Cemaatsiz bir din yaşayamaz Mahmut Ay
Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
“Cemaatsiz din yaşamaz. Dinsiz cemaat belki yaşar. İslam’ın cemaate olan ihtiyacı cemaatin İslam’a olan ihtiyacından ziyadedir.” (M. Akif Ersoy, Tefsir Yazıları ve Vaazlar, s. 192).
Bu sözler, istiklal şairimiz Akif’e ait. 6 Şubat 1913’te ikindi namazını müteakip Beyazıt Camii’nde verdiği vaaz esnasında Akif, müminleri bir olmaya, birlik içinde hareket etmeye davet ederken bu cümleleri sarf etmiş. Onun bu ifadesindeki ‘cemaat’ten kasıt, en yalın anlamıyla ‘birlik ve beraberlik içindeki yeknesak bir grup’tur. Evet; filhakika din cemaatsiz yaşayamaz. Bu hakikat, tüm dinler için geçerli olduğu gibi İslam için daha ziyade geçerlidir.
Bu yazıda ‘cemaat’ten kastımız, sadece büyük dinî gruplar değildir; bir din büyüğü ya da dinî bir fikir etrafında kümelenmiş, az ya da çok sayıda mensubu bulunan her türlü dinî gruptur. Bu manada, aralarında özel bir bağ ve samimiyet olmak şartıyla bir hocanın ders halkasının beş-on kişilik müdavimlerinden oluşan küçük bir topluluk da bir cemaattir.
Cemaatin, dindarlığın bekası için olmazsa olmaz bir gereklilik olduğu gerçeğini birkaç noktadan ele alabiliriz:
1
. Din, çokluğu ve birlikteliği sever; düşünce ise tekliği ve yalnızlığı. Düşünmek fert olmayı gerektirir, inanmak cem olmayı. Onun için dindar insanlar, çeşitli dinî ritüeller ve sosyal programlarla bir araya gelmeyi, ibadetlerini ve aktivitelerini birlikte icra etmeyi yeğler. Kanaatimce bunun en önemli sebebi, inandığı ve gönül verdiği şeylerin boş ve asılsız olmadığına kendini ikna etmek için kendisi gibi pek çok insanın da aynı şeylere inandığını görme arzusudur. Ayrıca din, bir duygu meselesidir. Aynı duyguyla beslenen kalpler bir araya geldiğinde o duygunun verdiği coşku da çok yüksek olur. Bu sebeple dindar bir hayatın olmazsa olmazlarından biridir toplanmak, cem olmak ve cemaat olmak.
2
. İnsan; kendi kimliğini oluşturan inanç, fikir ve milliyet gibi önemli bileşenlere karşı ciddi bir toplumsal tehdit hissettiğinde doğal bir refleks olarak kendisiyle aynı değerleri paylaşan insanlarla bir araya gelmeyi, onlarla daha izole bir topluluk içinde yaşamayı ve kimliğinin muhafazası için daha aktif dinî, kültürel ya da siyasî çalışmalar yapmayı benimser. Bunun en bariz örneği diaspora topluluklarıdır. Dinî, fikrî ve millî değerlerinin yabancı bir toplumda asimilasyona uğrayacağından endişe eden tüm diaspora toplulukları, kendi kimliklerini ve değerlerini muhafaza etmek için canla başla çalışarak çeşitli STK’lar kurar ve varlıklarını bu şekilde devam ettirmeye gayret eder. Bugün tüm dünyada modernleşmenin kaçınılmaz sonucu olarak çok ciddi bir sekülerleşme ve bireyselleşme süreci yaşanmaktadır. Dindarlar, adeta diaspora topluluklarına dönüşmüştür. Sekülerleşen toplumlar için dindarlar ‘yabancı’dır ve asimile edilmeleri gerekir. Sekülerleşmek ve bireyselleşmek de din açısından ‘yabancılaşmak’tır ve ciddi bir asimilasyon tehdididir. Dolayısıyla sekülerleşen ve bireyselleşen dünyada asimile olmamak amacıyla dindar insanların kendi inanç ve kültürlerini muhafaza etmek için ‘cemaat’ denilen toplumsal yapılar oluşturmaları son derece doğaldır. Şu hâlde cemaat halinde yaşamak, dinin emri ve talebi olduğu kadar sosyolojinin sonucu ve gereğidir de. Mesela ülkemizin son bir asrını düşünelim. Devletin, sekülerleşmeyi her türlü kurumuyla teşvik ve empoze ettiği bir ülkede dindarlığı muhafaza etmenin tek yolu cemaatler oluşturmaktır. Nitekim vakıa da böyle olmuş; dindar kalmak isteyen halk, devletin sekülerliği empoze eden kurumlarına karşılık kendi oluşturduğu cemaatlerin özel kuruluşları aracılığıyla dindarlığını muhafaza edebilmiştir. (Aynı durum, toplumun pek çok kesimi için de geçerlidir. Mesela Alevîliğin muhafazası da çeşitli Alevî cemaatler vasıtasıyla mümkün olmuştur). Bu itibarla, Türkiye’de hala dindarlığın güçlü bir şekilde varlığından söz edebiliyorsak, bunda en büyük pay cemaatlerindir.
3
. Dindarlık, nesilden nesile eğitim ve öğretim yoluyla aktarılan bir kültür ve yaşam biçimidir. Eski devirlerde, belki aile içindeki eğitim yoluyla böyle bir kültürel aktarım mümkündü. Ancak günümüz dünyasında, dindarlığın muhafazası için aile içindeki kültürel aktarım yetersiz kalmaktadır. Bu konuda, yine cemaat oluşumlarına ve özel eğitim kurumlarına ihtiyaç söz konusudur.
4
. Dindarlık, bir gönül ve sevgi meselesidir. Ancak gönül bağı kurulabildiği ve severek yapıldığı takdirde yaşayabilir ve devamlılığı mümkün kılınabilir. Bu sebeple dindar bir insanın, her şeyden evvel bir nevi Resûl-i Ekrem’in (sav) yaşayan temsilcisi gibi görebileceği bir din büyüğü/hoca/şeyh ile gönül bağı kurmasına ihtiyacı vardır. Yine tıpkı sahâbe arasındaki dostluk gibi yakın ve samimi ilişkiler kurabileceği dindaşlarından oluşan bir gruba ihtiyacı vardır. İşte bu manada, başında bir din büyüğünün bulunduğu toplumsal yapılar/cemaatler, dindarlığın yaşatılması ve yaygınlaşması için fıtrî bir ihtiyaçtır.
5
. Her insanda -farklı derecelerde olmakla birlikte- toplumsal bir gruba aidiyet ihtiyacı vardır. Kimisi bu ihtiyacını bir spor kulübünde giderir, kimi bir köy derneğinde kimi de bir siyasi partide. Güçlü bir dinî inanca sahip insanlar da toplumsal aidiyet ihtiyaçlarını bir cemaate bağlanmak suretiyle gidermek durumundadırlar.
Türkiye’de cemaatleri eleştiren üç grup bulunmaktadır. İlk ikisi, cemaatlerin tamamen zararlı yapılar olduğunu düşünerek bunların yok edilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Üçüncü grup ise, cemaatleri iyi niyetle eleştirmektedir. Onların varlığını dinî ve sosyolojik bir zorunluluk olarak görmekte, ancak uygulamadaki yanlışlıklara dikkat çekerek hem cemaatlerin hem de tüm Müslümanların iyiliği için bazı tenkitler yöneltmektedir. Bendeniz de kendimi bu grupta görmekteyim. İlk iki grubun birincisi, dinî bir hayat yaşamak istemeyen ve dindarlığın varlığını hazmedemeyen ateistinden agnostiğine, deistinden komünistine bilumum sekülerlerdir. Bunların amaçları bellidir. İkinci gruptakiler ise, geleneksel dindarlık ile hesaplaşmayı kendilerine adeta vazife edinen, cemaatlere karşı ‘Don Kişot’luğa soyunmayı marifet bilen kimi tarihselci, kimi sözde Kur’âncı, kimi bilmem neci bazı entelektüel görünümlü kişilerdir. Bunlara göre tüm cemaatler, siyasî ve ticarî güç odaklarıdır; din, toplum ve devlet açısından zararlıdır. Hele de 15 Temmuz FETÖ ihaneti sonrasında “Biz dememiş miydik cemaatlerin zararlı olduğunu! Tüm cemaatler FETÖ gibidir, ellerine fırsat geçse kimsenin gözünün yaşına bakmaz, gücü ve iktidarı ele geçirmek için her türlü bozgunculuğu yapar.” demektedirler. Ancak gözden kaçırdıkları pek çok nokta var. Birincisi; topyekûn yok olmasını istedikleri o cemaatler var olmasaydı, büyük ihtimalle kendilerinin de dinle alakaları kalmayacaktı. Zira bu insanlar, aile büyüklerine ve akrabalarına baktıklarında onların mutlaka bir şekilde dinî bir yapı ile bağlantılı olduklarını, dolayısıyla kendilerinin de o sayede dinle ilgilerinin devam ettiğini göreceklerdir. İkincisi, FETÖ dinî bir sorun olmaktan öte siyasî bir sorundur. Zira ortada, devleti ele geçirmek üzere kurgulanmış gizli bir siyasî ajandası olan bir yapı söz konusudur. Din, sadece bir araç olarak kullanılmıştır. Burada, devletin zaafı söz konusudur. Zira bu yapı, devleti ele geçirmeye kalkışan bir yapı olarak kurulmuş ise şayet, o zaman en başında devletin buna müsaade etmemesi gerekmez miydi? FETÖ gibi devleti tüm kurumlarıyla ele geçirmeyi planlayan başka bir cemaat hiç olmamıştır; 15 Temmuz tecrübesinden sonra da olması mümkün değildir. Şu hâlde FETÖ’yü örnek verip tüm cemaatlerin onlar gibi toplumu ve devleti tehdit eden zararlı yapılar olduklarını söylemek insafsızlıktır. Üçüncüsü, bu kişiler din ile düşünceyi birbirine karıştırmaktadırlar. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi düşünmek bireyselleşmeyi gerektirir; inanmak ise inananlarla birleşmeyi. Bu kimseler, dinin yalnızca düşünceyi içermediği, daha ziyade duygusal boyutta pratikler içerdiği, dindarlığın cem olmayı ve cemaat hâlinde yaşamayı zorunlu kıldığı gerçeğini maalesef göz ardı etmektedirler.
Öte yandan, dinî cemaatlerin faydası sadece dindarlar için değildir. Elbette istisnaları olmakla birlikte cemaatler, toplumun tüm kesimleri için genel olarak faydalı yapılardır. Şöyle ki, bazı insanlar aktif bir mizaca sahiptir ve toplumu olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecek faaliyetler içinde bulunmaya meyillidir. İşte aktif bir mizaca sahip insanlar, toplumsal bir üretim yapma ihtiyaçlarını cemaatler içinde gidermek suretiyle aslında hem topluma katkı sunmuş hem de kendilerindeki o aktifliği doğru yolda kullanmış olurlar. Mesela böyle bir mizaca sahip insanlar, cemaatler içerisinde aktif olmasalar, çeşitli suç örgütleri ve mafya şebekelerinin içinde bulunma ihtiyacı hissedebilirler.
Cinsel istismar, ticarî sömürü vs. gibi zaman zaman haberlere yansıyan ve zerre kadar aklı ve vicdanı olan herkeste infial ve tiksinti uyandıran bazı kötü örneklere gelince, bunlar hakkında şunu söyleyebiliriz: Cemaatlerin saymakla bitmeyecek kadar dinî, millî ve insanî açıdan çok faydalı hizmetleri vardır. Bu cemaatlerde hiçbir dünyevî beklentisi olmadan Allah rızası için hizmet eden milyonlarca insan vardır. Ancak cemaat düşmanlarının işine gelmediği ve sansasyonel bir etki yaratmayacağı için bunların haber değeri yoktur. Fakat yıllardır aslında ehlince malum olan türlü sahtekarlıklarla hoca ya da şeyh rolü yapan, sonunda yakayı ele verenlerin ahlaksızları herkesçe malum olacak şekilde ortaya çıkınca tüm ülkenin gündemini meşgul edecek kadar haber değeri(!) taşır. Çünkü böyle bir haber, dikkat çeker ve reytingi yükseltir. Bu durum şuna benzer: Her gün milyonlarca araç trafiğe çıkar. Düzgün araç kullanan kimseler haber konusu olmaz, ama hatalı araç sürüp kaza yapan kimseler haber konusu olurlar. Zira kazalar, olağan dışı ve dikkat çekici hadiselerdir. Fakat bu haberlere bakarak “Otomobil kullanmak çok tehlikeli. Aman biz de otomobillere binmeyelim.” demeyiz. Olsa olsa “Araç kullanırken dikkatli olmak, trafik kurallarına uymak gerekir.” gerçeğini bir kez daha kendimize ve sevdiklerimize hatırlatırız. Benzer şekilde, sahtekarlıkları fâş olan bazı sahte hoca ve şeyhler, haber konusu olduklarında “Cemaatlerin hepsi böyle. Hocalardan ve şeyhlerden uzak durmak lazım!” demek yerine, o sahtekarların hâline acıyıp onların düştüğü hatalara düşmemek için Allah’a sığınmak ve nefsimizi uyarmak daha doğru bir tepki değil midir?
Hâsılı; dindarlık, -yazının başında kastettiğimiz manasıyla- cemaatle kaimdir. “Cemaatler olmasın.” demek, “Dindarlık olmasın.” demekle eşdeğerdir. Vahşi sekülerizmin ayartmalarına gittikçe daha ağır dozlarda maruz kalan günümüz insanının, dindarlığını muhafaza edebilmesi için cemaatlerin varlığı zorunlu bir gerekliliktir. Ancak burada dikkat edilmesi gerek husus, cemaatlerin amaçlarından sapmaması ve fırkalara dönüşmemesidir. Onu da bir başka yazımızda ele alalım inşallah.


