Francesca Albanese’nin raporu Selçuk Türkyılmaz
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
İsrail’in Gazze’de devam eden saldırganlığını, Batı Şeria’yı Filistinlilerden temizlemeye yönelik yerleşimci terörünü ve nihayet Siyonistlerin bölgemizin tamamını savaşa sürükleme çabalarını hangi bağlamda tahlil etmek gerekir ve bunları nasıl tanımlamak gerekir? Bunlar bir din savaşı olarak mı değerlendirilmeli yoksa çatışma Doğu ve Batı medeniyetleri arasında mıdır? Ya da uluslar birbiri ile yeni bir hesaplaşma dönemine mi girdi? Yeni bir tanımlama için bu soruları ve benzerlerini çok önemsemek gerekiyor. Çünkü doğru ya da yanlışlığından bağımsız olarak II. Dünya Savaşından sonraki uluslararası düzen neredeyse tamamen yıkılmak üzeredir. Bilindiği gibi bu düzen Cemiyet-i Akvam’ın kuruluşundan itibaren İngiltere’nin öncülüğünde ve Anglosaksonların bakış açısına göre şekillenmişti. Fakat bugün İngiltere ve ABD bu düzeni geçersiz kılmak için ellerinden geleni yapıyor. Böyle bir gerçeklik karşısında yakınmanın anlamlı bir tarafının olmadığını söyleyebilirim. Bu sebeple sorduğumuz soruların cevapları hayatî derecede önemlidir.
Gazze ve Batı Şeria başta olmak üzere Filistin’in tarihî toprakları uluslararası düzenin hükmünü büyük ölçüde yitirdiği yerdir ve bu bütün dünyayı etkilemektedir. Dolayısıyla Gazze’de ve Batı Şeria’da meydana gelen hadiseleri doğru bir şekilde tahlil etmek ve tanımlamak gerekiyor. Geçenlerde bir karikatür dergisinin her türlü ahlâkî sınırları ihlal ederek Gazze’de meydana gelen soykırım, açlık ve etnik temizlik suçlarını dinler arası savaşa indirgediğini ve dolayısıyla suçlu ile kurbanı eşitlediğini gördük. Soğuk Savaş döneminden sonra yaygın bir şekilde kullanılan medeniyetler ve dinler arasındaki savaş gibi yapay bir karşıtlıklara yeniden hayat vermek istendiğini söyleyebilirim. Buna ilaveten mezhep savaşı gibi bir olgunun da yeniden hayat bulması o kadar da zor değildir. “Bağnazlık, radikalizm, fundamentalizm, gericilik, yobazlık” gibi olumsuz çağrışımlarla yüklü kavramlar İslam dünyası için çokça kullanılmıştı. Dolayısıyla zihin dünyamız bu tanımlar için oldukça uygundur. Fakat bugün yaşadığımız hadiseler ve geleceğe yönelik birtakım tahminler bu çağrışımların yanıltıcı olduğunu göstermektedir. Ne yazık ki bu tespitleri yapmak da bizim için yeterli değildir. Edilgenliğe teslim olmamak ve daha ileri adımlar atmak gerekiyor. Yaklaşık iki yüz yıl boyunca etrafında dönüp durduğumuz Batı dünyasının Siyonizm gibi sapkın ideolojilere teslim olacağını tahmin edilemezdi.
Peki, bugün yaşamakta olduğumuz dünyayı tehdit eden en büyük sorunlar nereden kaynaklanıyor? Mademki bir din savaşı içinde değiliz, medeniyetler karşı kaşıya gelmiş değil veya uluslar yeni bir kapışmanın eşiğinde değil ya da sınıf kavgasından mütevellit sorunlarla boğuşmuyoruz; o hâlde yeni bir tanıma ihtiyacımız var demektir. Bunun için olayların taraflarını yerli yerine oturtabileceğimiz kategoriler ve unsurları tanımlamamıza imkân verecek yeni bir kavramsal çerçeve hayatî derecede önemlidir.
Sözü Birleşmiş Milletler Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese’nin raporuna getirmek istiyorum. Albanese, geçen hafta, BM İnsan Hakları Konseyi toplantısında İsrail’in Filistinlilere karşı soykırımının ekonomik etkenlerini inceleyen “İşgal Ekonomisinden Soykırım Ekonomisine” başlıklı raporunu tanıttı. Rapor, tam da ifade etmeye çalıştığımız yeni bir tanımlama ve kavramsal çerçeve açısından ileriye doğru atılmış çok önemli bir adımdır. Bu yazıda raporun sadece “özet” bölümü üzerinde duracağım. Albanese bu bölümde raporla ilgili şunu söylüyor: “Bu raporda, 1967’den beri işgal edilen Filistin topraklarındaki insan hakları durumuyla ilgili Özel Raportör, işgal altındaki topraklarda Filistinlilerin yerlerinden edilmesi ve yerlerinin değiştirilmesine yönelik İsrail yerleşimci-kolonyal projesini sürdüren kurumsal mekanizmayı araştırıyor.” Yeni bir tanımlama ile kastettiğim bu bölümde geçen “İsrail yerleşimci-kolonyal projesi” ifadesidir. Rapora göre bu proje “İsrail’in yasadışı işgal, apartheid ve şimdi de soykırım ekonomisi”ne kaynaklık etmektedir.
İsrail “yerleşimci kolonyal projesi, yasadışı işgal, apartheid ve soykırım” kavramları yukarıda bahsettiğimiz dinler ve medeniyetler savaşı veya ulusların hesaplaşması gibi tanımları dışarıda bırakmaktadır. Albanese “suç ortaklığı” bağlamına “özel sektör ve yöneticileri” de dâhil ediyor ve bunları da somut karşılığı olmayan ifadelerle tanımlamaktan kaçınıyor. Bu bölümde geçen “soykırımı sona erdirmek ve buna izin veren küresel sistemi ortadan kaldırmak” şeklindeki ifadeler de oldukça önemlidir.
İsrail yerleşimci-kolonyal projesinin birçok suça kaynaklık eden kurumsal mekanizma olarak tanımlanması oldukça önemlidir.


