyâsal sistem analizleri bunu işliyordu.
Avrupa’nın Altın Çağı’ydı bu.
ABD sermâyesi ile desteklenen, ABD ordusu tarafından emniyete alınan, nüfûsunun kâhir ekseriyeti orta sınıflaşmış
bir Avrupa’ydı bu. Başta Almanlar olmak üzere 1945’ten başlayarak büyük bir üretim atağına giriştiler. Bunun hâsılatı müreffeh hârika günler oldu. 1945-1980’ler arası bunun zirvesiydi. Ama şöyle böyle 2000’lere kadar devâm etti bu Altın Çağ. 2000’lerden sonra ise her şey tersine dönmeye başladı. Çünkü
orta sınıf tuzağına
düştüler. Refah toplumunun aslında sermâye ve emeğin verimliliğini düşüren tesirleri birer birer ortaya çıkmaya başladı. Dahası, Avrupa’nın teknolojik-mühendislik standartları, tekno gelişmelerin ve yeni mühendisliklerin çok gerisinde kaldı.
Avrupa ilk darbeleri içeriden yedi. Merkez sağ partilerin yeni ideolojisi
anarkokapitalist
bir mâhiyette idi. Buna göre verimlilik düşüşünün ana sebebi sosyal devletler ve kamusal harcamalardı. Thatcher, Kohl gibi liderler verimlilik sağlamak adına Avrupa’yı var eden her kuruma ve kuruluşa saldırdı. Bu büyük bir yıkımdı. Tuhaf olan merkez sol partilerin de buna destek vermeleri oldu. İşçi Partisi ve Tony Blair’in yaptıkları da bundan farklı değildi.
Merkez sağ partiler liberal demokrasi modelinden liberalliği söküp alıyor
ve
toplumsalı umuruna koymayan bir ekonomizm
üzerinden onu fetişleştiriyorlardı. Merkez sol partiler buna karşı çıkmak bir yana, onu tamamlayan işlere imzâ atıyorlardı.
Merkez sol partilerden kopan ve Yeni Sol başlığı altında değişik şekillerde örgütlenen
partilerin hesâbına düşen
demokrasiyi, ekonomik beklentilerin dışında kültürelleştirmek
oldu. Etnik, cinsiyetçi ve çevreci düşüncelerle yeni bir kulvar oluşturdular. Hâsılı liberal demokraside bir araya gelen merkez sağ ve merkez sol, bu bileşimin bileşenlerini ayıklayarak kendi aralarında paylaştılar.
Merkez sağ liberalliği ekonomizm üzerinden nasıl dejenere erittiyse, merkez sol da demokrasiyi kültürelleştirerek yozlaştırdı.
Ekonomizm temelli neoliberal siyâsetler sadra şifâ olmadı. Avrupa verimliliğini arttırmak şöyle dursun, tam aksine düşürdü. Diğer taraftan Yeni Sol entelektüeller arasında tartışılan kültürel demokrasi modelleri çok kültürlü demokrasileri değil postmodern kabileleşmeleri ve kültürel kan dâvâlarını doğurdu.
19.Asırda sanâyi devrimi ve bu devrim neticesinde ortaya çıkan sanâyi toplumunda nüfûsun kâhir ekseriyeti proleterleşmişti. Bu sefil nüfusu disiplin altına
tulum ve üniforma
sokuyordu. İlkinde çok kötü şartlar altında boğaz tokluğuna çalışılıyor, ikincisinde ise kitleler hâlinde ölünüyordu. 20. Asırda Avrupa üniformayı attı. Askerlik mecbûrî olmaktan çıkarıldı. Var olduğu kadarıyla ordular alabildiğine küçüldü. Teçhizatlarını bile on senelerce yenilemek ihtiyâcını duymadılar. Ekonomik plânda bunun büyük avantajını kullandılar. Askerî harcamalarda bulunma yükümlülüğünden kurtulmuşlardı. Varlarını yoklarını kalkınmaya harcadılar ve bunun paylaşımını da iyi becerdiler.
Refah toplumunun ekonomik kalkınmanın hediyesi olduğu düşünülür. Bu bir yere kadar doğrudur. Ama diyalektik olarak bakıldığında,
refah toplumu aynı zamanda kalkınmayı içinden aşındıran
bir tesir doğurur. Avrupa’nın hâl-i pür melâli tam da bunu anlatıyor. Teknolojik seviyesi ve mühendislikleri geride kalmış, ağır üretim kayıplarına uğrayan, işsizliğin yükseldiği, ABD garantilerinin çekildiği bir Avrupa’yı bekleyenin yeniden 19.Asrın iklimine dönmek olduğunu kestirmek hiç de zor değil. Faşizmlerin, Nazizmlerin, Falanjizmlerin yükselmesini anlamak da çok kolay. Buna eşlik eden stratejik bir karar aldılar. Bu karârı, kendilerine liberal diyen; aşırı sağın yükselmesinden endişe eden, kör topal da olsa işleyen müesses nizâmın ana partileri aldı. Bu,
Rus tehlikesine (savaşına) karşı hazırlanmak ve bunun için ekonominin militarize edilmesi karârıydı
.. Tablo çok tuhaf. Liberaller bu kararla yakında Avrupa’yı kasıp kavuracağı belli olan aşırı sağlaşmanın ekmeğine yağ sürmüş oluyor. Şimdilik muhalefette olan aşırı sağ partiler ise Rusya’ya liberaller gibi düşmanca bakmıyor. Tam aksine neredeyse sempati duyuyor. Buna bakıp,
savaşkan liberaller
ve
barışçıl Naziler
mi diyeceğiz? Çok yanılırız. Bu partilerin, hele iktidâr olsunlar, kısa bir zaman zarfında, liberallerin başlattıkları savaşkanlığı sâhiplenip azılı bir Rusya düşmanlığını bayraklaştıracaklarından eminim. Büyüyen tehlike tam da bu.


