Fırsatlar ve mes’uliyetler Süleyman Seyfi Öğün
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Son derecede kritik günlerden geçiyoruz. Bu, beylik bir lâf. Herkesten, olur olmadık zamanlarda duyabiliriz. Bendeniz, bu ifâdeye pek müracaat etmem. Ama son aylarda yaşananlar bana bu ifâdeyi sâhiplenme arzusu veriyor. Hakikaten de öyle. Geçen Ekim ayında Sayın Bahçeli’nin yaptığı bir konuşmada ortaya çıkan,
PKK’ya, kendisini lâğvetme ve terörü bitirme dâveti
ile başlayan bir süreçten bahsediyorum. Konuşmanın dikkat çeken tarafı, örgütün lideri ve DEM Parti’yi işâret etmiş olmasıydı. En çarpıcı kısım ise, Dr. Bahçeli’nin İmralı’da cezâsını çekmekte olan Abdullah Öcalan’ın, eğer isterse TBMM’de bir konuşma yapmasına geçit veren ve “umut hakkından” bahseden ifâdelerdi. Çok şaşırtıcı olan, bu ifâdelerin,
Türk milliyetçiliğini en keskin ve radikal olarak temsil eden bir partinin liderinin
ağzından çıkmasıydı.
DEM Parti buna çok sıcak bir mukabelede bulundu ve süreci sâhiplendi. Ardından kapalı kapılar arkasında yürütülen ve muhtevâsı hakkında çok az şey sızan çok sayıda görüşme gerçekleşti.
Sürece gövdesini koyan Sırrı Süreyya Önder’in beklenmedik vefâtı duygusal bir yumuşama sağladı.
Nihâyet Apo, PKK’nın, hiçbir karşılık beklemeden kendisini lâğvetmeye ve silâsızlanmaya dâvet eden bir metin kaleme aldı. Kandil de buna icâbet ederek bir kongre tertip etti ve Apo’nun istediği istikâmette, silâhlı mücâdelesini nihâyete erdirdiğini ve kendisini feshettiğini ilân etti...
İlk olarak bu hâlin memlekette doğurduğu havaya bir bakalım. Kürt kökenli vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı şehirlerde tam bir bayram havası esiyor. Bunu anlıyor ve saygıyla karşılıyorum. Ateş düştüğü yeri yakar. Senelerdir, bilhassa son hendek-barikat vak’alarından sonra, Türkiye’de yaşayan Kürtler, terörün, ne adına olursa olsun bir çıkmaz; herkes için kayıp olduğunu pratik olarak gördü. Irak ve Sûriye’de yaşananlara en yakın olan yine onlardı. Terörün sona erdirmesi beklenen bir sürecin “tamamlanmış” görünmesine en fazla onların sevinmesi ve bunu davul-zurna ile istikbâl etmeleri kadar tabiî ne olabilir ki? Bunu bir tarafa koyuyorum. Esen coşkuya, Türkiye sathında çeşitli kanaat önderleri, gazeteciler de
yer yer işin tadını kaçırarak, şehit ve gâzi âilelerini hiçe sayacak derecede
iştirak etti.
Bahar havası târihin iklimleri arasında nâdir görülür. Istılaha devâm edecek olursak,
târih daha çok zemherî kışların hüküm sürdüğü zamanların mecmuudur
. Bahar diye bilinen süreçler çok defâ
yalancı bahar
çıkar ve çok defâ arkasından hiç beklenmedik fırtınalar, kasırgalar patlar. Buna ilâveten hatırdan çıkarmamamız gereken diğer bir husus,
târihin finallere kapalı olduğudur
. Târihte bitiş diye bildiklerimiz, veri bir birikimin başka zorlukları gündeme taşıyan başka bir zemine taşınmasından ibârettir.
Değişim
yerine dönüşüm(transformation) ve
başkalaşma
(alternation) tâbirlerini kullanmamızın sebebi de budur. Son hâdiselerin,
terör zemininin işlediği meseleleri artık başka bir zeminde yaşayacağımıza
işâret ettiğini düşünüyorum. Zihin ve ruh dünyâmızı buna göre hazırlamak en doğrusu olsa gerekir. Bahar esrikliği buna yardımcı olmaz. Bir an evvel bu hâllerden ayılmak gerekiyor.
İçinde bulunduğumuz süreci,
bir şeylerin bittiği değil; tam aksine başladığı
bir süreç olarak değerlendiriyorum.
Târihsel bir fırsat
elde ettik. Bâzı meseleleri terör vasatında yönetebilmek son derecede zordur. Teşkilâtın silâhsızlanması ve kendisini lâğvetmesi,
terörün dejenere ettiği ve yönetilemez hâle getirdiği meseleleri
akl-ı selim üzerinden yönetebilme fırsatı doğuruyor. Bu fırsat aynı zamanda herkese yeni mes’uliyetler yüklüyor. Meseleye daha çok
, bu mes’uliyetlerin hakkının verilmesi
açısından bakıyorum.
Bir defa, kabûl etmeliyiz ki kırk küsûr senedir kemikleşmiş, çok katmanlı bir yapının tasfiyesi görüldüğü kadar basit değil. Dahası, onu taşıyan bir zihniyet iklimin dağıtılması, işin en zor tarafını meydana getiriyor. Son kongrenin metnine baktığımda bunu çok net olarak görüyorum.
Teşkilâtın kullandığı dil ve söylemi küçümseyen; “neticeye bakalım” diyenler var.
Bunu bir ihmâlkârlık olarak görüyorum. Türkiye Cumhûriyetini inşâ eden kodlara meydan okuyan, tahripkâr bir söylemle karşı karşıyayız. Bununla da kalmıyor; kendi arzularını dayatıyor. Metni hazırlayanların zihninde hâlâ
tâvizsiz çatışma iklimi
hüküm sürüyor. Türkiye Cumhûriyeti büyük bâdirelerden geçerek kuruldu. Cumhûriyetin çok sayıda tatbikâtını tartışabilir, eleştirebilir ve yeniden yorumlayabilirsiniz... Ama kuruluş kodlarını tartışmak başka bir şeydir. Bu kodlar, bu toprakların târihsel birikiminden kopuk değildir. Kodları değil, içini nasıl dolduracağımızı, her târihsel evrede yeniden ele almak da zâten en akılcı olanıdır. Ama
kodlara meydan okumak, eğer bir Kürt meselesi varsa bunu çözmek bir tarafa, ortaya bir de Türk meselesini
çıkarır ki, bunların hâlli mümkün olmaz. O zamân şu ortaya çıkıyor: Eğer mesele Kürt meselesini halletmekse, evvelemirde bu, bir Türk meselesi doğurmamayı esas edinen yeni bir akıl ve söylem gerektiriyor.
İkinci mühim bulduğum husus ise bu altın fırsatın veri ve son derecede ucuz iç siyâsal hesaplara âlet edilmemesidir. Zaman içinde her şeyi göreceğiz.
Meselenin küresel ve bölgesel bir boyunun da mevcût olduğunu düşünüyorum. Hâdiseler zamânın rûhundan kopuk değil. Dr. Bahçeli, bir gece, rüyâ görüp yola çıkmadı. Yeniden şekillenen Ortadoğu’da, Karadeniz’de
yaşanan hâdiseler atlanarak süreç anlaşılamaz. Dikkat edilmesi gereken diğer bir husus ise,
küresel ve bölgesel dinamiklerin atlanmasıdır
. TV Net’deki Akıl Odası’nda bunlara kısmen değindim. Değerlendirmelerim hâlâ şekillenmekte... Bu üçüncü husus ayrı bir yazının veyâ yazıların konusu...


