Vergi cennette olmaz ama Yusuf Dinç
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Türkiye’de vergi konusu geçen yaz başında yazdığım
vergi cennette olmaz
başlıklı yazımdan bu yana sürekli gündemde.
Stopaj iniyor, ÖTV gündeme çıkıyor, ÖTV iniyor emlak vergisi gündeme çıkıyor. Bu böyle de sürüp gidecek gibi duruyor. Çünkü vergi tasarımında sorun var.
Vergi reformu
beni yap diye bağırıyor.
Sanki devlet, doğrudan vergiyi tahsil edemeyeceği ön kabulüyle vergi stratejisini şekillendiriyor.
Esas vergiden kaçınılacağını varsaydığından da sağdan soldan kapıdan bacadan vergi ağı örmekle kalmıyor esas
vergi oranlarını
da “büyüme ve ekonomik konumlanma hedeflerine göre
özensiz
” herhangi bir seviyeden tayin ediyor.
Bu şartlarda esas vergisini ödeme eğiliminde olanlarsa aşırı vergilendirmeye maruz kalıp yıpranıyor.
Ben evvelce devlet ve işletmeler arasında örtük bir mutabakat olduğunu değerlendiriyordum. Bu
mutabakata
göre devlet işletmeleri kurumlar vergisi anlamında zorlamayacak, böylece işletmeler istihdam sağlayacak, devlet de vergiyi ücretliden alacaktı. İşsizlerin durumuna bakıp iş güç sahibi olabildiği için ücretli de sesini çıkarmayacaktı.
Zaten gelir vergisini kimin ödediği de bir tartışma konusu yapılıp bulanıklaştırılacaktı. İşveren gelir vergisini kendi ödediğini değerlendirse yanlış olmayacaktı.
Bu mutabakat böylece epey gitti. Fakat şimdi bozulmuş görünüyor. Devletin kurumlar vergisini tahsil etme iştahı artıyor. Diğer taraftan gelir vergisi ödeyenler %40’lara varan vergi baskısı altında ve gelirin kalan kısmı da dolaylı vergilerle yağmalanıyor.
Bu fotoğraf bize bir ekonomik karakter sunuyor mu, diye baktım.
Matematiğin işaret ettiği genellenmiş kabullere göre gelişen ülkelerde kurumlar vergisi tahsilatları gelir vergisi tahsilatlarının önündedir. Yahut epeyce dengelidir. Çünkü ekonomik aktivite güçlüdür ve vergi stratejisi dengeyi korumaya uygundur. Gelişmiş ekonomilerde ise gelir vergisi performansı öndedir. Refah devletini çeşitli sömürge faaliyetleri ve bireyler finanse eder. Çünkü ekonomik aktivite yavaşlamaktadır ve bireylerin yüksek rantı yüksek vergiler getirmektedir.
Veriler incelendiğinde Türkiye kurumlardansa gelir vergisi performansı üreterek gelişmiş bir ekonomi kompozisyonu sunuyor. Fakat ortalama hanehalkı gerçeğine göre Türkiye’nin sunduğu görünüm doğru gibi görünmüyor. Ama sanki rantın devinimine göre yanlış da değil.
Gerçekse şu: Ne gelişen ne gelişmiş bir ülke kompozisyonundayız. Dengeyi kaybetmiş veya yeni dengesini arayan “
tüketen
ülke
” kompozisyonundayız. Tüketen ülke diye bir kategori mi var, diyebilirsiniz. Yoktu ise şimdi var. Vardı ise Yunanistan var başka bir sürü beyhude ülke var. Türk turist-Yunan adaları uyumu da bu karakter örtüşmesinden geliyor belki de.
Şimdi kamuoyunda öyle bir algı oluştu ki devlet de vergiyi tüketmek için alıyor sandırıyor. Yatırımlar değil, harcamalar ön plana çıkarılıyor. Verginin yol, su, elektrik işi tamam olduğundan nereye gittiği karıştırılmış durumda. Sizce bugünkü gençler verginin yol su elektrik üçlüsüne dönüştüğünü değerlendirecek durumda mı?
Belki Türkiye gelişen ekonomiden gelişmiş ülke olmaya geçişin sancılarını yaşıyor,
bilmiyorum. Fakat vergi reformu ihtiyacı fakat buradan gelmiyor, bozuk zaten.
Bir işletme kurulsa ilk aydan vergi tahsil etme derdine düşüyoruz. Bu bir tek bana mı garip geliyor. Bekleyelim şirket bir otursun, birkaç yıl vergi almasak bir şey olmaz, diyen bir ben miyim?
İşletme batmış zarar yazıyor hala vergi peşinde koşuyoruz, bu adil mi? “Zaten herkes zarar gösteriyor,” deme konforu veriyor mu kurumlar vergisi oranları?
Dünyada karmaşa artıp yatırımlar yeni adresler arama derdine düşmüşken savunma sanayii ve askeri varlığıyla yatırımlar için en korunaklı ülkelerden olma durumunu destekliyor mu vergi oranları? Güvenlik anlamında belki de adil ve şeffaf tek ülke durumunu? Gazze dahil…
Kurumlar vergisi %8 ya da %10 seviyesine düşürülse kim niye vergiden kaçınsın? Kim niye yatırım için Türkiye’ye gelmesin? Kim niye kayıtdışı yollar arasın? Oran %25 iken kayıtdışıyla mücadeleye başlanır mı, başlansa başarılı olabilir mi?
Şu istisna ve muafiyetler de bir kaldırılsın. Vergi önce tahsil edilsin sonra indirimler iade edilsin. Ama gerçekten iade edilsin. Herkesin vergi levhası ortalıkta dolaşıyor.
Madem bu kadar dolaylı vergi var, gelir vergisi de %30’u aşmayacak şekilde düzenlensin. Patronlar edebildiği gibi ücretliler de giderlerini beyan edebilsin.
Oranlar makulleştirilip sistem kayıt için alındıktan sonra dolaylı vergiler de budanabilir. Yok, tüketim toplumuna dönüşen Türkiye için artık çok geç denecekse şu doğrudan vergiler bırakılıp harcama esaslı vergi sistemine geçilsin.
Çin mesela uygulamasını buna göre yapıyor. Yüzmilyonlarca mükellefi takip edemeyeceğini önden kabul edip kalkınma ve büyüme programına uygun olarak gelir değil, harcama esaslı bir vergi sistemi işletiyor.
Bizim vergi sistemi ister istemez bu Çin modeline yakınsadı. Ancak tam adı konmadığından vergi ödeme eğilimindekiler mevcuttaki eklektik yapının mağduru durumunda.
Ekonomi yönetiminin vergi reformu adı altındaki girişimleri de sonuçsuz kaldı. Normal çünkü yöntem, yaklaşım ve kavrayış yanlış. Bu şartlarda bir toplumsal mutabakatla değişim yapmak mümkün değil. Bu yaklaşımla ancak lobisi olmayanların üstüne yüklenilebilir. Daha ekonomi dostu bir tavır lazım işi yapabilmek için.
Ha bir de diğer ülkelerle karşılaştırmalı vergi oranları sunulduğunda anormal bir şey yok gibi görünebilir. Fakat unutulmamalıdır ki başkasının normalleri bizim için doğru olmayabilir.
Evet, vergi cennette olmaz ama bu kadar da vergi olmaz.


