Bir aile şirketinin dağılış ve dağıtılışın kısa hikayesi Yaşar Süngü
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Dede evlat ve torunların aynı çatı altında yaşadığı geniş ailenin, bugünün iş dünyasında yerini alan şirketlerden farkı yoktu.
Evde büyük küçük, genç yaşlı, kadın erkek ve çocuk herkese düşen bir görev vardı.
Bir işin aksaması diğerlerinin de aksamasına neden olacağı için kimsenin işini aksatma veya unutma gibi bir şansı yoktu.
Çünkü bütün işler birbirine ve zamana bağlıydı.
Sabahın işleri ayrı akşamın işleri ayrıydı.
Herkesin sadece yapabileceği işle ilgilendiği doğal bir iş bölümü vardı.
Evlerdeki kurulu düzen
askerlikteki gibi bir hiyerarşik düzen
içindeydi.
Mesela dedem yani annemin babası evin alet ve edevatlarının tamiriyle meşguldü.
Balta, bıçak çapa keser, kürek gibi aletleri kontrol eder bozulanları tamir ederdi.
Boş kaldığında dinlenmek için yatmaz veya bir yerde uzanmaz,
başka bir işe yönelerek dinlenmeyi tercih ederdi.
Evin önünde bir ağaç parçasının üzerine oturarak elinde keserle torunlara tahtadan dört tekerlekli araba yapardı.
Keserle o tahta tekerleri nasıl yusyuvarlak yaptığına hayret ederdim.
Dedem bütün gününü evin önünde bu işlerle geçirirken ninem evdeki torunlarla ilgilenirdi.
Torunlar da boş bırakılmazdı.
Çünkü
boş kalanın canı sıkılacağı için arıza çıkarırdı.
Tecrübesiyle bunu bilen ninem büyük toruna küçük torunu bakma işini yüklerdi.
Bir diğerinin önüne ayıklanmamış mısır koçanlarını dizer, önüne de bir kova koyar,
“Tavuklara mısır ayıkla”
diyerek onu hem oyalar hem de iş yaptırmış olurdu.
Yengem mutfakta, dayı oğlu hayvanlarda, dayım ve kızlar tarlada olurdu.
Bugünün iş dünyasında para kazandıran onlarca meslek geniş aile içinde icra edilirdi.
Geniş ailede evler hem yuva, hem okul hem işyeriydi.
Küresel ekonomik sistem ev içindeki bu işlerin hepsini dışarı taşıyınca evde kimse kalmadı.
**
Geniş ailenin parçalanmasına ve çekirdek aileye dönüşmesine
devletler ve iş dünyasının konut sektöründe faaliyet gösteren temsilcileri
başta olmak üzere herkes katkıda bulundu.
Ailenin her bireyi bir tarafa savruldu.
Bugünkü ekonomik sıkıntılarımızın altında yatan ana sebeplerden biri bu.
Bu hikâye, hangi ülkede olduğu önemli değil, yaşlıların nasıl ziyan edildiğini ve neyi kaybettiğimizi anlatan milyonlarca hikâyeden sadece biri;
“Kendi çocuklarım beni bir huzurevine bıraktılar ve her şeyimi alıp gittiler.
Ben de yeniden başlamaya karar verdim. Ama bu kez, onlarsız.”
Bir pazar günü geldiler; yüzlerinde yumuşak bir gülümseme, sözleri ise güzelce sarılmış ama içi boş kutular gibiydi. Bana, artık dinlenmeyi hak ettiğimi söylediler. Beni bir huzurevinin önünde bıraktılar ve bir daha geri dönmediler.
Her şey çoktan planlanmıştı:
Hesabımı boşaltmışlar, arabamı satmışlar ve beni oraya bırakmışlardı, sanki eski bir sandalye gibi.
Ama en çok canımı yakan şey ihanet değildi.
Sessizlikti.
Aylarca bir arama yoktu, bir doğum günü kutlaması, bir “bu sabah nasılsın?” bile yoktu.
Geriye sadece yalnızlık kalmıştı ve benim gibi unutulmuşluk etiketini taşıyanların arkadaşlığı.
Ama bu terk edilişin içinde, beklenmedik bir şey keşfettim:
Değer.
Birimiz ahşap oymacılığını biliyordu, bir diğeri muhasebeciydi.
Bir hanımefendi öyle zarif dikişler yapıyordu ki hayran kalırdınız.
Bir başkası öyle tablolar yapıyordu ki, kalbinize dokunurdu.
Ve ben hâlâ girişimci bir zihne sahiptim.
Onlara biraz çılgınca bir fikir sundum: “Biz ‘bir kenara atılmışlar’, küçük bir marka oluşturalım.”
Başta güldüler.
Ama elimizdeki azıcık şeyle bir kıvılcım doğdu:
Yastıklar, defterler, tablolar, çantalar.
Adını verdik: “
Bilge Eller
” (Mains Sages).
İnternetten satmaya başladık.
Bazı torunlar, sosyal medyada yardımcı oldu.
Ve yavaş yavaş siparişler gelmeye başladı.
Bir televizyon haberi sonra bir dergide makale…
İki yıl sonra bir vakıf kurduk.
Bugün, farklı huzurevlerinde 120’den fazla yaşlıyı istihdam ediyoruz.
Bir mağazamız var, bir üretim atölyemiz, ülke genelinde dağıtım yapıyoruz.
Her ürün bir mesaj taşıyor:
“Dünya tarafından terk edilmiş biri tarafından üretildi ama sunacak daha çok şeyi vardı.”
Hikâye güzel bir cümleyle bitiyor; “Seni terk eden herkes seni ezmez. Bazen sadece, inşa etmeye geldiğin yolu sana gösterir.”

