Bir gün, bir an… Yaşamadıkları ne kaldı? Ersin Çelik
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
“İşbirlikçilerle dolup taşan Filistin, dış işgal ve sömürge yöntemlerinin tarihindeki en derinlemesine sızılmış toplumlarından biri olmalıydı” diyordu kitapta. Altını çizdiğim ilk satırlar da bu olmuştu. Normalde romanları elime kalem kâğıt almadan okurum. Lakin Abid’in yaşadıkları fazlasıyla gerçekti. Aktarılan gözlemler ise kurgu değil bilgiye dayanıyordu.
Eniştesi Visam, genç Abid’i Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi saflarına katmayı hedefliyordu. Bu sayede yeğenini korumak da istiyordu.
Antisiyonist bir Yahudi olan Nathan Thrall’in kaleme aldığı ve 2024’te Pulitzer Ödülü verilen, geçtiğimiz aylarda Ketebe tarafından Türkçeye kazandırılan Âbid Selâme’nin Hayatından Bir Gün romanından aktarıyorum.
Yazarın, gerçek isimler ve olaylar üzerinden Filistin trajedisini çok etkili ve sürükleyici bir dille yansıttığı romandan bir gözlem sahnesini paylaşıp, “şimdiye” geleceğim.
Âbid, ailesindeki tüm erkekler üyesi olsa da Arafat’ın partisi Fetih’e güvenmeyen bir genç. Arafat’ın her ilkeden taviz verdiğini düşünüyor ve ona göre İntifada’dan sonra kendilerini İsrail’in uygulayıcıları olarak buluyorlar. Abid’i Demokratik Cephe saflarına çeken de hem Fetih’e yönelik eleştirileri hem de Filistin’i özgürleştirmek için yerel bir hareket inşa etme konusunda en ciddi grup olması. Zamanla yaşadığı Anata bölgesinde öne çıkan biri oluyor ve eniştesi 1989’da tutuklanınca FDHKC’nin başına geçiyor. Dikkatleri Bölgelerindeki Şuafat Mülteci Kampı’ndadır. Kudüs yakınlarındaki Beyt Sûl Köyü’nde yaşayanların, 1948’de Siyonist güçlerin buraya sürülmesiyle oluşan kamp, uyuşturucu bağımlıları ve satıcıları için de sığınak haline gelmiştir. İsrail askerlerinin sık girip çıktığı kampta vaziyet şöyledir: “
Âbid orada İsrail askerlerinin esrar ve daha ağır maddeleri satın aldığını görüyordu. Başka bir yerde bu sadece toplumsal bir mesele olarak görülebilirdi ancak Filistin bağlamında bu ulusal bir tehlike olarak algılanıyordu. İsrail, işbirlikçilerini, genellikle muhafaza ailelerine ve komşularına, başta cinsel olmak üzere işledikleri suçların gerçek ya da üzerinde oynanmış fotoğraflarını göstermekle tehdit ediyordu. Uyuşturucu satıcıları ve bağımlıları, İsrail’in tuzak kurabileceği birer kaynak olarak görüldüğünden direniş için tehdit olarak kabul ediliyordu. Geceleri, Âbid ve diğer gençler maske takarak satıcılarla kavga ediyor, potansiyel işbirlikçileri sokaklardan temizliyorlardı.”(s.31)
Kurmacadan uzak, hikayeden gerçek bir örgüyle okuduğum roman, Şubat 2012’de ana okulu öğrencilerini taşıyan otobüsün Ceba yolunda karıştığı korkunç kazayı anlatırken Filistin’in iç içe geçmiş acılarını ve çetin gerçekliğini gözler önüne seriyor ve “şimdiye” dair de fotoğraflar koyuyor.
Romandan yaptığım alıntıların günümüz ile alakası ise şu: Gazze Şeridi’nde, ABD ve İsrail güdümündeki “Gazze İnsani Yardım Vakfı” kanalıyla kurulan sözde insani yardım merkezlerinde dağıtılan un çuvallarında uyuşturucu hap bulundu geçtiğimiz günlerde. İsrail’in Filistin halkına kurduğu ölümcül tuzaklardan biri daha ilk defa böylesine ve küresel düzeyde deşifre oldu. Bir şey olmadı ama en azından kayıtlara geçti. “Bu nasıl olur” ya da “Bu kadarı olmaz” dedi insanlar. Ancak hep oluyordu zaten. Âbid Selâme’nin Bir Günü de işte İsrail’in Filistin halkının hayatını nasıl izole ettiğini
ve onları topraklarından sürmek ve direnişlerini kırmak için geliştirdiği ağır politikaları anlatıyor.
Gelelim İsrail’in, bir parça ekmeğe muhtaç ettiği Gazze halkına “ulaştırdığı” unların içine öğüterek koyduğu düşünülen maddeye. Uyuşturucu ile mücadelede otorite olan Yeşilay’dan edindiğim rapora göre; etken maddesi Oksikodon olan bu uyuşturucu hap; akut travmatik yaralanmalar, ameliyat sonrası ağrı ve kanser ağrısı gibi orta ila şiddetli düzeydeki ağrıların tedavisinde kullanılan en güçlü ağrı kesicilerden. Yarı sentetik olan bu madde, Türkiye’de kırmızı reçeteye tabi olarak satılmakta.
Oksikodon, beyindeki ödül sisteminde morfine kıyasla daha sürekli ve yüksek dopamin salınımı sağlıyor. Yani içicisini geçici olarak mutlu ediyor. Bu özelliği, bağımlılık yapma potansiyelini artırıyor. Aşırı doz ölümlerine yol açan uyuşturucular arasında eroin ve fentanilin ardından üçüncü sırada yer alıyor. Yani oksikodon yalnızca etkili bir ağrı kesici değil; aynı zamanda dikkatli ve kontrollü şekilde kullanılmadığında bağımlılık, kötüye kullanım ve ölümle sonuçlanabilecek doz aşımları gibi ciddi riskler taşıyan güçlü bir uyuşturucu türevidir.
Peki İsrail bu uyuşturucuyu unların arasında Gazze’ye sokarak tam olarak neyi hedefliyor olabilir? Senaryo çok net aslında: 620 günü aşkındır süren soykırıma direnen, ölüme, bombalanmaya, açlığa, evsizliği, türlü acılara karşı Gazze’yi terk etmeyen halkı uyuşturarak çökertmeye çalışıyor Siyonistler. Çünkü İsrail her türlü gücü kullanmasına rağmen Gazze halkını manen çökertemedi. Direnişin ruhunu öldüremedi. Şimdi de huzursuzluk, yalnızlaşma, öfke patlamaları, aşırı neşe ya da depresyon gibi ruh hali değişimleri gibi etkileri olan bir uyuşturucuyu unların içine katarak Gazze’ye sokuyor. Yaşadıkları yüzlerce, binlerce olaya, tarifi mümkün olmayan acılara rağmen ayakta kalan bir halka ancak bu yolla diz çökerteceklerini düşünüyorlar. Çünkü uyuşturucu sömürgecilik tarihinde çok etkili bir silahtı. Amerika’da üretilen uyuşturucular şimdi daha acımazız bir yöntemle Gazzeli aç çocukların
direkt midesine gidiyor.
Dünyada, Siyonizm nefreti karşısında “uyanık kalmayı başarabilen” ve İsrail’e açıktan karşı koyma cesaretini gösteren tek halkı eski bir yöntemin ölümcül dozuyla vuruyor İsrail. Dünyanın geri kalanları olarak ise sentetik soykırımı sadece izliyoruz. Çünkü henüz uyanmadık! Dahası, nasıl uyuştuğumuzu bile bilmiyoruz değil mi?


