Anglosaksonların İsrail bağnazlığı Selçuk Türkyılmaz
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Amerika Birleşik Devletleri Senatörü Lindsey Graham’ın sosyal medya hesabından geçen hafta yayımladığı bir mesaj dikkat çekiciydi. Graham, “Amerika İsrail’in fişini çekerse, Tanrı da bizim fişimizi çeker. Bunun olmasına izin vermeyeceğim.” dedi. Aynı günlerde Uluslararası Adalet Divanı Uganda Başkan Yardımcısı Julia Sebutinde, “Tanrı’nın İsrail’in yanında durması için kendisine güvendiğini ve kıyamet alametlerinin Orta Doğu’da görüldüğünü” söyledi. Julia Sebutinde Uganda’da bir kilise ayini sırasında konuştu. Lindsey Graham ABD’de sıradan bir senatör değildir. Sebutinde ise Uluslararası Adalet Divanı gibi uluslararası hukuk açısından en üst kurumlardan birinde çok önemli bir mevkidedir. Her iki şahsın konuşması modernitenin temel kavram ve fikirleri açısından tahlil edildiğinde karmaşık bir durumun ortaya çıktığı görülür. Bu yazıda kıyametçilik olarak adlandırılan görüşler doğrultusunda iki önemli şahsın sözlerini tahlil edecek değilim. Bu türden konulara ilgi duyanlar farklı kaynaklara yönelerek Hıristiyanlık ve özellikle de Evanjelizm’le ilgili yazılara ulaşabilir. Benim üzerinde durmak istediğim husus bu iki şahsın işgal ettikleri mevki itibarıyla oldukça seçkin bir konumda olmalarına rağmen inandıkları görüşlere bağnazlık derecesinde bağlılık göstermeleridir. Bu durumu modernitenin en temel kavram ve fikirleriyle nasıl uyumlu hâle getirdikleri sorusunun cevabını elbette onlar vereceklerdir. İsrail’le ilgili meseleleri Hıristiyanlık ve Evanjelizm’e dayandırmaları ve buradan devşirdikleri kavramlarla konuşmaları ciddi bir sorundur.
Amerikalıların yanında İngilizler ve Almanlar da İsrail’le ilgili meseleleri dinî kavramlarla izah etmeye özen gösteriyorlar. Fakat Avrupalı elitler Amerikalılardan biraz farklı. Avrupa’da özellikle antisemitizm söylemi ideolojik bir seviyede ön plana çıktı. İngiltere’de ve Almanya’da da İsrail’le ilgili hemen hemen her mesele Yahudilik bağlamına dâhil edilmektedir fakat bu ikinciler daha dolaylı bir tutum takınıyor. İngiltere ve Almanya’da İsrail’e ve Siyonizm’e yönelik eleştiriler antisemitizm kategorisine dâhil ediliyor. Bu çerçevede Yahudi yaşamının korunması kavramı daha fazla öne çıkıyor. Bu da muhtemelen İngiliz ve Alman felsefecilerin İsrail yanlısı tutumundan kaynaklanıyor. Filozofların İsrail yanlısı tutumlarını dine dayandırmaları herhalde gereksiz tartışmalara yol açacaktı. Bu sebeple onlar Yahudi yaşamının korunması gibi daha hümanist yani din dışı bir tutum sergilediler. Fakat İngiltere’de ve Almanya’da geçerliliği olan bu türden yaklaşımlar da bağnazlık derecesinde bir inanıştan kaynaklanıyor. Holokost utancı ya da Yahudilere borçlu oldukları yönündeki ifadeler gerçeği yansıtmamaktadır. Onlar da nihai tahlilde dinî bir tutum takınıyor.
Her iki yaklaşımın bağnazca olduğunu ileri sürdük. Peki, bu bağnazlık nereden ve hangi düşünceden kaynaklanmaktadır? Asıl cevaplandırılması gerekli sorulardan biri budur. Bu sorunun cevabını da yine ABD, İngiltere ve Almanya’daki gösterilerde bulabiliriz. İngiltere, Almanya ve ABD’de güvenlik kuvvetlerinin göstericiler üzerinde çok şiddetli bir baskı kurduğu görülüyor. İngiltere’de de kanunî düzenlemeler Filistin taraftarlarına adım attırmamak amacıyla yapılıyor. İngiliz siyasetçiler Palestine Action (Filistin Eylemi) yasağı çerçevesinde herhangi bir kimsenin Filistinliler lehine bir şey söylemesini neredeyse imkânsız hâle getirdiler. Almanya’da da Filistin taraftarı göstericiler üzerinde büyük bir baskı kuruluyor. ABD ve Fransa da Filistin taraftarlarına şiddet yoluyla baskı kuruluyor. Fakat Filistin taraftarı göstericiler, özellikle de aslen İngiliz, Alman ve Amerika asıllı göstericiler “İsrail’in Filistin topraklarında Britanya ve Amerika adına bir vekâlet savaşı yürüttüğünü” söylüyor. Almanya Başbakanının “kirli işleri” de bu bağlamda anlam kazanıyor.
Bağnazlık kavramı anlamlıdır. İnandıkları ya da benimsedikleri düşüncelere yüzbinlerce insanın açlıktan öldürülmesi pahasına bağlı olduklarını görüyoruz. Herhangi bir olay ya da fikir onları benimsedikleri ve inandıkları doğrulardan uzaklaştırmıyor. Hem elitler hem de filozoflar sadece Avrupa ve Amerika’nın ve hatta Anglosaksonların menfaatlerine uygun bir dünya tasavvuru ile hareket ediyor. Bu, ancak çok katı bir inançtan kaynaklanabilir.
Filistin’de İsrail’in İngiltere ve ABD adına kolonyal yayılmacı bir politika izlediğini artık bütün dünya görmeye başladı. Gerçeğin bütün boyutlarıyla tartışmaya açıldığını söyleyemeyiz fakat zamanla dünden çok farklı bir dünya ortaya çıkacaktır.


