Simyadan senyoraja küresel kapitülasyonun anatomisi Yusuf Dinç
Yenisafak sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Osmanlı jeoekonominin mucididir, desem sanırım yanlış olmaz. Bugün kullanılan güzergâh kontrolleri, gümrük ve kapitülasyon mekanizmaları, askerî varlığın anlamlı kullanımı gibi çok çeşitli jeoekonomik enstrümanları kurumsal olarak ilk ve en başarılı biçimde kullanan Osmanlı’ydı.
Bu sayede asırlar boyunca dünyanın ilk üç ekonomisi arasındaki yerini korudu.
Dünyanın ilk üç ekonomisinden biri olan devletin eski başkentinden meseleye baktığımdan değil. Daha yerinde bir devlet örneği bulabilen buyursun bulsun.
Osmanlı, istilanın, yağmanın, savaşın ve çatışmanın ekonomik faaliyet olarak anlaşıldığı bir dünyada, jeoekonomik enstrümanlarla egemenliğin tahkim edilebileceğini gösterdi. Zaten bu nedenle, jeoekonominin mucidi olduğunu kabul ediyorum.
Bugün Türkiye’nin bölgesinde artan stratejik ağırlığı, doğrudan ya da dolaylı olarak jeoekonomik hamlelerine dayanmaktadır – belki farkında olarak, belki de sezgisel bir yönelişle.
Fakat bugün dünyada jeoekonomik bağlamı yol haritası olarak takip eden biri var: Trump. Osmanlı’nın jeoekonomik enstrümanlarını bazen benzer, bazen tersi yöntemlerle kullanarak ABD hegemonyasını, dahası Fed’in dolar hegemonyasını sürdürmeye çalışıyor. Trump belki kendini Sultan Süleyman zannediyordur ama değil. Nerede o hikmet...
O, ABD’nin ve özellikle Fed’in dolar hegemonyasını sürdürebilmesi için denenmiş son şanstır. Fakat bir Abdülhamid de olmadığı için bu girişimin başarıya ulaşma ihtimali de yok. Nerede o feraset…
Evet, kapitülasyonlar başta jeoekonomik enstrüman olarak kullanılıyordu. Ancak Osmanlı’nın egemenliği zayıfladıkça, jeoekonomik enstrümanları aleyhine döndü. Son dönemde Osmanlı’nın hangi kapitülasyonları verebildiğine, bu imtiyazları alanlar dahi şaşırmaya başlamıştı. En son vergi toplama imtiyazı da devredilince, devletin egemenliği büyük oranda kayboldu.
Bu sırada simyacılık da tarih sahnesinden çekildi. Taşı toprağı altına çevirmenin formülü yerine, kâğıdı paraya çevirmenin formülü bulundu. Eser miktarda bir ulus devlet, sermayeleştirilmiş bir tapı olarak bir kurucu lider, aidiyetsiz bir merkez bankası ve borcun sorumluluğunu hükümetin değil, vatandaşın yüklendiği bir kavrayış... Yeni simyacılığın formülü işte budur. Bunlar hazırlandıktan sonra gerisi kolay: gir matbaaya, bas parayı.
Bir de bu denklemde “küresel rezerv” statüsü elde edebilirsen, Fransız tipi ahmakça sömürüye, İngiliz tipi titizlenen diplomasiye, Rus tipi pazu gücüne ihtiyacın kalmaz.
Bunların yerine demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi kavramlar dünyanın her yerinden yeni nesil kapitülasyon alman için yeterlidir. Almanlara ve Japonlara birer soykırım uygula; gerisi gelir.
Hitler soykırım suçlusudur, peki ya Japonya’ya atılan nükleer bomba? Geçen hafta haberlerde vardı: Almanya’nın Köln kentinde, İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma, ikisi bir tonluk biri yarım tonluk üç bomba bulundu. 20 binden fazla kişi tahliye edildi. Almanya’da her yıl 1500 ila 2000 adet bu tür savaş kalıntısı bulunuyor. Bahsettiğim örnek Köln için İkinci Dünya Savaşından sonraki en büyük tahliye operasyonu olarak raporlanıyor.
Neden bu detaydan bahsettiğim sanırım anlaşılıyordur. O dönemde sadece Japonlara değil, Almanlara da fiilen bir soykırım uygulandı. Rakamlar ortada: 1939-1945 yılları arasında Almanya’ya 2,7 milyon bomba atılmış. Toplam 1,3 milyon ton patlayıcıya tekabül eden bir rakam. Bunun %10-15’inin patlamadığı tahmin ediliyor. Yani 200-300 bin bomba yerin altında yatıyor. Almanya’daki bombardımanlarda 500 bin sivil öldürülmüş. Zorunlu göç, açlık ve salgın hastalıkla birlikte öldürülen toplam sivil sayısının 3 milyonu geçtiği biliniyor.
Japonya’da da tablo farklı değil. Hiroşima’da 140 bin Nagasaki’de ise 70 bin sivil atom bombalarıyla katledilmiş. Fakat Tokyo’da da bombardımanlarla 100 bin sivil öldürülmüş. Japonya’da toplamda yarım milyondan fazla sivil katledilmiş.
Bu katliamlar doların hegemonyasının yapıtaşlarıdır. Çokları doların hegemonyasını Sovyet sonrası dünya jandarmalığı rolüne bağlıyor. Değil efendiler değil. Dolar merkezli küresel rezerv sistemi soykırımlar ve katliamlar üzerine kuruludur. İnsanlık, “hak ettiler” bilinçlendirmesiyle küresel kapitülasyona teslim edildi. Bugün ABD’nin merkez bankası olan Fed’in senyoraj kazancı, 8 milyar insana ödettiriliyor.
Doları rezerv para kabul etmek, gerçekte bir küresel kapitülasyondur.
Kapitülasyonun işleyişi ise şöyle: devletler kendi paralarını basıp senyoraj
(para imalatının kârı)
geliri elde eder, bu gelirin bir kısmıyla dolar temin eder, bir kısmıyla da küresel sermayeye faiz, teminat, prim öder. Böylece devletlerin elde ettiği senyoraj gelirinin önemli bölümü ABD’ye transfer edilmiş olur.
Bu mekanizmaya rağmen bir de merkez bankalarının
“swap hariç net rezerv”
hesabı gibi tartışmalar ortaya çıkıyor. Esas kabul şudur; Fed için hesaplanamayan bir değer, diğer merkez bankaları için de hesaplanamaz.
Bir merkez bankasının swap hariç net rezervini hesaplamak
dolardan başka para yoktur,
demekten başka şey değildir. Kargalar kılavuz olup TCMB için bu hesap yapılırsa da TL’nin varlığı reddedilmiş olur.
Bir de
bastığı parayı dolar lehine inkâr
edenler varsa…
Türkiye’de bu tartışmalar süregelirken dünya küresel kapitülasyondan sıyrılmaya başladı.
Amerika, Biden döneminde Türkiye’nin 57. Hükümetini deneyimledi. Trump da Amerika’nın Cem Uzan’ı olmaya doğru hızla gidiyor. Son 10 yıldır dominansını hızlıca kaybeden doları kurtarabilecek gibi durmuyor.
Diğer taraftan İran-İsrail savaşı, ABD müdahil olursa doların sonuna büyük bir adımın vesilesi olabilir. Hürmüz kapanır da petrol fiyatları olağanüstü seviyelere çıkarsa küresel enflasyon doları aşındıracağı gibi enerji ihracatçıları altına yönelebilir. Hürmüz kapanırsa ve Çin enerji temininde zorlanırsa, dolar cinsi varlıklarını daha da azaltabilir. Petrol değerli bir varlık oldukça Müslümanların İsrail’i destekleyenlere uygulayacağı potansiyel bir ambargonun etkisi dolar hegemonyasına uzanacak kadar büyük olabilir.
Trump’ın İran’a müdahalesi iradesini değil, iradesizliğini gösterecektir. Dünya bunun ayırdını yapabilecek durumda. Dünya Trump’ın bu iradesizliğini irade sanmasının, dünya için büyük bir risk olduğunu da bilecektir. O saatten sonra ABD, dünyaya vaat ettiği istikrarın değil, ancak istikrarsızlığın kaynağı haline gelir.
Trump, İran’a müdahale eder bir de başarısız olursa, yaptırım silahlarını da kaybeder. Bu da tüm ülkeler için doların esas sonunu getirecek finansal vesayetin çöküşünü hazırlar. Yeter ki İran, bölge ülkelerine saldırmasın.
Küresel kapitülasyonun prangaları kırılırken teorisi de çöküyor.
FED Başkanı Powell, kararlarını sadece veriye değil,
hislerine
de dayanarak aldığını söyledi bir kere. Hislerin varlığını kabul ortodoksinin sonu demektir. Powell ortodoks hiyerarşinin en tepesindeki isimken…
Ekonomik ve finansal mimarinin yıkılmaya mahkûm olduğunu onlar da biliyor. Belki İran-İsrail savaşıyla, belki başka bir yolla. Nasıl olsa dünya artık siyah kuğularla dolu.
Avrupalı ve Çinli aktörler doların sadece bir işlem birimi hüviyetine indirgendiğini söylemekten çekinmemeye başladı. Yani dolar artık tasarruf aracı değil diyorlar.
Yeni dünyada dolara yer olmayacak. Dolar olmayacaksa, merkez bankalarına da yer olmayacak. Merkez bankaları var olsa bile dijital darphane hükmünde olacak. Belki darphaneler yeniden öne çıkacak.
Mesele dolar ya da merkez bankaları da değil artık. Mesele yeni dünyada bunların yerine ne konacağına karar verenler arasında olmak. Güçlü Türkiye’ye atfettiğimiz önem biraz da bu yüzden.


