Bugünün modası, yarının demodesi Gökhan Özcan
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
İnsanoğlu, ne zaman kendisine bir nimet olarak sunulan hayatla nefsini doyuramaz oldu, işte o zaman kendi hakikatinden de adım adım uzaklaşmaya başladı. Kendi bedeninden daha iyi bir beden, o bedeni örten elbiseden daha çarpıcı bir elbise, kendi yüzünden daha güzel bir yüz, kendi yaşantısından daha şaşaalı bir yaşantı aramaya çıktı.
Onlarca yıl süren bu zamane hikayesi, insanoğlunun kendi gölgesine yetişmek uğruna hakikatten her geçen gün biraz daha uzaklaşmasının acıklı hikayesidir. Asırlık insan tasavvurlarından sıkılarak ‘yeni’ insana doğru hamle yapan bütün nesiller, geleneksel varlıklarını eskitecek olan bir yeniliğin peşine takılmış oldular. Modernliğe doğru atılan ilk adımdan bugüne uzanan süreç, aynı zamanda insanlığın kendi zihinsel birikimini çürütme sürecidir.
“Bugün artık dünkü ben değilim” diye mırıldandı kendi kendine aynaya bakarken, “yarın kim bilir kim olacağım!”
Bugün her alanda moda olan revaçtadır; bu sürekli bir değişimi gerekli kılar ve bu değişimi canlı tutmak adına koca bir dünya ticaret sistemi kurulmuştur. Bu hal malumdur ki, eskiden bugüne taşınan zevklerin demode hale gelmesiyle/getirilmesiyle mümkün olabilecek bir haldir. Yani bir şeyin moda olabilmesi ve moda olanın sürekli değişebilmesi ancak kadim değerlerin ve beraberinde güzellik, estetik, zevk, beğeni gibi köklü kavramların içlerinin boşaltılması ve bu kavramların gelip geçici kelimelerle yeniden tarif edilmesi ile mümkündür.
“Değişim arzusu, modanın çok iyi vurguladığı endüstriyel kapitalizmden kültürel yaşamın karakteristik özelliğidir, ancak postmodern toplum sadece yenilik yaratmaya değil, bunun yanında bitimsiz ihtiyaca ve sonsuz farklılığa yönelik bir arzu yaratmaya da güdülenmiştir” diyor ‘Moda-loji: Moda Çalışmalarına Giriş’ kitabında Yuniya Kawamura.
Moda zihniyeti, geçmişten bugüne yaşatılan zevklere karşı sadece bir değişimi değil, onunla eşzamanlı olarak bir nevi ‘kasıtlı körleşme’ yaşamamızı da zorunlu kılar. Hayatı müzeyyen kılan çok temel değer ve kavramları köklerinden koparır, sert rüzgarlarda savrulmaya açık hale getirir. Bu böyledir; çünkü sürdürülebilir kârlılık adına mütemadiyen yeni şeyler üretmek ve satmak zorunda olan sanayilerin bu zorunlu arza karşılık tükenmez bir talep oluşturması gerekir.
Fatma Barbarosoğlu’nun ‘Moda ve Zihniyet’ isimli kitabından ilgili birkaç satır: “Giyecek ve dayanıklı tüketim mallarının üretimiyle ilgilenen sektörler için tüketicide suni bir ihtiyacın oluşturulması bu sektörlerin arz-talep dengesine göre ayakta kalabilme açısından büyük önem taşımaktadır. Bu noktada moda aslında ihtiyaç olmayan pek çok şeyin ihtiyaç gibi algılanmasını, bir ürünün demode olmasını yani suni olarak eskimesini sağlayarak gerçekleştirmektedir.”
Zamanın içinde yaşanan nice hayat tecrübesiyle damıtılarak gelen zevk ve beğeniler, ticaretin sadece kârlılık odaklı sistematiği içinde moda kılınan ‘şey’ler tarafından demodelikle yaftalanıp bir kenara süpürüldüğü bir düzende insan ister istemez etkin bir aktör olmaktan çıkıyor. Dahası kişilerin kendi insani cevherleriyle bir zevk ve beğeni geliştirmelerine, incelmelerine, zarafet kazanmalarına da gerek kalmıyor. Çünkü sistem kendi rutin moda değişimleriyle günü gününe bu kabiliyetleri bize giydirdiğine bizi inandırıyor. Moda olanı satın aldığımızda anında güzel, yakışıklı, genç, zevkli, enerjik, şık, çekici oluveriyoruz. Elbette modayı bize satanlar da zengin oluyor.
Ne kıyak dünya ama ne kadar da boş!
“Çıkar üstündeki bütün urbaları” dedi meczup, “bak bakalım hâlâ güzel misin?”

