Tasavvuf ve nafile Ömer Türker
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Kurb-ı nefâvil hadisi olarak bilinen meşhur bir kudsî hadis vardır: “Kulumun bana yaklaştığı şeyler içinde en sevdiklerim ona farz kıldıklarımdır. Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Ta ki ben onu severim. Onu sevince onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum.” (Buhârî, Rekâik, 38). Tasavvuf geleneğinde en çok atıf yapılan hadislerden biri bu hadistir. Sûfîler bu ve benzeri hadislerden hareketle ibadetlerin vesile olacağı yakınlığı, kurb-ı ferâiz ve kurb-ı nevâfil olarak iki ayırmıştır. Kurb-ı ferâiz, farz ibadetleri yaparak Hakk’a yaklaşmak; kurb-ı nevâfil ise nafile ibadetleri yaparak Hakk’a yaklaşmak demektir. Fakat farzların yapılması, genel olarak bütün müminlerin ortak paydası olduğundan zamanla bir kısım sûfîlerin kendi hallerini ve marifetlerini temellendirmek için nafilelere hususi bir vurgu yaptığı görülür. Zira aynı ibadetlerin benzer hal ve marifetleri doğurması beklenir. Oysa böyle olmamaktadır. Bir sûfînin yaşadığını söylediği haller ve dile getirdiği marifetler, daha özel bir çaba ve bir dizi farklı uygulamayı gerektiriyor görünmektedir. Söz konusu hal ve marifetlere sanki farzlar üzerine yapılan nafileler vesilesiyle ulaşılmaktadır. Bu sebeple de nafilelerle Hakk’a yaklaşmaya hususi bir vurgu yapılmış ve önem atfedilmiştir. Fakat tasavvuf kitaplarının muhtevası incelendiğinde ve önde gelen sûfîlerin açıklamaları dikkatle tetkik edildiğinde durumun gerçekte böyle olmadığı görülür.
Öncelikle belirtmek gerekir ki sûfîlerin Hakk’a yaklaştırdığını düşündüğü hallerin neredeyse hiçbiri nafile değildir. Herhalde tasavvufun en hayati beş kavramı, sabır, şükür, rıza, tevekkül ve teslimiyettir. Bunlar içinde de velayet mertebelerinin kat etmekte en önemli olanı, tevekküldür. Söz konusu beş kavrama tasavvuf kitaplarının hacmine göre başka pek çok kavram eklenir. Fakat başta tevekkül ve diğer dört kavram olmak üzere sûfîlerin kitaplarda Allah ile kul arasındaki ilişkiyi tesis ettiğini söylediği ve velayete ulaşmanın vesilesi olarak gördüğü durumların hiçbiri nafile ibadet sınıfına girmez. Kulluğun esası, Kur’ân ve hadislerin şahadetiyle tevekkül ve teslimiyettir. İslam kelimesi zaten teslimiyet anlamına gelir. Kur’ân’da sabır, şükür, rıza, tevekkül ve teslimiyeti ifade eden pek çok ayet vardır. Hatta bu ayetlerin toplamı, namaz ve oruç gibi bilinen ibadetlerden fazladır.
Burada kafa karıştırıcı olan şey, namaz ve oruç gibi ibadetlerde zorunlu bir sınır konulmuş olmasıdır. Bu sebeple zorunlu sınırın ötesi nafile olarak nitelenmektedir. Oysa sabır, şükür veya tevekkül böyle değildir. Ne kadar tevekkül edersek fazlası nafile olur? Ne kadar şükredersek fazlası nafile olur? Bu soruların cevabı yoktur. Zira teslimiyet, şükür, sabır, rıza veya tevekkülün fazlası olmaz. Dindarlık da esas itibariyle imanın bu hallerle tahkik edilmesini amaçlayan bir süreçtir. Hatta bundan dolayı İbnü’l-Arabî gibi bazı âlimler, namaz gibi bedenle yapılan ibadetlerden ziyade iman ve ihlas gibi kalbin fiillerinin kulu Hakk’a yaklaştırdığına dikkat çekmiş, önde gelen pek çok sûfî Allah’a yaklaşmanın asıl itibariyle farzlarla olduğunu dile getirmiştir.
Maksadım, tasavvuf anlatısındaki bir eksikliğe dikkat çekmekten ibaret değil. Kuşkusuz tasavvuf anlatısının daha dikkatli ve incelikli yapılması gerekiyor. Fakat ben başka bir şeye dikkat çekmek istiyorum: Tasavvuf diye anlatılıp konuşulan şeylerin önemli bir kısmı, dinin kendisi. Tevekkülün yahut şükrün öneminden bahsederken sanki İslam ümmeti içinde hususi bir din yorumundan bahsediyormuş gibi anlatıyoruz. Sanki ortak payda da tevekkül sûfîlere aitmiş gibi konuşuyoruz. Evet, sûfîlerin, mütekellimlerin, fakihlerin veya filozofların kendilerine özgü yorumları vardır. Mesela vahdet-i vücûdcu bir yorumdan bahsediyorsak hususen sûfîlerin hikmetinden bahsettiğimizi söyleyebiliriz. Fakat bir çırpıda sayamayacağımız kadar ayet ve hadiste emredilen bir durumdan bahsederken dinin kendisinden bahsettiğimizi de fark etmemiz gerekir. Özetle dini anlama ve anlatma tarzımızı hakikaten gözden geçirmemiz gerekiyor.


