Gelenek ve yenilenme Ömer Türker
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
Herhalde modern İslam düşüncesine damgasını vuran kavram çiftlerinden biri gelenek ve yenilenmedir. İster geleneği eleştirip modernist bir tavrı bir benimsesin ister gelenekçi kabul edilsin ister modernistliğin veya gelenekçiliğin daha alt kategorilerinden birine dâhil edilsin hemen herkes bir tür yenilenmeyi savunmakta ve savunduğu yenilenmenin karakterine veya dozuna bağlı olarak gelenekçilikten gelenek karşıtlığına uzanan ayrıntılı yelpazenin bir yerine konuşlanmaktadır. Pek azı hariç bütün tavırlar, geleneğin bir şekilde yenilenmesine vurgu yapmakta ama yenilenmenin nasıl olacağı hususunda farklılaşmaktadır.
Geleneğin nasıl yenileneceği hem çok yönlü hem de çok katmanlı bir sorundur. Çünkü gelenek dediğimiz şey, tek yönlü ve yalınkat bir durumu ifade etmez. Hayatımız bir çırpıda ana hatlarıyla bile sayılması mümkün olmayan pek çok unsurun bir arada bulunduğu bir akıştır. İnançlar, düşünceler, sanatlar, adetler, alışkanlıklar, bilim kabul edilen bilgiler, tavırlar vs… Bunların hepsi tek bir nesne, olay veya olguda bir araya gelir. Bunlardan birine dokunmak farkında olarak veya olmayarak diğerlerine de dokunmak demektir. Bu sebeple bir şeye yapacağınız müdahaleyi onun ilişkili olduğu tüm unsurları hesaba katarak yapmanız, muhtelif unsurlar arasındaki uyum ve uyumsuzlukları takdir edebilmeniz gerekir. Maalesef “ben yaptım, gayet de güzel oldu” demekle mesele hallolmuyor. Herhangi bir alanda geleneğin ruhunu kavramadan yapılan yenileşme teşebbüsleri şayet kahir bir siyasi gücün desteğini alıp zor kullanma imkânına sahip değilse bir fikir yorgunluğu ve emek israfına dönüşüyor. Zorla dönüştürme çabaları ise uzun vadeli uygulamalarda bir dönüşüm gerçekleştiriyor ama hakiki bir yenileşme yapamıyor, sadece düşünce, inanç, duygu ve hayat tarzı parçalanmalarına yol açıyor.
Aslında muhtelif alanlardaki gelenekler uzun zaman diliminde oluşur. Tespit edebildiğimiz yahut edemediğimiz bir sıfır noktası veya kökten türeyen gelenekler, zaman içinde her alandan büyük üstatların katkıları ve toplumların yeni eklemeleri benimsemesi ve onlara sadakatiyle büyür, genişler, incelir ve dönüşerek devam eder. Bu süreçte gelenek ruhunu köklerinden alır ama köklerdeki sadelik süreç içinde katmanlı bir hüviyet kazanır. Kökü ihmal edersek geleneğin kurucu ruhunu anlamaktan mahrum kalırız. Fakat bu ruha sadakati tarih boyunca sınanıp kabul görmüş ekleri ihmal etmek de geleneğin zindeliğini koruma ve kendini yenileme kabiliyetine karşı körleşmeye sebep olur.
Gelenekler, onları taşıyan ve yaşayan toplumlar gibidir, sadece kendi içinden çıkan eleştiri ve katkılarla yenilenmez. Dıştan gelen eleştiriler, ilave farkındalıklar, daha önce bulunmayan bilgi ve hünerler de bir geleneği yenilenmeye zorlar. Fakat ister içerden ister dışarıdan kaynaklansın bütün yenileme teşebbüslerinin iki temel kuralı vardır.
Birincisi, ilave ve dönüşümlerin önceki aşamaları içerip aşmasıdır. Yani yenilenme, mevcut kazanımları yitirme üzerine kurulamaz, onları içererek yeni bir duruma geçilebileceğinin fark edilmiş olması gerekir. Bazen bu durum şeklen öncekilerin terki olarak dahi görünebilir ama gerçekte öyle olmaz. Kimi durumlarda dıştan veya içten kaynaklanan gelişmelerin önceki geleneği dönüştürmesi hatta yeni bir gelenek olarak kabulü, kısa veya uzun bir süre sonra tartışma konusu olmaktan çıkar. Bunun en tipik örneği, muhtelif medeni havzalarındaki bilim geleneklerinin zamanla dönüşmesidir. Mesela Batı Avrupa’da on yedinci yüzyıldan itibaren ortaya çıkan ve yirminci yüzyılda hala gelişimini sürdüren fizik ve matematik bilimler, eski dünyadan kalan fizik ve matematik hikmeti kabiliyetlerini içerip aşarak dönüştürmüştür. Artık modern dönemdeki kabiliyetlerini kullanacak şekilde fizik öğrenmek için Aristoteles’e ya da İbn Sînâ’ya gitmek gelenekçilik olarak bile nitelenemez. Kimi durumlarda ise dıştan veya içten kaynaklanan gelişmelerin önceki geleneği dönüştürme teşebbüsleri bizzat geleneğin ilgili olduğu meselenin doğasından dolayı -insanlar yorulup bırakmadığı sürece- tartışma konusu olmaya devam eder. Çünkü yenilik teşebbüslerinin eskiyi yenileyen, zenginleştiren veya incelten bir ilave olduğu yahut onu içerip aştığı açık değildir. Bunun yaşadığımız dönemdeki tipik örneği, matematikselleştirilmiş fiziği din ve metafiziğin yerine koyma teşebbüsleridir. Zira bu teşebbüsler, din ve metafiziğin kazanımlarını inkâr üzerine kurulmakta, dini ve metafiziğin insana açtığı varlık idrakini budayarak yenilik yapma hevesindedir.
İkincisi, ilave ve dönüşümlerin telafisi mümkün olmayan uyumsuzluklara yol açmamasıdır. Kaş yapayım derken göz çıkaran işgüzar, aceleci ve yarım akıllı teşebbüsler gerçekte yenilik yapamazlar, sadece kargaşaya sebep olurlar. Geleneklerin zinde ve güçlü olduğu dönemlerde uyum ekseriyetle ilgili alanların yöntemleriyle garanti edilir. Mesela İslam’ın on üçüncü yüzyılında bir fakih, mutasavvıf veya kelamcı ilgili olduğu alanda bir görüş dile getirdiğinde şayet bunu usule uygun yapıyorsa alanlar arası uyumu temin etmiş demektir. Onun kendisinin her bir uyumu tek tek açıklamasına ihtiyaç yoktur. Usule uygunluk genel uyumu garanti eder. Sadece büyük müdahalelerde daha geniş çaplı izahlara gerek duyulabilir. Fakat geleneklerin dıştan ve içten kaynaklanan krizlere girdiği durumlarda daha önceden kabul görmüş yöntemler ekseriyetle uyumu garanti edemez. Bu durumlarda parçalı zihinle yenileme yapmak imkansız değilse de çok çok zordur. Zira bütündeki uyumun kavranması ve yapılacak müdahalelerin vüsat ve etkisinin takdir edilebilmesi gerekir.
Öyle görünüyor ki İslam dünyasında yenileşme teşebbüsleri önemli ölçüde bu iki maddeyi ihmal ettiler. Dikkatle incelendiğinde yenilik tekliflerinin önceki kazanımları içerip aştığına dair hiçbir yeterli izahla karşılaşılmamaktadır. Aynı şekilde yenileşme teşebbüslerinin çoğu, Müslümanların daha önce muhtelif alanlarda inşa ettiği uyumları kavrayıp geleneğin ruhuna sadık kalarak yenileşme önermemektedir. Aksine eski halin anlam, önem ve işlevini yitirdiği yeni durumlar oluşturmaya çalışmakta, gelenek içinde uyumu nesiller boyu tasdik edilmiş ilaveleri takdir edememektedir. Bu sebeple son iki yüz yıldır nazariyesi hakiki anlamıyla kurulmamış bir yenileşme süreci içinde bocalayıp duruyoruz. Kuşkusuz bunun bir kısmı bizim elimizde olan, bir kısmı ise kesinlikle bizim irademizi aşan çok farklı sebepleri sayılabilir. Lakin mevcut durumumuz bu. Gelenek ve modernle sahih bir bağ kurmayı mümkün kılacak yeni bir yönelişin kapılarını aralamamız gerekiyor.

