Bütün fırsatların yamacında İsmail Kılıçarslan
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
O anlattı ben dinledim. Şöyle dedi:
Dostlarım, sevdiklerim, efendilerim… Siz Cenab-ı Hakk’ın emniyeti, emaneti içindesiniz. Sizi gelecekle müjdeliyorum. Allah’ın rahmeti içindesiniz. Sizin bir araya gelmeniz rahmetin kaynağıdır. Bu birlikteliğinizde ince hikmetler var. Sizi sevenler yükselir, birbirini sevenler yükselir.
Şeyh el Alevî Hazretleri bize dedi ki “Hüsn-ü zan necattır, kurtuluştur.” Peki hüsn-ü zan kimedir?
Biri Cenab-ı Hakk’a karşı hüsn-ü zandır. Hadis-i şerifte “Allah’a karşı zannınızı güzelleştirmedikçe, Allah hakkında hüsn-ü zanna sahip olmadıkça ölmeyin” buyruluyor. Demek ki birincisi Allah’a karşı bir hüsn-ü zan borcumuz var. Kurtuluşun bir tarafı bu.
Cenab-ı Hakk’ı yakın zanneden, O’na yakın olduğuna dair hüsn-ü zan besleyen Cenab-ı Hakk’a yakın. Cenab-ı Hakk’ın uzak olduğu zannını besleyene Cenab-ı Hak uzak.
Unutma. Allah’a muamelemiz O’na karşı zannımız üzerinden şekillenir. Cenab-ı Hakk’ın bize yardımcı olacağına, elimizden tutacağına dair hüsn-ü zan beslemek. Mesele budur.
Cenab-ı Hakk’ın bize, bizi sevdiğine dair hüsn-ü zan beslemek. Cenab-ı Hakk’ı hep bizi sevdiğine, bizi andığına, bizi beklediğine, bizim kendisine doğru yürümemizi istediğine, bizim kendisine teslim olduğumuzda O’nun da bize bütünüyle kapıları açacağına dair ümitler beslemek.
Sor ki kul bu hüsn-ü zannı beslemese ne olur? Büyüklerin “töhmet” diye adlandırdığı bir şeyin içine düşülür. Cenab-ı Hakk’a karşı alttan alta bir töhmet ve suçlamanın, ithamın içine düşülür. Bundan kurtulmak için her halükârda O’nun yaptığı her şeyin bir hikmetle ve mutlaka kulunun iyiliği için olduğunu düşünmek zorundayız. Bunu yapabilirsek Cenab-ı Hakk’a karşı hüsn-ü zannımız güçlenir.
Bir de Allah’ın bağışlayıcılığına karşı hüsn-ü zan beslememiz icap eder. Eski Osmanlıca kaynaklarda Allah için “bahane Rabbidir” denir. Kulunu bağışlamak için sürekli bahane isteyen, bahane bekleyen bir Rabbimiz var. Ve bizim Cenab-ı Hakk’ın bağışlayıcılığına karşı da hüsn-ü zan beslememiz gerekir. Bu hüsn-ü zan da bizi tevbeye götürür.
İkincisi mümin kardeşlerimize karşı hüsn-ü zan. Kurtuluşun ikinci tarafı da budur.
Büyüklerden şöyle bir hikmet dinlemiştik: Cenab-ı Hak, insana insanın şahdamarından daha yakın. Hangi insana yakın? Aslında bütün insanlara yakın. Yani sadece müminlere yakın değil. Aslında herkese yakın. Ama insanların bir kısmı Cenab-ı Hakk’ın kendisine şahdamarından daha yakın olduğunu biliyor, bir kısmı bilmiyor.
Bir büyük zat şöyle dedi: “Aslında bütün insanlık Resulullah ümmetidir. Bir kısmı ümmete icabet etti, O(s.a.v)’nun davetine, tebliğine icabet etti. Bir kısmı da davetine muhatap oldu.”
Yani kimisi nasibdâr oldu, kimi inkârcı oldu.
Biz fırsatı kaçırıyoruz. Fırsatı kaçırmamak için Cenab-ı Hakk’ın bütün insanlara şahdamarından daha yakın olduğunu bilerek hüsn-ü zan besleyelim.
Unutma. Kafire beslenecek hüsn-ü zan onun akıbetinedir. Son nefesinedir. Kurtuluşunadır.
Müminlere gelince… Onlara karşı zaten hüsn-ü zan borcumuz var.
Şeyh el Alevi Hazretleri bize şöyle dedi: Fukarayı seyrederken “bunlar iyi insanlar, güzel insanlar’ derseniz faydalanırsınız. “Bunlar salih insanlar” derseniz daha çok faydalanırsınız.
Öyleyse karşındakini düzeltmeye çalışma, evvela kendi bakışını düzelt.


