Aklı dini kültürle parlatmak onu bilime karşı örtmeyi gerektirmez Ömer Lekesiz
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Bir önceki yazımızda zikrettiğimiz, tam adı “Takîyüddin Ebû Bekr Muhammed İbn Kadı Zeyneddîn el-Şeyh Ebû el-Abbas Ma'rûf İbn Şeyh Şehâbeddin Ahmed İbn Muhammed İbn Muhammed İbn Ahmed İbn Yusuf İbn Ahmed İbn el-Emir Nasuriddîn Mengüpars İbn el-Emir Nasuhiddîn Humâr Tegin el-Esed el-Arin emir el-Mücahidîn” olan
Takîyüddin er-Râsıd
’ın değerli eleştirisi şu cümlelerle ile bitiyor:
“(Işıkların oluşturduğu koninin kaynağı ve hedefi meselesinde ve duyuların sağladığı duyumların nitelikleri hususunda doğa bilimlerinin kurallarının denenmesini önemsemediler ve) konuyla ilgili gerçekleri yazmadıkları gibi, ışığın kaynağı hakkında sessiz kaldılar ve konunun zor olması ve özen gerektirmesi nedeniyle de ayrıntılara inmediler. Oysaki bu hususlarda tartışmak her akıl sahibine açıktır.”
Geometri ve sanat ilişkisini konuşurken Takîyüddin’e uğrama nedenimiz
açık
olsa da
seçik
olmayabilir. Bu sebeple onun “Mengüpars ve Humâr Tegin adlı ataları(nın) Nûreddîn Mahmud Zengî ve Selâhaddin-i Eyyübi'nin kumandanlarından” olduklarını; matematik, astronomi, fizik, optik, mekanik, tıp konularına bilimsel katkılarıyla şöhret bularak, Osmanlı Devleti'ndeki ilk gözlemevi olan İstanbul Gözlemevi'nin de kurucusu olduğunu hatırlatmalıyız. (Kitâbu Nûri Hadakati el-Ebsâr ve Nûri Hakîkati el-Enzâr, trc.: Hüseyin Gazi Topdemir, TÜBA, Ankara 2017; TDV İslam Ansiklopedisi, Hüseyin Gazi Topdemir imzalı Takîyüddin er-Râsıd maddesi)
Takîyüddin’in bir kısmını önceki yazımızda naklettiğimiz sözlerinin şerhini şöyle yapabiliriz:
Asla bir değişme (tebdil) ve asla bir sapma (tahvil) bulunmayan Sünnetullah’a (Fatır, 35/43) inanmada ve yasaları keşfetmede aklın yeterliliğini ve yetersizliğini birlikte anlamak için bir delil zorunluluğuyla geometriye başvurmak, acziyetin idraki esasında tevazua sebep olsa da bu tevazu ile aklı örtmeye kalkışmak kabul edilemez bir sonuçtur.
İlginç olan, Takîyüddin’in bizzat kendi hayat hikâyesinin bu şerhimizi teyit etmesidir. Topdemir Hocamızın cümlelerine yaslanarak o hikâyeyi şöyle özetleyebiliriz:
Şam’da doğan (1526) Takîyüddin, ilk eğitimini, babası Kadı Zeynüddin Ma‘rûf Efendi’den aldı ve Kutbüddin İbn Sultân, Kemâleddin İbn Hamza, Şemseddin İbn Tolun, Takıyyüddin Ebû Bekir b. Muhammed el-Belâtunusî, Takıyyüddin Ebû Bekir b. Muhammed el-Kārî, Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed el-Gazzî ve Muhammed b. Muhammed İbn Mağûş’tan dersler aldı.
Ailesi İstanbul’a taşınınca öğrenimini Çivizâde Mehmed Efendi, Ebüssuûd Efendi, Kutbüddinzâde Mehmed Efendi ve Saçlı Emîr’den aldığı derslerle tamamladı. Akabinde Mısır’a giderek Kahire medreselerinde bir süre müderrislik yaptı. Sonra İstanbul’a döndü ve Edirnekapı Medresesi’ne müderris tayin edildi. Ancak bir süre sonra müderrisliğini -ailevî sebeplerle gittiği- Kahire’de sürdürdü ve Mısır kadılığına getirilen Çivizâde Mehmed Efendi’ye de vekâlet etti. Mısır kadılığına tayin edilen Kazasker Molla Abdülkerim Çelebi ile babası Kutbüddin Efendi’nin teşvikleriyle astronomi ve matematik üzerinde yoğunlaştı.
İlminin ileri bir düzeye ulaştığı bu esnada tekrar İstanbul’a gelen ve II. Selim tarafından müneccimbaşılığa tayin edilen Takıyyüddin, Galata Kulesi’nde gözlem çalışmalarına başladı ve birkaç yıl süren bu çalışmalarını 1577 yılından itibaren III. Murad’ın izniyle Tophane sırtlarında kurduğu rasathanede sürdürdü. Burada ayrıca bir kütüphane oluşturdu.
Ancak devlet adamlarının arasındaki siyasi ve dini çekişmeler onu ve rasathaneyi hedef alan bir yıpratma kampanyasının başlatılmasına yol açtı. Siyasî çekişmelere dinî bir zemin hazırlamakta gecikmeyen Şeyhülislâm Kadızâde Ahmed Şemseddin Efendi’nin, “Rasathaneler bulundukları ülkeleri felâkete sürükler” şeklindeki fetvası yüzünden Osmanlı Devleti tarihindeki tek gözlemevi olan ve Türk-İslam bilim tarihinde büyük önem taşıyan İstanbul Rasathanesi, 22 Ocak 1580 tarihli bir hatt-ı hümâyunla içindeki aletlerle birlikte -topa tutularak- tahrip edildi. Bu olaydan derin üzüntü duyarak köşesine çekilen Takıyyüddin İstanbul’da vefat etti (1585).
Takıyyüddin’in hikayesinin böyle olması, bize ne o zamanın toplumunu
suçlama
ne de ilimde gerilememize
ağıt
eşliğinde yakınma hakkını verir; ancak bu, Topdemir ile İhsan Fazlıoğlu Hocalarımızın hazretin hayatıyla ilgili çalışmalarında -sanırım akademik disiplinleri gereğince- sormadıkları şu soruyu yukarıda zikrettiğimiz şerhe tabi olarak sormamızı da engellemez:
Kurumlaşmada yetkinliğe ulaşmış tasavvufu yani İslam ahlakıyla tahkim edilmiş dini kültürü aklın örtülmesine sevk eden, diğer bir söyleyişle bilimin de o muhteşem kültüre eklenerek kültürleşmesine mani olan şey nedir?


